Zaman ve Mekan Etrafında İletişimi Değerlendirmek

İlmi Etütler Derneği, 13 Şubat 2021 Cumartesi günü, İLEM Sunumları’nın 167.’sini gerçekleştirdi. Program kapsamında, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak görev yapmakta olan Dr. Eyüp Al’ı konuk etti. Sunumda, 2020 yılında tamamladığı “Zaman-Mekan Tecrübesinin İletişim Araçlarında Formel Dönüşümü” başlıklı doktora tezini özetleyen Eyüp Al; iletişim teorileri, estetik, medya sosyolojisi gibi alanlarda çalışmalarını sürdürmektedir. Programda da Eyüp Al daha çok çalıştığı konulara temas etmekle birlikte zaman-mekan tecrübesinin modern teknolojiyle nasıl bir dönüşüm geçirdiğine odaklanmıştır. Kitle iletişim araçlarının klasikten moderne geçiş sürecindeki etkisini bireysel ve toplumsal zaman-mekan tecrübesi üzerinden ele alması tezin amacıdır.

Eyüp Al öncelikle çalışmasında hangi teorik yaklaşımı benimsediğini paylaşmıştır. Paylaşımlarına göre Al, en temelde teknolojik determinist bir yaklaşımla tezini yazmış ve Marshalla MacLuhan, Neil Postman, J. Baudrillard ve Paul Virilio gibi teorisyenlerin eserlerinden yararlanmıştır. Teknolojik determinist bir yaklaşımla yazdığı tezinde Baudrillard’ın nesne merkezli yaklaşımını benimsenmiştir. Eserlerinden yararlandığı düşünürlerin hepsinin -bazı temel noktalarda farklı olmalarıyla birlikte- teknolojinin içeriğinden farklı olarak formunu sorunsallaştırmış olmalarıyla ön plana çıktığı bilinmektedir. Eyüp Al da düşünürleri bu yüzden özellikle belirtmiştir. Ancak sunumun devam eden kısımlarında; Walter Ong, David Harvey, Stephan Kern, Habermas gibi önemli çağdaş düşünürleri de zaman-mekan tecrübesinin yapısal dönüşümü bağlamında ele almıştır. Bu teorik çerçeveden yazılan tez: 

1. Kı̇tleselleşmeye daı̇r kuramsal bı̇r çerçeve,

2. Klası̇k ve modern dünyada zaman-mekan,

3. Sı̇nemada dı̇yalektı̇k zaman-mekan ı̇lı̇şkı̇sı̇

başlıklı üç ana bölümden oluşmuştur. Sunuma genel bir giriş yapıp temel teorik önermelerini zikrettikten sonra bölümlerin genel bir özetini sunmuştur. Daha sonra sunumu anlaşılır kılmak için güncel örneklere de değinmiştir.

Eyüp Al sunumunda öncelikle yazılı kültürden sözlü kültüre geçişin önemini vurgulamıştır. Bu konuda literatürdeki en önemli çalışmaları yapan Walter Ong’a atıf yaparak, sözlü kültürde bilginin ve iletişimin nasıl kaçınılmaz bir şekilde aynı zamansal ve mekansal tecrübeyi gerektirdiğini; bunun aksine yazılı kültürde bilginin zaman ve mekan ortaklığı gerektirmeden aktarılabilir olduğuna dikkat çekmiştir. Eyüp Al’a göre burada içerikten bağımsız olarak bizatihi, zamansal ve mekansal ortaklığı gerektirmemesi yazılı kültürde bilginin mahiyetini dönüştürmüştür. Bilgi artık zaman-mekanda dolaşabilen ve en önemlisi biriken bir mahiyete bürünmüştür. Bu durum elektronik aletlerin yaygınlaşmasıyla bambaşka bir boyut kazanmıştır. Tarihsel olarak matbaa, el yazmasından farklı olarak bilginin üretim ve dağıtımını mekanik bir sürece tabi tutmuş; böylece sadece bilginin üretimini ve yayılımını kolaylaştırmakla kalmamış aynı zamanda bilgiye, öğrenmeye dair tasavvuru da önemli ölçüde değiştirmiştir. Bilginin artık merkezi ve bir elde kontrol edilebilir olmaktan çıkması da yine matbaa sayesinde mümkün olmuştur. Matbaanın yaygınlaşması, bilgide her anlamda önemli bir dönüşüm demek olmuştur. Eyüp Al matbaaya dair bu değerlendirmelerin yanı sıra, makineyle kitapların basılmasını kapitalist seri üretim mantığının bir tezahürü olarak değerlendirdiğini belirtmiştir.

