Sanal Alamet Sayı 12

Havasını soluduğumuz şu zamanlar, bireysel hayat döngümüzü dijitale dökmeye doğru yönelten bir süreç. Yavaş yavaş farkında bile olmadan derslerimizi, etkinliklerimizi, alışverişlerimizi, dostlukla içilen çay sohbetlerimizi ve hatta gezilerimizi bile sanal alemde yapmaya başladık. Bu durumdan ne yazık ki kaçışımızın olmadığını gün geçtikçe daha net gördük. “Eskiden daha güzeldi” demenin bir faydası olmadığını fark ettiğimizde, içinde bulunduğumuz şartları daha iyiye dönüştürebilme, sanalı kendimize avantaj olarak sunma şansını yakaladık.

Dijital şartları nasıl daha iyi kullanabiliriz düşünceleriyle 6 arkadaş, gönül coğrafyalarımıza dalıp çıkarken, belki okuyucularımıza keşfedilmemiş bir kıta sunarız hissiyatıyla, yeni döneme ayak uydurmak insanlara dokunabilmek için ne yapabiliriz diye düşündük. Sosyal medyada, sitelerde, bloglarda karşımıza çıkan uzun yazılardan sıkıldığımızın farkına vardık. Zaman kavramı beşerin en kıymetlisi, bizde bunu göz önünde bulundurarak, vakitleri israf etmeden kısa ve öz şeyler ortaya çıkaralım, evde otururken okuyalım, izleyelim, kahve içerken müzik dinleyelim, dergilerle tanışalım, beğendiğimiz sayfaları paylaşalım, gitmeyi özlediğimiz yerleri anlatalım istedik ve hazırlıklara başladık.

Kitaplıklarımızın başına geçip kitaplarımızı taradık, film listelerimizi açtık filmlerimizi yeniden karıştırdık. Müziklerimizi tekrardan dinledik, unutamadığımız parçaları seçtik. Sosyal medyalarımızı, bağlantılarımızı kontrol ettik, paylaşıma açmak istediklerimizi not aldık. Gitmeyi çok sevdiğimiz, manzarasına doyamadığımız ve çok özlediğimiz mekanları hatırımıza getirdik. Dergilerimize elimiz değdi ve bunların her birini yazıya dökelim istedik.

Nasıl yapmalıyız? Sorusuna; klasikten uzak, uzun uzadıya gitmeyen, yazarken zevk aldığımız ve şahsına münhasır yazılar ortaya çıkarmak istediğimiz konusunda ortak bir karara vararak işe koyulduk. Şimdilerde biz, ayda bir düzenli formatta okurumuza yeni keşifler sunmak için içeriklerimizi bir araya getiriyoruz. Önünüze gelen çalışmamızın işleyiş mekanizması bu şekilde. Geriye kalan tek şey sayfayı ilerletip içeriklerimizle tanışmanız.

Güzel vakit geçirmeniz ve faydalanmanız dileğiyle, Değerli Okurlarımız…

Genel Yayın Yönetmeni: Kübra Taşdemir

Editör İşleri: Elif Yavuz

Kendi Halinde Yazarlar: Ayşegül Eroğlu, Ayşegül Taşalan, Betül Ellialtıoğlu, Elif Yavuz, Esra Kamacı, Fatma Zehra Hamarat, Gülbahar Sebetci, Kevser Betül Kurar

Roma takvimine göre Kasım, 9. ay olarak tanımlanmıştır. İngilizcesi November olan kelime, Latince 9 anlamına gelen novem kelimesinden türemiştir. Arapçada bölen, taksim eden anlamına gelen قاسم  kelimesi Türkçeye Kasım olarak geçmiştir.

