Havasını soluduğumuz şu zamanlar, bireysel hayat döngümüzün hibritleştiği, online ve gerçek dünyanın iç içe geçtiği bir dönem. Pandemiden sonra dijitale dönüşümün hayatımıza birçok alanda kolaylıklar getirdiğinin farkına vardık. “Eskiden daha güzeldi” demenin bir faydası olmadığını fark ettiğimizde, içinde bulunduğumuz şartları daha iyiye dönüştürebilme, sanalı kendimize avantaj olarak sunma şansını yakalamış olduk.
Tam da sanal aleme evrildiğimiz süreçte çıkardığımız derginin bir yılı biterken dijital şartları yeni yılımızda nasıl daha iyi kullanabiliriz sorusuna cevap aradık. Sekiz arkadaş, gönül coğrafyalarımıza dalıp çıkarken, belki okuyucularımıza keşfedilmemiş bir kıta sunarız hissiyatıyla; sosyal medyada, bloglarda karşımıza çıkan uzun yazılardan sıkılan okurlarımızla eğlenceli beraberliğimizi devam ettirmek istedik.
Dergimizin ikinci yılında da “zaman kavramı beşerin en kıymetlisi” görüşümüzü devam ettiriyoruz. Bu nedenle biz de vakitleri israf etmeden kısa ve öz şeyler ortaya çıkaralım, toplu taşıma kullanırken okuyalım, izleyelim, kahve içerken müzik dinleyelim, dergilerle tanışalım, beğendiğimiz sayfaları paylaşalım, gitmeye üşenmediğimiz yerleri anlatalım istedik ve hazırlıklara yeni yılda da devam ettik.
Kitaplıklarımızın başına geçip kitaplarımızı taradık, film listelerimizi açtık filmlerimizi yeniden karıştırdık. Müziklerimizi tekrardan dinledik, unutamadığımız parçaları seçtik. Sosyal medyalarımızı, bağlantılarımızı kontrol ettik, paylaşıma açmak istediklerimizi not aldık. Gitmeyi çok sevdiğimiz, manzarasına doyamadığımız sakin ve güzel yerleri gezdik. Tüm bunların her birini yazıya dökmeye devam etmeye karar verdik
Yeni dönemde hangi başlıkları eklemeliyiz? Sorusuna; klasikten uzak, şahsına münhasır yazılar ortaya çıkarmak istediğimiz konuları seçme konusunda ortak bir karara vararak işe koyulduk. Şimdilerde biz, ayda bir düzenli formatımız ile okurumuza yeni keşifler sunmak için içeriklerimizi bir araya getirmeye ilk günkü heyecanımızla devam ediyoruz. Önünüze gelen dergi çalışmamızın işleyiş mekanizması bu şekilde güncellendi. Geriye kalan tek şey sayfayı ilerletip ikinci yılımıza ait yeni içeriklerimizle tanışmanız.
Güzel vakit geçirmeniz ve faydalanmanız dileğiyle, Değerli Okurlarımız…
Editör İşleri: Elif Yavuz
Kendi Halinde Yazarlar: Ayşegül Eroğlu, Ayşegül Taşalan, Betül Ellialtıoğlu, Elif Yavuz, Fatma Zehra Hamarat, Gülbahar Sebetci, Hatice Uysal, Kevser Betül Kurar
Bir Yufka Yürekli - Fyodor Dostoyevski
İnsan psikolojisi üzerine yazılmış kitapları sevenlere bir önerimiz var: Fyodor Dostoyevski’nin yazarlığının ilk yıllarında yazmış olduğu “Bir Yufka Yürekli” adlı hikayesi.
1848 yılında yayımlanan bu kitabın Türkçe ilk basımı 1994 yılında Varlık Yayınlarından çıkmıştır. Günümüzde ise İş Bankası Yayınları – Hasan Ali Yücel Klasikleri serisinde Beyaz Geceler romanının peşi sıra yer almaktadır.