Eyüp Al’ın üzerinde durduğu bir diğer konu ise teknolojik ve toplumsal fenomen olan gazete “bilgiyi ilk defa anlık bir düzeye çekmiş olması” ve bilgiyi güncel tarihiyle sunması açısından insanlık tarihi açısından bir ilktir. Telgraf ise Eyüp Al’ın tezinin temel argümanları açısından son derece önemli bir teknolojik icattır. Zira telgrafa kadar kullanılan posta, insanların zaman ve mekanda hareket etme zorunluluğuyla mümkündü ve bununla sınırlıydı. Telgraf bu noktada haberleşmeyi zaman ve mekandan azade bir şekilde iletir, farklı şekilde ifadesiyle bir anlamda zaman-mekan kavramını aşar. Yine fotoğraf ve fotoğrafla birlikte açığa çıkan yeni zaman tecrübesi, Al’ın özellikle üzerinde durduğu konulardan biri olmuştur. Fotoğrafın sanatsal boyutunu kasten ihmal ettiğini ve daha çok formel yapısının zaman-mekan tecrübesine odaklanan Al’a göre fotoğraf, zamansızdır. Bir fotoğrafın ne zaman çekildiği, fotoğrafın mahiyeti açısından bile fark ifade etmez. Fotoğraf, zamanda anı dondurup onun biricikliğini aktarılabilir hale getirmesi, o anı nesneleştirmesi noktasında zaman-mekan tecrübesini ciddi şekilde dönüştürmüştür. Yani Eyüp Al’ın ifadesiyle, fotoğrafta “süre, bir zamansal derinlik, yoktur”.

Televizyon, Eyüp Al tarafından “post modern kültürün göstergesi” olarak değerlendirilmiş, özellikle canlı yayını sağlamasıyla aynı mekanda olmadan uzak coğrafyalardaki olayları gözle görerek, bir anlamda şahit olmamıza imkan tanımasının zaman mekan tecrübesi açısından önemine dikkat çekmiştir. Ayrıca televizyon, kültürel dönüşüme sebep olmakta ve post modern gösteri kültürünü de beslemektedir. Eyüp Al’ın sunuş biçiminde televizyon, post modern kültürün hem bir anlamda semptomu ve sonucu, hem de onu besleyen teknolojik bir form olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sunumun genel seyri yukarıda bazılarını zikrettiğimiz teknolojilerin zaman-mekan tecrübesini dönüştürmesinin ne anlama geldiği ve bunların sonuçlarının ortaya konması şeklinde devam etmiştir. Zaman tecrübesi modern teknolojilerle birlikte muhayyel bir geçmiş ve sürekli içinde yaşadığımız bir şimdide kalma şekline bürünür. Bu teknolojilerle iş gören modern insan sürekli şimdiki anda ve koşuşturmaca içinde yaşar. Gelecek beklenmemektedir, aksine dizayn edilip bir projeksiyona tabi tutulmaktadır. Gelecekten, kurtuluş veya farklılık beklenmemektedir, ona şimdiden dayatılan ve getirmesi beklenen gerçekliği doğurması bu anlamda yeterlidir. Kısaca bir anlamda gelecek, artık bugünde tahakkuk etmeye zorlanıyor ki Eyüp A’a göre bu, modern dönemle klasik dönem zaman tasavvuru arasındaki en önemli farklardandır. Geçmiş ise mevcudun haklı çıkarılması için, şimdi’nin imkan ile mutlaklaşması için kurulan ve istendiği zaman çağırılıp bu amaç için kullanılan bir “şeye” dönüşmektedir. Şimdinin aslında nasıl “gelişkin ve ileri” olduğunun delili olması geçmişten beklenmektedir. Bunun sonucunda geçmiş muhayyel, inşa edilebilir bir hüviyete bürünerek asli hakikatini kaybetme durumunda kalmaktadır.

