Şerif Mardin’in Türk Modernleşmesi Üzerine
Yazar: Ayşenur Höcük
Türk Modernleşmesi, ismine münhasır olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun son devirlerinden başlayarak genel olarak makalelerin ilk basıldığı 1950’li yıllara kadar geçen değişim, modernleşme ile ilişkilendirebileceğimiz bürokratik ve toplum düzeyindeki süreçlere yer vermektedir. Şerif Mardin’in kendi anlatımı dolayısıyla kitabı ilk okuduğumuzda yoğun bir literatür ve bilgi birikimiyle karşılaşırız.
Kitapta geçen her makalede birçok yerli yabancı kaynaktan konuyla ilgili zenginleştirici atıflar yer alır. Ayrıca yazar, konuyla ilgili atıf yaptığı romanlar ve şahsiyetlerden de örnekler verir. Örneğin yanlış Batılılaşmayı anlatmak için Bihruz Bey örneğini okuruz. Fakat, okur için burada ortaya çıkan bir sorun vardır: Şerif Mardin, makalelerini okuyucu kitlesini belirli sosyolojik ve tarihi birikimde olduğunu varsayarak kaleme almıştır. Bu nedenle, okuyucular olarak metni iyi anlayabilmek için bahsi geçen olaylar ve şahsiyetlerle ilgili okuma sürecinde müstakil küçük araştırmalar yapmak durumunda kalırız. Bu süreç okuma eylemini zenginleştirse de metnin bahsini ettiği konunun da anlaşılmasının kolay olmaması nedeniyle ayrıca bir okuma zorluğu hissettirmektedir.
Şerif Mardin
İstanbul’da doğan Mardin, Galatasaray Lisesinden mezun olduktan sonra Stanford ve Johns Hopkins Üniversiteleri’nde eğitim almış, Türk siyasi düşüncesi ve modernleşme üzerine önemli çalışmalar yapmıştır. Amerika’da da İslam Araştırmaları Merkezi’nin başkanlığını yapmıştır. 2011 yılında Emeritus statüsü verilmiştir. 90 yaşında Türkiye’de vefat etmiştir.
Şerif Mardin’in kitabını ana hatlar üzerinden incelediğimizde ilk kısımlarda Batıcılık bahsi ile karşılaşırız. Bu kısım, “Batıcılığın İlk Evreleri”, “II. Mahmud Dönemi ve Tanzimat’ın 1856 Islahat Fermanı”, “II. Abdülhamid Dönemi”, “II. Meşrutiyet Dönemi”, “Atatürk ve Batıcılık” ile “Atatürk’ün Ölümünden Sonra Batıcılığa Karşı Tepkiler” olarak alt başlıklarda işlenmiştir.
Genel olarak modernleşme sürecini hazırlayan olaylar ve girişimler hakkında tarihi malumatlar yer almaktadır. Bu kısımda aslında Osmanlı’nın son zamanlarda Batı’nın elinde bulunan güce ulaşmaya dair çabalarını görürüz. Halk nazarında, anayasal yahut saray ahalisi içerisinde meydana gelen ve gelmesi arzulanan değişimler bu yöndedir. Askerî yapılanmada değişiklikler, iktisad alanında yenileşmeler örnek olarak sunulabilir. Fakat karşımıza çıkan gerçek, Osmanlı toplumunun yüzyıllardır devam eden kendine özgü yapısı nedeniyle Batı modernleşmesini direkt, bir kopya suretiyle almasının mümkün olmamasıdır. Müslüman-Osmanlı-Türk kültüründe “kişi onuru ilahi varlığın karşısında ya da devlet cemaat karşısında davranış meşrulaştırıcısı olarak değerini yitirir. Batı’nın 18. yüzyıl düşüncesinin en genel çizgisinde böyle bir yitirilme söz konusu değildir.” (Mardin, 1991:18) Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı’yı yüzeysel taklitten öteye geçemeyişinin nedenlerine dair bir giriş yapılmaktadır.
Sonrasında gelen “Tanzimat’tan Sonra Aşırı Batılılaşma” mevzusunda aydın, soylu-zengin kesimler ve halk tabakaları arasındaki etkileri bakımından ele alınır. Bu kısımda ele alınan konular Osmanlı İmparatorluğu’nun modern dünyaya geçişindeki engellerin ve süreçlerin anlaşılması için oldukça önem arz etmektedir.