Yazar, çok yakın iki erkek arkadaş olan Arkady ve Vaska’nın hayatlarının Vaska ile Lizanka nişanlanınca nasıl değiştiğini anlatıyor. Vaska’nın; bu aşk sarhoşluğu içine hem ev arkadaşı hem de adeta diğer yarısı olan dostu Arkady’i çekmesi ve tatlı telaşlar içindeyken fazlaca minnet duygusu beslediği patronunun ona verdiği bir yazı işini aksatması ile hikayede psikanaliz bombasının piminin çekildiğini görüyoruz. Bir aşk, bir dostluk, bir patron ve bir iş ekseninde gelişen hikayede, zamanında yapılmayan işlerin itirafçısı olamamakla birlikte bu sorumluluğu yükleyen kişiye duyulan sevgi minnetin altında ezilmenin sonunda deliliğe evrildiği katmanlı bir yolculuk sizleri bekliyor.
Okurken “Acaba sonraki sayfada neler oluyor, bu adam neden böyle davranıyor, Bu da ne oluyor şimdi…?” tarzında sorularla boğuşacağınızı tahmin ediyoruz. İlk defa Dostoyevski okuyacaklara çarpılmamalarını, öncesinde Suç ve Ceza‘yı okuyanlara ise oradaki kadar iyi bir kurgu ve olay akışı beklememelerini tavsiye ediyoruz.
Dipnot: “Dünya hassas kalpler için bir cehennemdir.”
Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler - Rasim Özdenören
Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı (TGA)
15 Temmuz 2019 tarihinde kurulan Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı (TGA), Türkiye’nin iç ve dış turizm pazarında bir marka ve cazibe merkezi haline gelmesi için çalışmalar yapmaktadır. Kurulan bu Ajans, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca belirlenen Türkiye’nin turizm hedeflerine ulaşması, mevcut turizm olanaklarının dünya çapında tanıtılması için çeşitli projeler yürütmektedir. Sitenin aktif faaliyetlerinden biri de Türkiye’deki güzellikler üzerine çıkardığı çeşitli e-dergilerdir. Çıkarılan bu e-dergiler Türkiye’de gezilebilecek farklı yerler, birbirinden güzel Türk mutfağı yemekleri, tarihi yapılar gibi konuları ele alarak turizm tanıtımı yapma amaçlıdır. TGA tarafından ücretsiz bir şekilde okura sunulan bu renkli dergilere TGA’nın sitesinden ulaşabilirsiniz.
İki Şafak Arasında
Senaryosunu Selman Nacar’ın yazdığı “İki Şafak Arasında” 2021 yılında vizyona girmiştir. Film vizyona girdiği ilk yıl 3 Altın Portakal ödülüne layık görülmüştür.
Babasının tekstil fabrikasında çalışan Kadir’in iş yerinde tam da evliliğinin arefesinde büyük bir kaza meydana gelir. Babasının yönlendirmesiyle fabrikanın avukatı, Kadir’in abisi ve Kadir, yaşam kalım mücadelesi veren işçinin ailesi ile olayın iş ihmali kapsamında hukuki olarak cezai büyük bir getirisinin olmaması için uzlaşmaya çalışırken Kadir ondan gizlenen gerçekle sarsılır ve vicdanıyla sınanarak kendisini içinden çıkılmaz bir durumda bulur. Selman Nacar’ın ilk uzun metraj filmi olan “İki Şafak Arasında” hiç de ilk olduğunu hissettirmeyen oldukça niteliki bir yapım. Film, son dönemin güncel sorunlarına temas eden usta işlerden biri olma niteliği taşıyor.
Masum
Bir diziyi ya da filmi izlerken genellikle ilk yaptığımız şeylerden biri kimin masum kimin kötü niyetli olduğunu anlamaya çalışmaktır. Hikayelerin çoğu bunu açıkça belli ederek izleyiciyi karakteri anlama çabasından kurtarır ve hikaye temelini daha düz bir zemin üzerine inşa eder. Lakin bazı hikayeler, karakterleri ne iyi ne de kötü şeklinde tanımlamamıza izin vererek gri bir alan açarlar.
