İslam Düşüncesi ile Entegre Edilmiş Bir Çalışma Örneği

Yazar: Fazilet Fatıma Alçık

“Müslümanım ama bir akademisyen olarak kabul edemeyeceğim bilgileri savunur haldeyim.” “Müslümanım ama bir psikoterapist olarak dinimin düşünce geleneğinin şifa olabileceğinden bihaber, insanı pozitivist bir şekilde ele alan yöntemler uyguluyorum.” Bu tarz cümleler çoğumuzun içinde sesli ya da sessiz bir şekilde dolaşır. Bir kimlik bunalımı içerisinde mesleklerimizi icra ederken yaşamış olduğumuz bölünme çoğumuzun derdi olsa gerek.

İster Müslüman olsun isterse Budist, bir insan tüm zihnini ve hayatını kaplayacak olan inancını ömrünün çoğunu harcadığı mesleğine icra edemiyorsa ciddi bir buhran yaşıyor demektir. Adeta bir çifte kimlik içinde, hangisine ait olduğunu bilemeyen inanç sahibi kişi, mesleğinin yapısında ve kendi içinde bulunan inanç sisteminin uyuşmadığını gördüğünde; “Bu dünyanın kuralları bu şekilde, elimizden ne gelir?” umutsuzluğu ile kendi içindeki çatışmaya razı olabilir. Çabalamaya razı olanlar ise hangi yolu hangi yöntem ile izleyeceklerini bulamayabilirler. Tam da bu derdimizden ötürü, bir yöntem olarak her alana uygulayabileceğimiz kolektif bir çalışma olan İslam Düşüncesinde Psikoloji ve Psikoterapi kitabını bu yazımızda incelemeye tabi tutacağız.

İslam Düşüncesinde Psikoloji Platformu

Her inançlı kimsenin yaşadığı kimlik çatışmasını inanç potasında eritmeyi hedefleyen İslam Düşüncesinde Psikoloji Platformu’nun çalışmalarının derlemesi olan bu kitap, psikoterapistlerin ve İslam düşüncesine hakim akademisyenlerin yazılarını içermektedir. Kitabın psikoloji ve psikoterapi alanındaki böyle bir ihtiyacı akademik ve bilimsel bir yöntemle gidermeye yönelik çalışmalarının diğer alanların da örnek alması gereken bir çalışma olduğunu ortaya koymaya çalışacağız. Derdimize binaen böyle bir arayışa girdiğimizde ilk adımı, “İslam düşüncesi alanında acaba bu konularda neler yapılmış?” sorusu ile atmak gerekmektedir. Nitekim kitabın editörlüğünü üstlenen Uzman Klinik Psikolog Taha Burak Toprak’ın giriş kısmında detaylıca yer verdiği üzere, öncelikle İslam düşüncesinde bilgi tanımlarında psikolojiye denk gelebileceğini düşündüğümüz “ilmü’n nefs”in nereye denk geldiğini bilmemiz gereklidir.