19. yüzyılın başlarında Osmanlı ve Batı temaslarında geri kalmışlığıyla sıfatlanan bir imparatorluk tablosu vardı. Genel kabulde, hatırı sayılır sayıda aydın tarafından bir suçlu ve kurban aramak üzerinden bu dönemin okuması yapıldı. Fakat, Şerif Mardin modernleşmiş Batı kapitalist toplum yapısı ile geleneksel Osmanlı toplumunun analizleri üzerinden gidilmesini teklif eder: “Osmanlı’da temel politik yapısı iki ana eksen üzerinde durur: statüye, kuvvete ve yönetmeye adanmış yöneticiler grubu ve yönetilen halk. Bu durum karşısında pazar kuvvetleri hiçbir zaman Batı Avrupa’daki gibi özerkliğe, kuvvet temeline ve meşrutiyete kavuşamadılar. Böylece, Batı’da medeni toplum adını alabilecek olan toplum katı Osmanlı İmparatorluğunda doğmamıştır.” (Mardin,1991:42)
Büyük zenginliklere erişme imkanı bulan yönetici sınıf içerisinde bile kapitalist anlayışın doğmayışı şaşırtıcıdır. Bu durum temel iktisadi anlayıştaki servetin sosyal fonksiyonuyla açıklanabilir. Örneğin yüksek makamlara yerleştirilen paşalar, geldikleri pozisyonun servetine erişirler. Görevden alınmaları ve ölümleri sonucunda servetleri yerlerine geçen kişilere devredilir. Temel olarak, bireylerin değil sosyal hiyerarşideki konumların mal varlıkları ve bu mallar üzerinde tasarruf hakları vardır. Bu durum kuvvet özerkliğin yayılmasının, özel mülkiyet hakkının ve serbest market oluşumunun önündeki yapısal engellerdir.
Diğer yandan, halkın örgütleniş biçiminde Şerif Mardin’e göre “bağları dini örgütlenme olan ve üzerinde devletin etki yaptığı cemaatçi bir yapının varlığından söz edilebilir.” (Mardin,1991:42) Marx’ın anlatımlarında kapitalist sistemin kuruluşuna imkan veren medeni (civil society) ile karşılaştırıldığında cemaatçi yapılanma; kişi ve devlet arasında bir konumda yer alır. Böylelikle medeni toplumdaki bireylerin yapması gerekenler cemaat tarafından üstlenilmiş olur. Sunulan karşılaştırmalarla birlikte Batı modernite anlayışının teknik boyutlardan ziyade ideolojik ve toplumsal konumu ön plana çıkar. Tanzimat dönemi aydınlarının aksine, modernleşme kendine özgü ideolojik ve sosyolojik değerler bütünü içerisinde var olabilir ve işlev görebilir. Görüleceği üzere, modernleşmeyle sosyal uzlaşma sürecinde kendi yapısal engellerine takılan Osmanlı toplumu yüzeysel bir taklitten öteye gidememiştir.
Araba Sevdası ile dillere düşen Bihruz Bey, yanlış Batılılaşma ve Batı taklitçiliği hususunda anılması gereken şahsiyetlerden biridir. Şerif Mardin’e göre Bihruz Bey simgesi ile üç ana eksende “Batılılaşma çabası, Batı uygarlığının maddi yönlerine tutkunluk ve bu hareketleri kötü ve günahkar olarak damgalayan bir halk kitlesi” (Mardin,1991:68) anlatılmak istenmektedir. Halk kitlesi çıkardıkları isyanlarla Batılılaşmaya karşı tepkisini büyük oranda göstermeye çalışmaktadır. Fakat, bu noktada yazar toplumda çıkan bu çarpışmaların kökeninde dini değerlerin ne ölçüde bulunduğunu sorgulatır.
“Cemaat seviyesinde Bihruz Bey sendromu, tutucu ve modern aleyhtarıdır. Bunun iki sebebi olduğunu gördük: bir kere değerleri modern değerlere karşıttır, sonra modernleşme cemaatte gerçek, elle tutulur külfetler yükler” (Mardin,1991:71) Ortaya çıkan ikinci kısım çoğu zaman hesaba katılmaktan uzak durulan taraftır. Genellikle Osmanlı halkının dini vecibeleri nedeniyle Batılılaşmaya karşı olduğunu düşünürken, modernleşmenin getireceği külfetlerin halkta oluşturacağı tepki göz ardı edilir. Kendi halinde yaşayıp giden bir halktan medeni toplum inşası sürecinde modernleşme araçları için daha fazla vergi alınması, görünümsel değişiklik ihtiyacı ve bununla birlikte gelen yeni tüketim kültürü karşıtlık için sayılabilir örnekler arasındadır.
