Tehzibu’l Ahlak

Tehzibu’l Ahlak, İbn Miskeveyh, Büyüyenay Yayınları, İstanbul, 2013, 247 sf.

Ahlak; kaybetmeye doğru emin adımlarla ilerlediğimiz ve belki de kaybettiğimiz en kıymetli değerlerimizdendir. Modernizmin sömürdüğü değerler dünyamızın telafisiz bir kaybı haline gelen ahlak, dedelerimizin, ninelerimizin, hâsılı eski kafalı (!) ceddimizin sürekli yinelediği içi boş iki hece şu günlerde… Ahsen-i takvim olarak yaratılan âdemoğlunun bu iki heceye eski değerini kazandırmak gibi bir amacının olmayışı da ayrı bir hüsran. Kim bilir belki de iki kapak arası satırlara dökülenler biraz olsun yardımcı olabilir biz kaybedenlere…

İbn Miskeveyh tarafından kaleme alınan eser “ahlakı olgunlaştırmak” manasına gelmekte ve okuyucuya tam da kaybedilen ahlaki değerleri tespit etme hususunda yardımcı olmaktadır. Eser, kitabın içeriğinin bir haşiyesi niteliğinde olan çevirenlerin önsözü, yazarın önsözü ve yedi bölümden oluşmaktadır. Her bölüm kendi içinde alt başlıklara ayrılmakta ve gerek bedeni gerek ruhi insanı ele almaktadır. Çünkü “insan bir ruh, akıl, zekâ ve istidattır.”

İbn Miskeveyh eserine insan nefsinin tanımını yaparak başlamaktadır. O, insan nefsinin en şerefli cisim ve cevherlerden oluştuğunu düşünmekte, nefsin en üstün yaratılışa sahip olduğuna inanmaktadır. Nefsin tanımından sonra ise nefsin güçleri ve bu güçlerden doğan faziletleri ele almakta; hikmet, iffet, şecaat ve adalet olarak dört kısma ayırdığı bu faziletlerin zıtlarını -ki bunlar bilgisizlik, açgözlülük, korkaklık, haksızlıktır- da bildirmeyi ihmal etmemektedir. Eserin ilerleyen kısımlarında ise dörde ayırdığı bu faziletlerin ayrıntılarına işaret etmekte ve bu faziletlerden doğan daha farklı faziletleri tafsilatlı olarak ele almakta ve açıklamaktadır. Bölümün sonunda İbn Miskeveyh okuyucuya faziletlerin en üstün makamının orta yol olduğunu hatırlatmayı da ihmal etmemekte, rezilet*lere sürükleyecek iki uç noktadan sakınmayı öğütlemektedir.

Eserin ikinci bölümünde ahlak ve huy üzerinde duran yazar ilk olarak bu iki kavramın tanımlarını yapmakta, ahlakı tabi ahlak ve eğitimle öğrenilen ahlak olarak iki kısma ayırmaktadır. Galinos ve Aristo’nun ahlak ile ilgili fikirlerine yer vermekte ve daha sonra gençlerin ahlakı üzerine fikirlerini açıklamaktadır. Miskeveyh ahlakın en üstün sanat olduğuna inanmaktadır, zira insan yaratılanların en üstünü ise sanatların en üstünü ile süslenmek insana yakışmaktadır. Yazar bu bölümde çocukların ahlak eğitimine de değinmekte, güzel ahlakın çocuk yaşta kazanılması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Yeme içme ahlakından oturma ahlakına kadar çocuğa neler aşılanması gerektiğini ebeveynlere öğütlemektedir. Ayrıca gençlerin ve çocukların ahlak eğitimine değinmiş olması İbn Miskeveyh’in eserini kaleme alırken hiçbir yaş grubunu ihmal etmediğini okuyucuya göstermektedir.

Üçüncü bölüm iyilik ve mutluluk kavramları üzerine bina edilmekte, Miskeveyh dünyadaki yegâne amacın mutluluğa ulaşmak olduğunu savunmaktadır. Öncelikli olarak diğer bölümlerde olduğu gibi bu bölümde de yazar iyilik ve mutluluk kavramlarının tanımı yapmakta ve iki kavram arasındaki farklara dikkat çekmektedir. Bu farkları açıklarken Aristo’nun görüşlerine çokça başvurmaktadır. Daha sonra iyilik ve mutluluğun kısımlarına değinmekte ve Aristo ile birlikte Pisagor, Sokrat, Eflatun gibi diğer filozofların görüşlerine de eserinde yer vermektedir.

Yazar dördüncü bölümde insan fiillerini ele almakta ve ilk olarak bu fiillerin ortaya koyduğu faziletleri açıklamaktadır. Haksızlıkların sebeplerine de değinen İbn Miskeveyh haksızlıkların dört sebebi olduğunu bildirerek bu sebepleri kısaca açıklamaktadır. Nefsin aydınlanması konusunu da ihmal etmeyen yazar ibadetler ile Allah’a yakınlaşmanın önemini vurgulamaktadır. İbn Miskeveyh sevgi felsefesi ile bu bölümüne son vermektedir.