Söz konusu belirleme bizlerin hep düştüğü bir hata olan geçmişle şimdiki çalışmaların eşit tutulmasından objektif biçimde uzak tutacaktır. Zira çalışmamızın ilk ve temel aşamasında günümüzde yapılagelen psikolojinin ilmü’n nefs çalışmalarıyla eşit olduğunu düşünerek yola çıkarsak deney-gözlem ve ölçmeye dayalı psikolojinin aynısının İslam düşüncesinde yer aldığını söylemiş oluruz. Bu eşitleme hatasına düşmemek bizim çalışmalarımızda da dikkat edilmesi gereken en temel husustur. Kaldı ki, İslam düşüncesinde tek bir ilmü’n nefs tanımı olduğunu varsaymak da bilgi tasnifini bilmemekten kaynaklanır. Bu nedenle ister sosyoloji, ister felsefe, isterse psikoloji alanında içimizdeki inanç ile uyumlu olan ilmi çalışmaları bir potada eritmek söz konusu olduğunda tanımların bugün ve dün nasıl yapıldığını iyi analiz etmek gerekir. Bu hassasiyeti kitap boyunca taşıyan bu çalışmada, ilmü’n nefs’in tıp, felsefe, tasavvuf ve ilim geleneğindeki farklı ele alınışlarının altı sıkça çizilmiştir. Dolayısıyla ilmü’n nefs çalışmalarında tıbbi geleneğin odağında bedendeki mizaç dengesini sağlamak, felsefi geleneğin zihni nasıl işlediğini bulmak, sufi geleneğin kalp ve ruhun kemale ermedeki yerini açıklamak, ilim geleneğinin ise zihin, ruh/kalp birlikteliğinin dini bir amaçta sağlanmasını görmekteyiz. Nitekim hem tasavvuf hem de felsefe ve tıp alanlarında ilmü’n nefs’in İslam düşüncesi içerisindeki yerini aktarmak üzere bu alanlarda uzman Prof. Dr. Ömer Türker ve Prof. Dr. Ekrem Demirli’yi görmekteyiz.

İlk aşama olan İslam düşüncesindeki konumuzun yerini analiz ettikten sonra zihnimizde doğru sorularla çalışmamıza devam etmemiz gerekir. Soruların kritik önemindendir ki, kitaptaki pek çok yazar yazılarında sormamız ve zihnimizden çıkarmamamız gereken soruları bizlerle paylaşırlar. Bunlardan belki de en önemlisi Taha Toprak’ın sormuş olduğu,  “Bu hangi metafiziğin, ontolojinin sonucu olan bir epistemolojinin kavramları?” hali hazırda yapmakta olduğumuz mesleğimize yöneltmektir (2021, s. 47). Eğer inancımızla mesleğimizi bir analize tabi tutacaksak İslam düşüncesini iyi bilmenin yanında yapmakta olduğumuz çalışmaların da hangi dünyaya ait olduğunu bilmek gerekir. Bu sayede sormuş olduğumuz diğer sorular bağlamına rahat oturacaktır. Nitekim sorular yüzyıllar boyu değişmemiş olsalar da asıl dünyayı değiştiren kendi ontolojisine göre verilen cevaplardır. Ekrem Demirli’nin de ifade ettiği üzere İslam düşüncesinde psikolojinin sorduğu soru hala sorulmaktadır: “Bir canlı olarak bizim davranışımızın kökeni nedir?” (2021, s. 99). Soru aynı kalmış olsa da tasavvuf ve tıp geleneği içinde verilen cevaplar bile birbirinden farklı olmuştur. Bu nedenle dikkat ettiğimiz bir husus olarak sorduğumuz sorunun aynı ya da benzerlerini bulmak ve verilen farklı cevapların altında yatan fikri sistemi incelemek gerekmektedir ki bu sayede çalışmalarımızda kullanılabilir hale gelebilsin.

Çalışmalarımızda incelediğimiz kitaptan öğrendiğimiz üçüncü aşama olarak global çapta yapılmış araştırmaları taramayı ele alabiliriz. Nitekim bunun belki de en uygulanabilir örneğini din psikolojisi alanındaki Doç. Dr. Zuhal Ağılkaya Şahin aktarmıştır. Dini inancın, kişinin ruhsal iyileşme aşamasındaki etkilerini araştıran dünya çapında yapılmış pek çok araştırmaya yer veren Şahin, araştırmaların yöntem ve objektifliği ile bizlere örnek teşkil ediyor. Zira din-psikoloji ilişkisi denildiğinde bunun sadece ilahiyat ayağında ya da medyatik bir dini lider eşliğinde yürütülmesi ya da en kötüsü inancı olan kişinin asla buhrana düşmeyecek oluşuna dair görüşler, kurmak istediğimiz çalışmamızın önüne geçecektir. Bu nedenle global çapta objektif olarak yapılmış deney-gözlem ve ölçümlerin derlenip objektif bir şekilde analiz edilmesi ve bu şekilde kullanılması gerekir. Halihazırda söz konusu bölümde bu çalışmalar titizlikle bir araya getirilmiştir. Örneğin artan psikoterapi ekolleri ile pek çok perspektifin ele alınmasının avantajı ile birlikte, bizler meditasyon gibi uygulamaların Budist geleneğinden faydası görülerek alındığını görüyoruz. Tam tersi olarak ise dua ve tövbe gibi eylemlerin etkilerinin görülmesiyle birlikte terapide kullanılması da görülmüştür. Elbette kitapta da sıkça vurgulandığı üzere bunu uygularken danışanın eğilimleri de oldukça önemlidir. Danışanda olmayan eğilimler, ona zorla dayatılmamalıdır.