Batıcılık fikrinin inşası ve moderniteye tavır alış bakımından Osmanlı’da çıkan diğer etkili faktörlerden biri de 19.yüzyılda düşünce akımları olmuştur. Matbaanın gelişi, basılan kitaplar, gazetecilik faaliyetleri gibi olaylar Batı ile Osmanlı arasındaki temasları yakınlaştırmış ve temelden gelen bir kavramının karşılaştırılma zeminini sunmuştur: Hürriyet. Özgürlükçü bir anlayış çevresinde yeni fikir akımlarının ortaya çıkması ve halk üzerindeki etkisi kaçınılmaz olmuştur. “Yeni Osmanlılar, İslamcılık, Milliyetçilik, Jön Türkler, İttihat ve Terakki” grupları kendilerine has analizler ve sundukları çözümlerle Osmanlı’nın son zamanlarına ve yeni gelecek cumhuriyet hareketlerine farklı oranlarda yön vermişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun sona ermesinin ardından yeni doğan Türkiye üzerinden modernitenin devam ettirilme ve ana merkezde “yüksek medeniyetler seviyesine” ulaşma gayesi vardır. Türkiye yönetimi Osmanlı hükûmetine kıyasla halk üzerinde modern adımlar konusunda daha çok söz sahibi ve doğal olarak kurucu görevindedir. Örneğin eğitim kurumlarında medrese usulü bırakılıp yerine milli eğitim sisteminin kurulmasıyla cumhuriyetin ideolojik anlayışı aşılanmak istenmiştir. Böylelikle, halkın en küçük birimlerinden başlayarak anlayış açısından standart ve modern bir toplumun kuruluşu amaçlanmıştır. Diğer yandan Türk tarihine dair milliyetçi araştırmalar, diğer Türk milliyetleriyle bağ kurma çabaları ve dilde sadeleştirme ülkenin gidişatına ulusal bir kimlik tayin etmiştir. Ayrıca dilde sadeleşme ile Osmanlı’da var olagelen “büyük-küçük gelenek”, “payitaht-taşra” ayrımına, birbirlerini dışlayan ikiliklere son verilmek istenmiştir.
Sonuç olarak Şerif Mardin, Türk Modernleşme sürecini II. Mahmut Dönemi, Tanzimat Fermanı’nın ilanından başlatarak cumhuriyet rejiminde çok partili dönem, sağ sol kavgalarına kadar getirmektedir. Tarihsel perspektif haricinde, yazarın olaylara sistematik, objektif bir açıdan analizler sunduğunu söyleyebiliriz. Ele aldığı gerek yerli gerek yabancı kaynaklar gerekse döneme ait birincil elden kaynaklar sürecin farklı açılardan nasıl anlaşıldığına dair de bütüncül bir kaynak çizmektedir.
Kitabın değerlendirmesi eleştirel bir gözle yapılacak olursa, uzun tarihsel süreçte yaşanan gelişmelerle “modernleşme” kavramının “Türk modernleşmesi” şeklinde sıfatlandırma yapılmasının ne kadar uyumlu olduğu tartışılabilir. Modernleşme özü itibari ile nedir, özünden bağımsız getirilen yerlere de bu ismi verebilir miyiz, Türk toplumu kendi modernleşmesini kendine has meziyetlerle kendi kurmuş mudur ki buna Türk modernleşmesi diyebiliriz gibi sorulara kitapta aralık bırakılmıştır.
Diğer yandan, Şerif Mardin’in Osmanlı halkının değerlendirmesinde pragmatik anlayışının etkisi göze çarpmaktadır. Bu konudaki bahsedilen görüşlerine katılmamakla birlikte Osmanlı halkı, etnik değerleri, İslami kimlikleri kısmen göz ardı edilerek daha çok çıkarcı, materyalist olarak ele alınmıştır. Sosyopsikolojik bağlamının genişletilmiş olmasının kitaba daha zengin bir değer sunabileceği düşüncesindeyim. Yazar, kitap bütününde, anlatımında, yerel halkla ilişkisinde araya koyduğu mesafe yer yer hissedilmiştir. Fakat, bunlara rağmen kendi alanında okunması gereken, çok kıymetli bir eser olduğu açık şekilde ortadadır.
Boğaziçi üniversitesi Sosyoloji Bölümü 3.sınıf, İlem I. Kademe öğrencisidir. Kültür, sanat ve sosyal bilimlerle ilgilenmeyi sevmektedir. Hobi olarak fotoğraf çekmekte ve piyano çalmaktadır.