Berkun Oya’nın 2017 yapımı “Masum” isimli dizisi de tam da sözünü ettiğimiz gri alandaki karakterlerle dolu hikayelerden biridir. Dizi karakterlerini Haluk Bilginer, Nur Sürer, Ali Atay, Tülin Özen gibi birçok ünlü isim canlandırmaktadır.
Selahattin isimli bir polisin yakın arkadaşının gizemli ölümünü araştırmak için gizlice olayı soruşturmasını konu alan dizide aslında her karakterin kendi hikayesine göre yaptıkları da tutarlıdır. Bu yüzden hikaye kesin hükümlere varmamıza izin vermeyerek bizi masumluk üzerine düşünmeye de teşvik eder. Toplam 8 bölümden oluşan diziyi pek çok dijital platformda bulmak da mümkün. Özellikle polisiye/gizem kategorisinde içerik izlemeyi sevenlere tavsiyemizdir.
Lamı Cimi (ل)(ج) Yok
Günlük hayatımızda sıkça kullandığımız veya duyduğumuz deyimlerden biridir. Mesela bir arkadaşımıza okumuş olduğumuz kitaptan bahsederken “lamı cimi yok, güzel kitap” şeklinde kullanabiliriz. Günlük konuşmalarımız arasında bir mesele ile ilgili olduğu zaman da aynı şekilde “lamı cimi yok konu gayet net ve açık” demek isteriz. Peki asıl soru şu: Nereden geliyor bu deyim? Anlamı ne?
Doğu Edebiyat Kültürü’nde eskiden eserler okunurken okunan kısmın kenarlarına anlaşılmayan konularda notlar alınırmış. Arapça’da sual kelimesinin kısaltması olarak son harfi olan Lam (ل) harfi, cevap kelimesinin kısaltması olarak da ilk harfi olan Cim (ج) harfi yazılırmış.
Doğu Edebiyat Kültürü’nde sözcüklerin kısaltması olarak ilk harfini veya son harfini kullanmak bir gelenektir. Bir metinde not alınmış lam ve cim yok ise metin gayet anlaşılır, tartışma yok anlamına gelmektedir.
Kravat
Kravat kelimesi Türkçemize Fransızca “cravate” (Hırvat) sözcüğünden geçmiştir. Aslında ilk olarak “boyun bağı” denilmiş ama kullanırken kravat sözcüğü daha çok tercih edilmiştir.
Otuz Yıl Savaşlarında Fransız ordusunun içerisinde yer alan Hırvatistanlı askerlerin anneleri, eşleri, sevgilileri onlara kendilerinden bir hatıra bırakmak ve bu kravatların onları koruyacağına inanmak istemişler. Fransız ordusunun içerisinde Hırvatistanlı askerler bu şekilde diğerlerinden kolaylıkla ayırt edilebilirmiş. Sonrasında kravat Fransız modacıların eliyle aksesuar kategorisine alınmış bile. Bu aksesuara günümüzde, ülkeden ülkeye, mekandan mekana, zamandan zamana farklı anlamlar yüklenilmektedir.
Biz meselenin esas noktasına geri dönelim mi? Bu durum aklımıza, Türk askeri Kınalı Ali’yi getirmeli. Anası oğlunun boynuna bir eşarp bağlamamıştı. Ama parmağına kına yakmıştı. Hırvatistanlı eşler “beni hatırlasın ve onu korusun” diye kendilerinden bir parça vermek istediler. Ali’nin annesi de “Allah’a kurban olsun” diye oğluna kına yaktı. Şayet annesi şehit olmasına razı olmasaydı bağlardı boynuna bir eşarbını. Ama onun dini İslam’dı. Ahmet’ler, Ali’ler, Mehmet’ler söz konusu bayrak olursa nasıl koşsundu cephede boynunda eşarpla? Çünkü asker olmak bizde şehitliğe niyet etmek demekti. En azından gazi olabilmeyi ümit etmekti. Vatan uğruna anadan, yardan, serden geçmekti. Zannımca kravat, Türk askerine gerçekten boyun bağı olurdu.