Eyüp Al, tez boyunca bir kavram olarak mekanikleşme üzerinde durmuştur. Bu noktada özellikle mekanik saatin zaman idrak ve tecrübesi için önemine dikkat çekmiştir. Saatin toplumsal kullanımının artmasıyla birlikte hem bireysel hem de toplumsal anlamda zamanın geçişi yani tecrübe edilişi, doğal olanla -mesela güneşle- değil; mekanik saatle belirleniyor. Zaman ayrıca mekanize saatle birlikte artık bölünebilir, evrenselleştirilebilir ve nesneleştirilebilir özellik kazanmıştır. Bu yüzden de esasında insanların zamanlarına tahakküm mantığına dayanan kapitalist ideolojiyle ilişkili, onu besleyicidir. Zaman artık insanların doğayla ilişkileri sonucu ortaya çıkan öznel ve nitel bir deneyim olmaktan çıkıp; kapitalizm ve modern teknoloji tarafından kapitalizmin her yere yayılmasına hizmet eden nesnel ve nicel bir mahiyete bürünür.

Eyüp Al’a göre mekanda perspektif, zamanda saatin yaptığını yapar. Perspektifle birlikte mekan deneyimi bir başka duruş noktasına bağlanır. Ayrıca Eyüp A’a göre modern teknolojilerle birlikte mekanda bölünme ile ayrışma ve bu ayrışmalar arasında da sürekli bir geçişkenlik ortaya çıkar. Moderniteyle birlikte özel alan kamusal alan ayrımı belirginleşirken, diğer taraftan sözü edilen teknolojiler bu alanlardaki ayrımı bulanıklaştırır. Değindiği konuyla ilgili daha güncel örnekler veren Eyüp Al, modern iletişim teknolojilerinin kamusallığı özele ve özeli de kamusala nasıl taşıdığına dikkat çekmiştir. Kısaca özellikle günümüzde iç dış ayrımı kalkmakta, kapalı formun akışkanlaşmasına şahit olunmaktadır. Bu hem bireysel teknoloji kullanımlarında hem de çalışma dünyasında görülmektedir. Sunumda güncel, tezde olmayan örnekler vererek konuya açıklık getirmeye çalışmaktadır. Artık çoğu şirkette görülen cam ofis bu noktada özellikle zikredilmelidir.

Sermaye-mekan ilişkisi ve söz konusu ilişkinin modern teknolojiyle dönüşmesi de Eyüp Al’ın tezinde üzerinde durduğu konulardan biridir. Bu noktada özelde modern iletişim teknolojileri, genelde genel teknolojik durum sermaye için bir genişleme, zamanı ve mekanı aşma imkanı sunmaktadır. Artık bir şirketin menşeinin ABD olması, üretiminin büyük bir kısmının Bangladeş’te olması önünde engel değildir. Sonuç olarak ise sermaye-mekanı aşarak kârı maksimize etmektedir. Sennet ve Harvey gibi mekan-sermeye ilişkisini ele alan teorisyenlere atıfta bulunan Eyüp Al, modern iletişim araçlarının sermaye lehine bir zaman mekan aşımını beraberinde getirdiğine işaret etmiştir. Moderniteyle birlikte mekan, sürekliliğini yitirir. Parçalı ve “fragmante edilmiş mekan” insanın hem idrak düzeyinde hem de mekansal tecrübe noktasında bütünlük hissini kaybetmesine yol açar. Mekan, hızlıca geçilmesi gereken ve esasen geçilen bir engel olarak idrak edilir. Eyüp Al konuyla ilgili farklı örneklerle, yürüme ve araba örnekleriyle, teknolojinin mekan tecrübesini nasıl dönüştürdüğünü anlatır. Özellikle uçağın farklılığına vurgu yaparak aşılması gereken bir engel olarak mekan düşüncesinin teknolojik koşullarına dikkat çeker. Uçak; mekanı, bireyin tecrübesi açısından ortadan kaldıran onu yok eden bir teknoloji olarak ortaya çıkarken, söz gelimi telefon, mekanın aşılması durumunu bir gündelik hayat pratiği haline getirir.

