Sinemaya Perde Arkasından Bakmak
Röportaj: Rumeysa Toklu
Gökhan Şener ile sinema kültürü, dijitalleşme ve yakın zamanda izleyici ile buluşacak “Dönüş” filmi üzerine röportaj gerçekleştirdik. Konuya ilişkin süreci ve fikirlerini bizimle paylaştığı için kendisine teşekkür ediyoruz.
- Bize biraz kendinizden ve sinemayla ilk temasınızdan bahseder misiniz?

1989 yılında Trabzon’da doğdum. Daha sonra üniversite için İstanbul’a geldim ve Marmara Üniversitesi Radyo Televizyon Sinema bölümünde ilk sinema eğitimimi aldım. Yine Marmara Üniversitesi Sinema bölümünde yüksek lisansa başladım ancak çeşitli sorunlardan dolayı tezimi savunamadan yüksek lisansı bırakmak durumunda kaldım. İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Felsefe bölümünde yüksek lisans çalışmalarımı tamamladım. 2015 yılından bu yana İstanbul Medipol Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi olarak çalışmaktayım. Eğitim hayatım genel itibarıyla böyle.
Sinema ile ilk temasım lise yıllarımda oldu. Lise son sınıfta olması lazım, bir gece televizyonda Kieslowski’nin “Blue” filmini izledim. Sinemaya dair hiçbir teknik bilgim olmadığından dolayı filmden bir şey anlamadım ancak ciddi bir etkilenme oldu. Bu anlamıyla sinemaya yönelmem ve eğitimimi sinema üzerinden devam ettirmem o filmle doğrudan bağlantılı.
- Her yönetmenin ve senaristin eserini ortaya koyarken beslendiği kaynaklar vardır. Sizin beslendiğiniz kaynaklar neler?
Benim sinema ile kurduğum ilişki hem sinema üzerine çalışan biri olarak hem de film yapma sürecine başlayan biri olarak, hikayenin filmi hastalığa sürüklediği düşüncesi üzerine temellenir. Bir film söz konusu olduğunda konu, hikaye ve biçim üçlüsü üzerinden düşünmek durumundayız. Ancak benim sinemaya yönelik düşüncem hikayeyi dışarıda bırakarak film-anlatının konu ve biçim birleşiminde temellenmektedir. Bu sınıflandırmaya itiraz edilebilir ancak film izlerliğim ve film yapma pratiğim bunun üzerine temellenir. Bu nedenle kaynaklarım söz konusu olduğunda sinemada çok etkilendiğim iki isim vardır; Bela Tarr ve Kieslowski. Özellikle filmlerinde hikayeyi sıfırlamasından ve tüm anlatıyı biçim üzerinden yapabiliyor olması bakımından Bela Tarr özel bir yerde durmaktadır benim için.
Kieslowski ise ele aldığı konuları tüm felsefi, sosyolojik, psikolojik vb. alanlardan soyutlayıp konuyu tamamen sinematografik bir hale büründürmesi ve anlatımını çok yalınlaştırması açısından kendisinden çokça etkilenmişimdir. Film yapmaya yöneldiğimde kendi anlatımımı da bu iki veçheden inşa etme çabası içerisine girdim. Sinemaya dair en özel kaynaklarım olarak bunları söyleyebilirim.
Heidegger Kieslowski Bela Tarr
İçeriksel olarak kaynaklarımdan bahsedecek olursam belki çokça isim saymak gerekmektedir. Ancak özel olarak yine dünyayı kavrayışımda Heidegger’in çokça etkisi olduğunu söyleyebilirim. Uzun zaman sonra tekrar kendisini çalışmaya başladım ve üzerimdeki etkisini daha açık bir şekilde görüyorum. İkinci bir müstesna isim olarak İsmet Özel de benim için çok özel konumdadır. Üniversite hayatımın ilk zamanlarında kendisini tanıdım ve düşünsel olarak onunla güçlü bir bağım var. Soruya yönelik daha çokça isim sayılabilir ve tüm bu etkilenmelerim gerekçesi verilebilir ancak kaynaklarımı bu iki başlık içerisinde böylelikle formüle etmiş olayım.