Beyoğlu Kültür Yolu Festivali
Beyoğlu Kültür Yolu Festivalinde konserlerden sergilere, tiyatrodan opera ve bale gösterilerine, söyleşilerden atölyelere kadar binlerce etkinlik sizi bekliyor.
Dünyanın en kapsamlı kültür sanat projelerinden biri olan Türkiye Kültür Yolu Festivalleri, her yıl Türkiyenin farklı şehirlerinde yapılarak kültürel değerlerin mimarlık, tarih, kültür ve sanat yoluyla zihinlere aktarmanın yanında şehirlere marka etkinlikler de kazandırmaktadır.
İstanbul’da ise 2021 yılından bu yana yoğun ilgi gören Festival 15 Ekime kadar Beyoğlu’nun renkli sokaklarında çeşitli programlara ev sahipliği yapacak.
Beyoğlu Kültür Yolu Festivali Etkinliklerini indirmek için link adresine tıklayabilirsiniz.
https://storage.googleapis.com/kultur-yolu-prod/schedules/2023/9/30/Beyoglu_Z_Brosur_FINAL_compressed-4062ce97-e909-43b9-9d66-18e9461ddd98.pdf
14. Uluslararası Dergi Günleri
Asım Gültekin ve Abdullah Zerrar’ın “Biz tıpkı kitap fuarı olduğu gibi bir dergi fuarı yapabilir miyiz?” teklifiyle Kızlarağası Medresesi’nde küçük tezgâhlar üzerinde başlayan, 2010 yılından beri devam eden uzun soluklu dergi fuarı bu yıl “Okul Dergiciliği” temasıyla 12-15 Ekim tarihlerinde tarihi Sirkeci Tren Garı’nda olacak.
Okul yıllarınızdaki fanzinleri, okul dergilerini anımsayacağınız ve genç kalemlerin elinden çıkan birçok dergiyle tanışacağınız fuarda ulusal ve uluslararası dergiler, online dergiler, kurum ve kuruluşların kültürel yayın yapan dergilerine de yer verilecek.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü Tiyatrosu
Dönüşüm, cereyan ettiği dönemin insanlarına biraz da arada kalmışlıklar yaşatır. Bu bocalamaların içinde anlamı ararken, kendilerini sadece birtakım tutarsızlıkların ortasında mı bulurlar? Yoksa yana yakıla çözüm ararken inşa ettikleri kurumlarla farkında bile olmadan tutarsızlıklar mı üretirler?
Hayri İrdal, bir çöküş mü yoksa devam mı olduğu üzerinde hala konuşulan modernleşme döneminin insanı. O dönemin ruhunu Tanpınar’ın kaleminden Hayri İrdal’ın anlatımıyla yıllardır okuyoruz. Her yaşta biraz daha farklı bakarak, daha önce idrak edemediğimiz yeni noktalara tesadüf ederek.
Bu kez sizleri Serdar Biliş ’in yönetmenliğinde Serkan Keskin’in kitaptaki karakterleri tek bir bedende sahnelediği “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” oyununu izlemeye davet ediyoruz.
Oyun Tarihleri
- 8-9 Ekim 20.00 Zorlu PSM Turkcell Sahnesi
- 9 Kasım 20.00 Selçuklu Kongre Merkezi- Anadolu Oditoryum
Gök Medrese - Sivas
İsmini; üzerindeki çinilerin firuze tonlarından alan bu yapı Sahibiyye Medresesi veyahut Mavi Medrese olarak da bilinir. Selçuklu döneminde yaptığı ve yaptırdığı çeşitli mimari eserlerle bilinen Sahip Ata Fahreddin yine dönemin en iyi resim sanatçısı ve tasvircisi sayılan Mimar Kaluyan-ı Konevi ile birlikte çalışmıştır. Mimarın resim sanatında övülmesini Gök Medrese’nin çini tezyinatındaki ahenk ve ölçü haklı göstermektedir. Mimar, kendine has üslubu yanında İlhanlı döneminin mimari anlayışını da yapıya yansıtmıştır. Kalker mermerler ve tuğla üzerine yapılan çeşitli hayvan figürleri ve bitkiler bu harmanlanmış mimari zevki, gözler önüne sermektedir.