Tezin son bölümü, sanatsal faaliyet olarak değil; zaman-mekan tecrübesini dönüştüren bir teknoloji olarak sinema üzerinedir. Tezin genelinde görülen teknolojik determinist yaklaşım sinemada da benimsenir. Filmler içeriklerinden bağımsız olarak zamanı kullanmaları ve izleyiciye deneyimlemeleri üzerinden değerlendirilir. Bu açıdan bakıldığında tezin temel argümanı, sinemanın tek gramer kipi tanıdığıdır: o da “şimdiki zaman”dır. Robbe Grillet’e atıf yapan Eyüp Al’a göre sinema “olaylar silsilesini” şimdi oluyormuşçasına yaşatmasıyla zaman-mekan tecrübesini dönüştürür. Sinema zamansal açıdan bir “sürekli şimdiki zamanı var eden ve bunu daima burada yapan” bir mahiyettedir. Filmin ne zaman yapıldığı, sinematografik özellikleri, mizanseni, anlatısı, konusu; izleyicinin ise yaşı, konumu cinsiyeti vb. bu noktada belirleyiciliğini yitirir. Eyüp A’a göre bu Godard gibi yönetmenlerin yabancılaştırıcı müdahalelerine rağmen değişmez. Kısaca, sinemanın içeriğine ve anlatım tarzına yapılan müdahaleler zaman mekan tecrübesinin “şimdi” merkezli dönüştüğü gerçeğini değiştirmez.

Eyüp Al, belirli film ve yönetmenlere referans vererek bizim zaman-mekan tecrübemizin sinemayla ilişkili olarak nasıl dönüştüğünü örnekler üzerinden anlattı. Bu noktada; Sergei Ayzenştayn, Quentin Tarantino, Andrey Tarkovski, Atıf Yılmaz gibi yönetmenlerden farklı filmler seçilmiştir. Tezinin bir sinema tezi olmadığını vurgulayan Al, burada film analizi yapmadığını; daha çok sinemanın yapısına işaret ettiğini belirterek filmi bu çerçevede analiz etmeye çalışmıştır. Örnek verilen filmler, Eyüp Al’ın bu dönüşümü anlatabilmesini sağlayacak şekilde bir anlamda “kullanılmıştır”. Söz gelimi, “şimdiliği” vurgulama noktasında Hızlı ve Öfkeli, hızlı kesmeler vasıtasıyla şimdiki zaman duygusunu kuvvetlendirir ve Eyüp Al’ın filmi seçmesindeki yegane sebep bunun nasıl olduğunu bu film üzerinden daha iyi anlatabilmesidir. Özellikle ana akım sinemalarda örnekteki gibi yapılmaktadır. Bahsi geçen yapısal özelliklerin yanı sıra, filmler kendi anlatıları çerçevesinde oluşturdukları zamanlarıyla ve gel-gitler üzerinden zamansal tecrübeyi değiştirirler. Dolayısıyla burada yapısal ve içerikten kaynaklı iki katmanlı bir dönüşüm meydana çıkmaktadır.

Sinemada mekan konusunda ise Eyüp Al sinemanın yaratıcı yıkım olarak değerlendirebileceğini belirtmiştir. Sinema “ne burada ne orada olmasıyla” zaman mekan tecrübesinin bilinen alışıldık formunda radikal dönüşümler yaptığı gibi bütün bir mekanı kendi dekoru olarak yeniden oluşturabilmesiyle de insanlık tarihi açısından bambaşka bir yerde durmaktadır. Eyüp Al, filmlerin mekanı kaçınılmaz olarak bir çerçevede sunduğunu belirterek mekanı merkeze alan filmlerin de bundan kaçamadığına işaret etmiştir. Dolayısıyla sinema her ne yaparsa yapsın mekanı kendisi için yaratmaktan ve onu bir çerçeveye sığdırmaktan kurtulamaz. Meseleyi farklı filmlerden örneklerle açıklayan Al, mekan tecrübesinin sinemayla formel bir dönüşüme tabi kalmak durumunda kaldığını belirterek sinema mekan ilişkisini de ortaya koymuştur.

Bütünlüklü ve ana tezden uzaklaşmayan sunum, katılımcıların sorularına Eyüp Al’ın verdiği cevaplarla ve ardında moderatör Gökhan Şener’in teşekkür konuşmasıyla nihayete ermiştir.

Sebih Oruç. 1994 Doğubeyazıt doğumludur. 2017 yılında Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı yıl Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yüksek lisansa başladı. 2018 yılında Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne araştırma görevlisi olarak atandı ve halen görevini sürdürmektedir. Post-truth kavramını merkeze alarak medya ve bilgi, doğruluk, gerçeklik gibi konuları işleyen tez çalışmasını 2020 yılında bitirmiştir. İlgi alanları medya sosyolojisi, teknoloji felsefesi ve sinemadır.

Leave a Comment