- Yakın zamanda Twitter üzerinden “Dönüş”ün çekimlerine başlandığını duyurdunuz. Bize biraz “Dönüş” isimli filminizden bahseder misiniz?
“Dönüş” eve dönmeye dair bir konuyu ele almaktadır. Film kabaca geçtiğimiz yaz zihnimde oluşmaya başladı ve daha sonra olgunlaştırarak çekim öncesi haline getirmiş oldum. Bir önceki soruya verdiğim cevaba atıf yaparak filmin meydana gelmesini mümkün kılan bir şiirdir. O şiiri sinematografik hale getirme çabası olduğunu söyleyeyim. Çok açık etmemek adına şiirin ismini vermeyeyim. İnşallah tamamlandığında filmin kendisi zaten işaret etmiş olacaktır.

Filmde yapmaya çalıştığım şey tamamen hikayeden kurtulup sinematografik bir anlatımı mümkün kılmaktır. Çünkü sinema eğer özgün bir “düşünme” ya da “anlatım” formu ise ancak böylelikle kendi özgünlüğünü yakalayabilir. Filmin içeriğine tekrar dönecek olursam şu an planladığımız takvimin gerisinde kaldık. Hazırlık aşaması biraz uzun sürmüş oldu ama kısa süre sonra tamamlayacağımızı düşünüyorum. “Dönüş”ün anlatısı iki temele oturmaktadır; ilk olarak kamera ve ikinci olarak dekor. Bu anlamıyla filmi diyalogdan ari kılıp kamera ve dekor üzerine bir anlatım kurmaya çalışıyorum. Bu süreçte görüntü yönetmenim ve sanat yönetmenimi özellikle teşekkür etmeliyim. İki arkadaşım yardımları ve katkıları olmasaydı zihnimdekini pratik hale getiremedim. Bu şekilde özetlemiş olayım.
- Filmin duyurusunu yaparken çekim ve hazırlık süreçlerinden kamera arkası görüntüler paylaşacağınızı söylemiştiniz. Kamera arkası süreçlerin paylaşılması izleyiciyle kurulan bağı nasıl etkiliyor?
Benim öğrencilik yıllarımda ekipmana erişimimiz oldukça sorunluydu. Lisans hayatım boyunca maalesef kendi şartlarımı çokça zorlayarak ekipmana bir miktar ulaşma imkanım oldu. Şu an üniversiteler bu konuda daha iyi şartlara sahip. Belki bireysel olarak biz de daha rahat bir şekilde ekipmana erişebiliyoruz. Ancak kamerayı ya da diğer ekipmanları elinize aldığınızda teknik olarak bilgiye sahip olmanız çok bir anlam ifade etmeyebilir.
Elinizdeki nihayetinde bir makine ve sizin bu teknik makine ile bir yaratıcılık göstermeniz gerekmektedir. Bu sebeple önceki tecrübelerin çokça faydası olduğunu düşünüyorum. Yani kamera arkası görüntüler bir yönetmenin yaratım sürecine şahit olmaklığı ifade ediyor benim için. Film temelde kompozisyon kurma faaliyetidir ve tüm görüntülerin bir fikir etrafında bütünlüklü hale gelmesi gerekiyor. Bu oldukça zor bir iştir. Bu zorluğun üstesinden diğerlerinin nasıl geldiğini görmek size yeni imkanlar açabilir.

Kamera arkası görüntüler denildiğinde Türk Sinemasında özellikle akla Nuri Bilge Ceylan gelmektedir. Onun ele aldığı konuyu tek tek sahneleri nasıl çektiği ve daha sonra bu sahnelerin birleşip film haline nasıl getirdiğini görmek çokça öğretici olmaktadır. Büyük yönetmenlerin birçoğunun kamera arkası çekimlerine ulaşabilir. Söylediğim gibi, kamera arkası çekimlerini, teknik bir aletin yaratıcı bir faaliyete dönüşmesinin nasıllığına dair bir tecrübe aktarımı olarak konumlandırıyorum. Bu sebeple ben kendi filmimim hazırlık ve çekim sürecinin kayda alınması bir amatör olarak benim bu süreçte yaşadığım sorunları ve bu sorunlarla karşılaşma sonrasında olanı belgelemesi adına kamera arkası çekimleri paylaşacağımı söylemiştim.