Evliya Çelebi bu medreseden bahsederken Kızıl Medrese adını kullanmakta ve şöyle demektedir: “Kızıl Medrese denilen şaşılacak bir medrese vardır ki İslam diyarında öyle bir ilim yuvası ne yapılmıştır ve ne de görülecektir. Timur orayı gördüğünde hayrette kalarak şaşkınlıkla seyretmiştir. Kale kapısı gibi yüce bir kapısı vardır ki gören adamın aklı başından gider. Üstad, bu kapının sağ ve solundaki yüksek eşiklerde Allah’ın kudretiyle yarattığı çiçeklerin şekillerini öyle nakşetmiştir ki gören, ibretli bukalemun sihri zanneder” (Uzunçarşılı ve Nafiz, 1992).
Çifte minare ilk olarak bu yapı üzerinde görüldüğü gibi taç kapının solunda yer alan çeşmede Selçuklu Dönemi’nin ilk çeşmesi olarak bilinmektedir. Medrese, içinde birçok yeniliği ve ilki de bu şekilde barındırıyor.
Selçuklu döneminde İslami ilimlerin verildiği bu eğitimhanede yirmi yatılı öğrenci bulunurdu. Bekar öğretmen ve öğrenciler yatılı kalırken, evli öğrencilerin haftanın beş günü eve gitme izni vardı. En iyi beş öğrenci ders dışı vakitlerde diğer öğrencilere yardım ederlerdi. Salı ve Cuma günleri hariç haftanın kalan günleri dersler devam ederdi. Dersler sabah dersleri ve ikindi dersleri şeklinde iki vakit namazlarının peşisıra görülürdü. Recep, Şaban, Ramazan ayları ise medrese tatil edilirdi.
1824 ve 1904 yılında onarılan yapı, Cumhuriyet’in ilanından sonra 1926 yılında Sivas Müzesi’ne dönüştürülmüş ve bu durum 1967 yılına kadar devam etmiştir. Bir dönem İmam Hatip Okulu olarak işlev gören ve günümüzde restorasyon halinde olan Gök Medrese’nin İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi olarak işlev görmesi planlanmaktadır.
Arif Paşa Apartmanı - Bohem's Kafe
Bohem’s Kafe, 1902 yılında yapımı tamamlanmış olan Recaizade Arif Paşa Apartmanı’nda hizmet veriyor.
Recaizade Arif Paşa Apartmanı; avlusu olan ilk, Osmanlı döneminde elektrik ile aydınlatılan ikinci apartman ve asansörü olan ilk apartmanlardan biri olmak bakımından tarihi önem taşıyor.
Onu özgün kılan bir diğer özellik ise, Recaizade Arif Paşa’nın beşinci kuşak torunlarının herhangi bir restorasyon çalışmasını istemiyor olması sebebiyle yapıldığı günden bugüne hiç restore edilmemiş olması.
Kendi yapısını ilk günkü gibi koruyan apartmanda yıllarca önemli isimler ikamet etmiş. Bu isimler arasında Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür, Cem Kınay ve yapımcı Elif Dağdeviren var. Adalet Ağaoğlu’nun torunu hala aynı dairede ikamet etmeye devam ediyor.
Pınar Kür’ün, apartmanın avlusunun tam ortasında bulunan ve kafenin penceresinden de görünen ıhlamur ağacından esinlenerek “Bir Deli Ağaç” öyküsünü yazdığı söylenmektedir.
Kafenin dekorasyonu el emeğiyle yapılmış ve tarihi objelerle doldurulmuş. Özellikle M.Ö. 4. yüzyıldan kalma bir Fenike amfora replikası, Yemen’de yapılmış bir kahve öğütücü ve Çanakkale Savaşı’nda kullanılan bir mermi sandığı gibi objeler burada sergileniyor.
Bohems yaşam tarzını yansıtan mekanda hafif tütsü kokusuna eşlik eden kahverengi, bakır ve yeşilin farklı tonları göze çarpmakta.