Aktardığımız aşamalar sağlıklı bir şekilde bitirildiği ya da devam ettirildiği sürece en önemli ve son aşamamıza gelebiliriz. Bu aşama her disipline aynı şekilde uygulanamasa da örnek alacağımız esas nokta, kendi disiplinimizin yönteminin dışına çıkmadan bir sentez yapmaktır. Altyapıyı sağlamlaştırdıktan sonra kendi disiplinimize uygulama konusunda, Taha Toprak’ın ve Prof. Dr. Medaim Yanık’ın uygulama örnekleri bize yön gösterecektir. Taha Toprak’ın uygulamasına bakacak olursak, disiplin içindeki geçerliliğini koruyarak Said Nursi’nin Vesvese Risalesi’nden faydalandığını görürüz (2021, s. 167). Üstelik bu faydalanmanın danışanlar üzerindeki etkilerinin de bir analizini sunar bizlere Toprak. Kullanmış olduğu tablo ve modellemeler de anlamamızı oldukça kolaylaştırıyor. Toprak, OKB olarak ifade ettiğimiz vesvesenin bırakılması için terapi sırasında telkin edilen düşüncelerin önemsizliğin vurgulanıp aynı zamanda düşüncenin öneminin aktarılması danışanların zihnini karıştırdığını fark eder (2021, s. 181). Daha da büyük bir sorun ise, dinin de bir düşünce olup onun önemsizliği sonucunun çıkarılmasıdır. Bu soruna Toprak, Nursi’nin “vesvesenin maraz-ı kalbi değil, maraz-ı hayali olduğu” yönündeki tasnifini kullanarak çözüm önermiştir ve danışanlardan olumlu dönüşler almıştır (2021, s. 174). Zira bu ayrım, vesvesenin ahlaki değil, bilişsel bir sorun olduğuna vurgu yapmakla birlikte tasdik yani yargı olmadan düşüncelerin (taalluk) iman seviyesine geçilmeyeceğini ortaya koymaktadır (2021, s. 168). Dolayısıyla Toprak, psikoterapi yönteminde karşılaşmış olduğu bir soruna düşünce geleneğinden almış olduğu bir yapı sayesinde kendi inancı çerçevesinde bir çözüm bulmuştur.

Özetle kendi çalışmalarımızda bu dört aşamayı takip ederek bir sentez gerçekleştirebilir ve kendi disiplinimizin yöntemi dahilinde uygulamaya geçirirsek yaşamış olduğumuz kimlik sorununu aşmaya yönelik ciddi bir adım atmış oluruz.


Fazilet Fatıma Alçık

2019 yılında Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Bilim Tarihi bölümünden ve İlem’den mezun oldu. Aynı yıl 29 Mayıs Üniversitesi,
Felsefe bölümünde yüksek lisans eğitimine başladı. Hali hazırda matematik felsefesi alanında
tez yazmaktadır. Aynı zamanda 2020 yılından beri İlem tahlil danışmanlığında
bulunmaktadır.
Matematik felsefesi, ontoloji, metafizik, bilim felsefesi, dil felsefesi, mantık, eleştirel düşünce
araştırma alanları arasındadır.

Leave a Comment