Eserin beşinci bölümü sevgi üzerine yoğunlaşmakta, sevginin türleri ve sebepleri bu bölümde açıklanmaktadır. İlahi sevgi, hükümdarın halkına sevgisi, toplumun birbirine sevgisi, filozofların sevgisi, salihlerin sevgisi gibi birçok sevgi türüne atıfta bulunan Miskeveyh bu bölümde en geniş kısmı dostluk için ayırmaktadır. Filozofların dostluk anlayışı ile temellendirdiği görüşlerini aktarmakta, dost edinmenin şartlarını ve dostu gözetmenin mahiyetini açıklamaktadır. Yazar böylece okuyucuya dostluğa verdiği önemi de göstermiş olmaktadır.

Yazar nefsin hastalıklarını ele aldığı altıncı bölüme nefsin tedavi yollarını, sağlığı korumak için alınacak nazari ve ameli önlemleri aktararak devam etmektedir. İbn Miskeveyh insanın şehvet ve öfke gücüne cevap verirken nasıl davranması gerektiğini bildirmekte, ayrıca iyi kötü ayrımı yapabilmek için nefis muhasebesi yapmak gerektiğini savunmaktadır.

Son bölüm olan yedinci bölümde ise İbn Miskeveyh’in ilk bölümde ele aldığı faziletlerin zıtları olan reziletlerin tedavisi hakkında bilgi verilmektedir. Miskeveyh yenileyerek ‘orta yol’ vurgusu yapmakta, hem faziletlerin hem reziletlerin en uç noktalarını oluşturan davranışları açıklamaya gitmektedir. Miskeveyh eserine son verirken üzüntünün tedavi yollarından bahsetmeyi de ihmal etmemekte ve insanın yegâne amacının gerçek mutluluğa ulaşmak olduğunu yinelemektedir.

Ahlakın müstakil bir tanımının dahi yapılamayacağı dünyamızda böylesi bir eser biz yeni nesillere yol gösterir niteliktedir. Zira hemen her ilmin belirli bir çerçevesinin çizildiği günümüzde ahlak ile ilgili bir çerçeve çizilmemekte, ahlaki kurallar ihmal edilmektedir. Her ne kadar kaybolan ahlaki değerlerimizin ardından üzüntülerimizi dile getirsek de değerlerimizi geri kazanma çabamızın olmayışı bizleri ahlaki buhranlara sürüklemektedir. İlk etapta ahlak ile ilgili bir kurallar bütünü oluşturmak ve ahlakı bir kalıba sokmak gereksiz bir çaba gibi görünse de insan nefsinin olgunlaşabilmesi için bu kurallara ihtiyaç duyabileceği akıldan çıkarılmamalıdır. İbn Miskeveyh kaleme aldığı eseriyle ahlak hususunda bizlerin yardımına koşmakta, en azından yitirdiğimiz değerlerimizi bizlere hatırlatmaktadır. Unutulmaması gereken en önemli husus insanın eşref-i mahlûkat oluşudur. Bu gerçek hatırlandıkça sanatların en şereflisi olan ahlak yaşatılacak ve “merdüm-i dîde-i ekvân olan âdem” “zübde-i âlem”** mertebesine tekrar kavuşacaktır.

İbn Miskeveyh (Ahmed Bin Muhammed Miskeveyh): 951 yılında İran’ın Rey şehrinde doğmuştur. Büveyhiler döneminin ünlü düşünürlerinden olup henüz genç yaşta iken Muizzüddevle’nin veziri Mühelebi’nin nedimi olmuş, vezirin vefatından sonra ise Rüknüddevle’nin veziri Ebü’l-Fazl İbnü’l Amid’in isteği üzerine vezirin kütüphanecisi ve defterdarı olarak görevine devam etmiştir. Her ilme ait 100 deve yükünden fazla eserin bulunduğu kütüphaneyi Horasanlıların istilası sırasında İbn Miskeveyh yağmadan kurtarmıştır. 985 yılına kadar sarayda çeşitli görevlere getirilen İbn Miskeveyh hakkında bu tarihten sonra çok malumat bulunmamakla birlikte 1030 yılında vefat ettiği bilinmektedir.

İlmî kişiliği ve eserleri dolayısıyla “el-muallimu’s salis” unvanı ile tanınan İbn Miskeveyh, devrinin en önemli ahlak düşünürlerindendir. Kaleme aldığı eserler incelendiğinde O’nun teorik bir ahlak düşünürü olmayıp, ahlaki açıdan ortaya koyduğu prensipleri bizzat hayatına geçirdiği de görülmektedir.

* Rezilet, nefsin kötü istekleri, manevi sahadan uzaklaştıran durum, hal, tavır ve davranışlardır. İnsan ruhunda etkili olan kuvvetlerin ifrat taraflarını ifade etmektedir.
** “Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”

                                                Şeyh Gâlib

Leave a Comment