İki katlı kafe küçük olmasına rağmen neredeyse her zaman sakinliğini koruyan, birkaç müdavimine hizmet veren nezih bir kafe olma özelliğini koruyor.
Son olarak el yapımı kruvasanlarının ve elmalı turtanın yanı sıra mekâna özgü kahve çeşitleri de mevcut. Böğürtlenli kahveyi özellikle tavsiye ederiz. (Fotoğraflar: Hatice Uysal )
İnönü mah. Elmadağ cad. Arif Paşa Apt. No.10B Harbiye Elmadağ, 34360 Şişli/İstanbul
Başka Bir Evrende En Güzel Halinle...
Sizlere olduğunuzdan farklı bir yerde farklı hayatlar yaşayan pek çok versiyonunuz olduğunu söylesek ne dersiniz? Ne kadar çılgınca gelse de kuantum fiziğinin ilginç dünyasında bu mümkün. Bu durumu fizikteki birkaç deneyle açıklamaya çalışacağız.
İlk başlarda ışığın parçacıklardan mı yoksa dalgalardan mı oluştuğunu anlamak amacıyla yapılan “Çift Yarık Deneyi” yıllar sonra bir atom altı parçacık olan elektronlarla denenmişti. Elektronlar bir bilye gibi önlerindeki yarıktan geçip karşısındaki levhada tek bir çizgi oluşturmuş yani parçacık tabiatına uygun davranmıştı. Ancak önlerine iki yarık açıldığında yarıklardan geçtikten sonra karşı levhada dalga kesişim modeli oluşturdukları gözlenmişti.
İşin tuhaf yanı ise bu süreci anlamak için bir kamera yerleştirildiğinde elektronlar iki yarıktan geçerken tekrar parçacık gibi davranıp karşı levhada iki çizgi oluşturmuştu. Fizikte bu duruma “Dalga fonksiyonunun çökmesi” denmişti. İşte kuantum evreninin büyüsü bu noktada devreye giriyor. Aslında elektronlar ister tek tek ister toplu olarak bir huzme şeklinde atılsın gözlemlenmediği sürece aynı anda iki yarıktan da geçerek kendi kendisi ile kesişiyor ve karşı levhada tıpkı dalgalarda olduğu gibi bir model oluşturuyor. Bu durum “Süperpozisyon” olarak adlandırılıyor. İşin içerisine bir ölçüm yani bakan bir göz dahil olduğunda ise bu süperpozisyon tek bir pozisyona iniyor ve elektron tek bir yol seçip, tek bir yarıktan, tek bir madde halinde geçiyor. Yaptığınız bir gözlem ile her zaman her yerde her şekilde olabilme ihtimalini teke indirmiş oluyorsunuz.
Bu tezi destekleyen diğer bir deney ise “Schrödinger’in Kedisi” adıyla bilinen bir düşünce deneyidir. Kedinizi içini göremediğiniz kapalı bir kutuya koyduğunuzu düşünün, kutunun içinde de kapağı pedala bağlı zehirli bir gaz şişesi olduğunu… Kedi %50 olasılıkla pedala basıp şişe içerisindeki gazı serbest bırakacak ve ölecektir, %50 olasılıkla ise pedala basmayacak ve yaşamaya devam edecektir. Siz kutuyu açıp durumu görene kadar kedi süperpozisyon halinde kalmaya devam eder. Yani hem yaşıyordur hem ölü; kutuyu açıp kedinin durumuna baktığınızda ise bu ikili pozisyon teke iner, kedi ya yaşıyordur ya ölü!
Bu noktada anahtar kavramımız “bilinç” olacak. Elektronların bir gözlem/ölçüm varken tek pozisyon seçmesini ve o pozisyonun tabiatına uygun davranmasını sağlayan unsur ya da “Kuantum Dolanıklığı” ilkesinde parçacıkların birbirinden çok uzakta olmasına rağmen birbirleriyle haberleşip tek bir parçacıkmış gibi davranmalarındaki gizem de budur.