- Dijitalleşme alanındaki atılımlar dikkate alındığında sinema için nasıl bir gelecek öngörüyorsunuz?
Şu an için dijitalleşme sinemada çok hızlı bir şekilde ilerliyor. Özellikle seyirci pratikleri açısından ciddi bir dönüşümün olduğunu ve olacağını düşünüyorum. Perdede film izleme alışkanlığı büyük oranda kayboluyor. Artık evimizde dijital platformlar aracılığı ile daha ucuz ve daha konforlu film izleme imkanına sahibiz. Bu sebeple izleyici pratikleri açısından önemli bir değişim yaşanmaktadır.
Film yapanlar da artık salona değil de dijital platformlara daha çok film yapmaya yönelmesi itibariyle filmlerin ışıklandırmalarında eskiye göre ciddi bir değişim olmaktadır örnek olarak. Aynı zamanda izleyiciyi belki de çokça yormayacak daha eğlenceli ya da güzel vakit geçirmeyi mümkün hale getiren filmler baskın olmaya başlıyor. Film yapma pratiği olarak da dijitalleşme birtakım değişiklikleri beraberinde getiriyor. Ama tüm bunlara tamamen kötücül bir tavır ile yaklaşmıyorum, belki de bizi yeni imkanlara götüren süreçler olarak da düşünmek gerekir.
- Son olarak Türkiye’deki sinema kültürünü ve izleyici profilini değerlendirir misiniz?
Türk sineması ve izleyici pratiklerine yönelik ciddi bir uzmanlığım yok. Bu sebeple konunun uzmanı daha iyi cevaplandırabilir bu soruyu ancak. Türk sinemasında 90 sonrası yönetmen kuşağı ile yeni bir biçime büründü ve ana akım sinemanın dışında da Türkiye’de ciddi filmler yapıldı ve dünya sinemasında önemli bir yere sahip olundu. Yeşilçam dönemi ya da bugün ana akım biçimde yapılan filmleri düşündüğümüzde, dünya sinemasında çok söz sahibi bir üretim söz konusu değil. Özelikle BKM popüler sinemada baskın bir üretime sahip ama dünya sinemasına yönelik bir etkisini göremiyoruz. Ya da varsa ben görmedim. Yeşilçam Sinemasından da bir kaç istisnayı çıkartırsak çok önemli bir sinema birikimi olduğunu düşünmüyorum.
Bu sebeple yeni sinema kuşağı Türk sinemasını canlandırdı ve hepimizin bildiği isimler ciddi başarılar elde etti. Bu benim için daha umut verici bir durum. Bunun dışında “Ayla”, “Organize İşler” gibi örneklerin ya da bezer başka örneklerin sinema tarihine önemli bir katkı olduğunu düşünmüyorum.
İzleyici pratikleri açısından da yeni sinemamız ile bir farklılaşma olduğu elbette kaçınılmaz. Bu sadece Türkiye’de üretilen sinema ile değil dünya sinemasına daha rahat ulaşabiliyor olmamız itibarıyla da bir farklılaşmadır. Ancak popüler sinema izlerliği eskiden de şimdi de elbette çok daha baskın. Bu hayıflanacak bir şey mi bilmiyorum. Nihayetinde Türk sinema izleyicisinin pratiklerinde farklılaşmalar görülse de çok büyük bir değişim de söz konusu değil.
Gökhan Şener: 1989 yılında Trabzon’da doğdu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Sinema ve Televizyon bölümünden 2013 yılında mezun oldu. İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Felsefe bölümünde yüksek lisans çalışmasını tamamladı. 2015 yılından itibaren İstanbul Medipol Üniversitesinde Öğretim Görevlisi olarak çalışmaktadır. İlgi alanları Kant felsefesi, modern felsefe, 1940-80 Avrupa sineması, sinema kuramları.

2021 yılında İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Felsefe bölümünde lisans eğitimini tamamladı. Hali hazırda aynı üniversitede yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. Aynı zamanda İLEM 3. Kademe bünyesinde eğitim görmektedir.