Bilim adamları bu deneyler üzerine pek çok yorum getirmiş, kendilerince durumu açıklamaya çalışmışlar. (Bkz. Everett yorumu, Kopenhag yorumu) Bizler de bu noktadan sonra işin edebiyat yani hayal dünyası kısmının yorumunu yazacağız. Hiçbir anı daha önceden de yaşamış olduğunuz hissine kapıldığınız oldu mu? Ya da ölümcül bir hastalığı olduğunu öğrenene kadar çok sağlıklı bir hayat yaşarken teşhis aldıktan sonra bir anda çöken insanlara dikkat ettiniz mi?
Sabah uyandığınızda okula gitmeyi siz seçtiniz, yorulduğunuzda kahve içmeyi de, serinlemek için havuza atlamayı da… Ama başka bir boyutta bilinciniz okul yerine evde pineklemeyi, kahve yerine çay içmeyi tercih etti, üstelik bir de su fobiniz var! Belki dejavu dediğimiz şey diğer versiyonunuzun şimdi yaşamış olduğunuz anı daha önceden deneyimlemiş olmasıdır. Ya da sizi ölüm psikolojisine sokup çökerten şey, teşhis edilmiş yani gözlemlenmiş ve ölümcül olduğu kabul edilmiş bir hastalığınızın olmasıdır. Şunu sakın unutmayın: Siz var olduğunu tespit edip ihtimalleri eritene kadar atomlardan oluşan her şey gibi süperpozisyondasınız. Hem çok sağlıklı hem çok hasta hem zengin, hem fakir hem kendi yağında, hem doktor hem çiftçi, belki de işsiz…
Bilinçli seçimleriniz ne olursa olsun her pozisyonda çok mutlu olmanız dileğiyle. Başka bir evrende görüşmek üzere!
Bilyalı / Tahta Araba
Bilyalı, bilinen bir diğer adıyla tahta araba, eğimin daha fazla olduğu Karadeniz sokaklarında eğlence aracı olarak keşfedildiğini söyleyebiliriz.. Bu çılgın fikirli araç üç adet rulman ve bir tahtadan yapılmaktadır. Tabi bu isteğe ve imkanlara göre geliştirilebilir. Bu tahta arabayı kullanmak için ihtiyacınız olan şey dik bir yokuş ve biraz da cesarettir.
Çocukluğumun en neşeli günlerini anımsıyorum. Hafta sonu tatillerinde büyük bir mutlulukla köyün yolunu tuttuğumuz günleri. Henüz sabah kahvaltısı yapmadan dışarı çıkıp oyun oynamaya başlardık. Arkadaşlarımızdan birinin bir bilyalısı vardı. Bizim yokuştan aşağı sırayla kayardık. Kimi zaman da yarışlar yapardık. Bilyalı şimdilerin akülü arabası gibi bir şeydi bizim için. Bugünlerde de insanlar hala bu tahta araba ile eğleniyorlar. Siz buna ister nostalji deyin ister anıların yeniden canlandırılması.
Hız yapmayı seviyorsanız ve kendinize güveniyorsanız bu eğlenceyi tecrübe etmenizi tavsiye ederiz.
Roger Garaudy
Roger Garaudy, 17 Temmuz 1913’ te Marsilya’ da dünyaya gelmiştir.
Ailesinin herhangi bir inanca sahip olmamasına karşın Roger, on dört yaşında Hristiyanlığı kabul etmiştir. Öğrencilik hayatı boyunca felsefe ve siyaset ile yakından ilgilenen Garaudy, 1933 yılında Fransız Komünist Partisi’nin gençlik kollarına katılmış ve otuz yedi yıl boyunca bu partinin kademelerinde çalışmıştır.
Fransız Hükümeti’nin Hitler’le anlaşmasını protesto eden bildiriler hazırlaması sebebiyle Cezayir’e sürgün kampına gönderilmiş ve burada otuz üç ay hapis ve kamp hayatı yaşamıştır. Burada bulunan kamp subayının emirlerine karşı geldiği için onu kurşuna dizmeye karar vermişlerdir. Ancak Müslüman askerlerin itirazları ile kurşuna dizilmekten kurtulmuştur. Bu olaydan çok etkilenen Garaudy, araştırmaları ve deneyimleri sonucu İslam dinine daha çok ısınarak 2 Temmuz 1982’ de Müslüman olmuştur. Müslüman olmasını “Beni Komünist yapan ne ise, Müslüman yapan odur” sözleriyle tarif etmektedir.
Garaudy’nin inancına göre İslam; insanlığı Allah, insan ve tabiatla yeniden buluşturacak ve böylece Batı Medeniyetini ıslah ederek intihardan kurtaracaktır.
Müslüman olduktan sonra kitaplarında İsrail’in Filistin’de yaptığı zulümlere dikkat çeken yazılar paylaşmış (“İsrail Dosyası “Siyasi Siyonizm””, “İlahi Mesajlar Toprağı Filistin” vb.) ve Filistin davasına sahip çıkmıştır. Çok sayıda kitap kaleme alan Garaudy, İsrail zulmünü anlatmanın yanı sıra Batı’yı eleştiren kitaplar da (“Batı Terörizmi”, “Dünyadaki Tek Medeniyet Batı Değil” vb.) yazmıştır. Ona göre Batı “Nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz?” sorularına yanıt veremeyen bir medeniyettir ve böyle bir medeniyet insanlığa mutluluk getiremez.
“Zenginliği halkın bütün kesimlerine yaymanın yolunun ancak zekât yoluyla olacağını” savunan Roger Garaudy 99 yaşında (13 Haziran 2012) Paris’te vefat etmiştir.
song I made up to stop myself from havıng a panıc attack just now
Kısacık, minicik bir parça “song i made up to stop myself from having a panic attack just now”.
Sözleri de azıcık fakat gerçekten kulak verilerek dinlendiğinde insanı derinden etkiliyor. Parçada verilen telkinler sadece panik atak geçirmeyi engelleyici türden değil, insan olmanın gerektirdiği bütün telaşların ve kaygıların arasında biraz durmayı hatırlattığı için herkese iyi gelebilecek cinsten. Rahatla, nefes al, rahatsız eden duygular geçecek. Hiçbir şeyin kalıcı olmadığı dünyada olumsuzluğu tutmaya, büyütmeye ve hatırlamaya meyilli olan insan zihnine zor duyguların, zorlayıcı durumların ve kaygı yaratan düşüncelerin de geçeceğine dair narin bir hatırlatma. Parçada da geçtiği gibi zihnimizin sürekli oradan oraya koşturmasını biraz durup sakinleşmesi için bu sözleri dinlemenizi tavsiye eder, sizi nereye alıp götürecekse kendinizi ona bırakacağınız bir yolculuğa çıkmanızı dileriz.
Asr-I Saadet Radyo Tiyatrosu
Günümüzde azalmış olsa da eskilerden kalan kıymetli bir anlatı formu radyo tiyatrosu. Radyo tiyatrosunda edebiyat ve tiyatro sanatından beslenerek ortaya çıkan eser sadece sese dayalı kendine özgü bir biçimde aktarılır. Asr-ı Saadet Radyo Tiyatrosu, Kur’an-ı Kerim’in nazil olduğu, Hz. Muhammed’in (sav) yaşadığı ve İslamiyeti tebliğ ile ashabını yetiştirdiği Asr-ı Saadet dönemini anlatmaktadır. Hz. Muhammed’in (sav) hayatı ve peygamberliği hakkında bilgileri öğrenmek için ortalama 15 dakikalık bölümlerden oluşan bu radyo tiyatrosuna kulak verebilirsiniz. Konu içeriğinin yalın ve anlaşılır olmasının yanı sıra radyo tiyatrosunun canlandırma, ses efektleri, farklı sesler gibi biçimsel özellikleri de dinlemeyi kolaylaştırıyor ve keyifli kılıyor. TRT Dinle uygulamasında, YouTube’da ve Diyanet Radyo’nun internet sitesinde bulabilirsiniz.