Modernleşmenin Zihniyet Dünyası – Besim Dellaloğlu

Besim Dellaloğlu, Modernleşmenin Zihniyet Dünyası: Bir Tanpınar Fetişizmi kitabında “Tanpınar Kimdi?” sorusunun izinden gidiyor. Zamanın ne içinde ne de büsbütün dışında olan Tanpınar’ın nasıl anlaşıldığını daha çok nasıl anlaşılmadığını aktarmaya çalışıyor. Dellaloğlu edebiyat ve sosyolojinin bağını kurarken, ideolojik tavrın kitap tercihlerine yansımalarını da gözler önüne seriyor. Mesela Huzur’un ihmal edilişine, Nazım’ın kimileri arasında yaygınken kimilerince okunmadığına dikkat çekiyor. Ülkesindeki değişimi hayatının her alanında hisseden Dede Efendi dinlerken Mozart’ı da ihmal etmeyen Tanpınar’ı anlatıyor. Tanpınar’ın doğu ve batı kaynaklarından beslenmesini bir sentez gayesiyle değil de olağan bir faaliyet olarak gerçekleştirdiğini de vurguluyor. Modernleşme tartışmalarına Tanpınar örneği üzerinden tekrar bakmak üzere, keyifli okumalar…

“Hepimiz biraz körüzdür. Topluma karşı, diğerlerine karşı, hayata karşı. Ve fili ancak tuttuğumuz yerden okuruz hep!”

 

Daktiloya Çekilmiş Şiirler - Nilgün Marmara

Nilgün Marmara tarafından 1977-1987 yılları arasında yazılmış şiirlerin toplamı, kendisinin de vasiyeti üzerine “Daktiloya Çekilmiş Şiirler” adıyla kitaplaştırılmıştır. İlk baskısı 2014 yılında Everest yayınlarından çıkmıştır. Şairin herkesten gizli yazdığı bu şiirler seçkisini, imgelerle yüklü bir dil sevenlere ve genişleyen bu şiir evreninde dilediği renge boyanmak isteyenlere tavsiye ederiz. Ancak şiirlerin anlamsal olarak oldukça kapalı ve anlaşılmak için tekrar tekrar okunmaya ihtiyaç duyulacak türden olduğunu belirtmeliyiz.

Dizelerde hem şairlik misyonundan arınarak karalamalar yapan bir amatörün içtenliğini ve özgünlüğünü bulabilir hem de şiire yıllarını vermiş bir şairinki gibi ustaca kelime oyunlarına rastlayabilirsiniz. Ayrıca psikolojik durumundan intihar edişine kadar pek çok konuda benzeşimi olan Şair Sylvia Plath’ın tarzından da esintiler bulabilirsiniz.

Kendini bulunduğu yere ait hissedemeyen birine bu köksüzlüğün verdiği buhranlar, yükselişleri, inişleri yakalamak isteyen felsefe ve psikoloji meraklıları için iyi bir alternatif olacaktır. Nilgün Marmara’nın eşi, o intihar ettikten sonra “Şiir yazdığını bile bilmezdim, bir kenarda pıtır pıtır bir şeyler yazardı.” Demiş. Dergimizin, Marmara’nın da şiir yazdığını bilmek isteyenlere tavsiyesi olsun. Keyifli okumalar…

Nihayet Dergisi

Dergiler, içerisinde barındırdığı çeşitli konular, birbirinden farklı bakış açılarına sahip yazar üslupları ile ufkumuzu genişletir ve tek bir kaynaktan bolca istifade etmemize olanak sağlar. Nihayet Dergisi de, güncel konularını Türkiye’nin dışına taşırarak, çeşitli yazarların kaleminden bizlere ulaştırıyor. Bunun yanında gündemi hiç solmayan tasavvuf gibi sağlam konuları da ele alıyor. Geçtiğimiz Ekim ayında Avro-İslam konu başlığı ile yayımlanan sayısı da oldukça zengin bir perspektife sahip sorgulatıcı. Amerika’daki müslüman kadınların İslam algıları üzerine yazılan yazı özellikle diğer yazılarından farklı olarak eleştirel-öğreti tarzında ele alınmış. 2015 yılından beri düzenli olarak çıkan derginin 94. sayısını okurlarımız için öneriyoruz.

Vizyondan - Bandırma Füze Kulübü

Yönetmenliğini Ömer Faruk Sorak’ın yaptığı “Bandırma Füze Kulübü” 21 Ekim’de beyaz perdeyle buluştu. Gerçek bir olaydan esinlenilerek hazırlanmış bu filmde; 1959 yılında Balıkesir ilinin Bandırma ilçesindeki küçük bir okuldan çıkan büyük hayallerin hikayesine seyirci oluyoruz.Güngör Gezer, Artuğ Sayıner, Osman Caran, Atilla Yedikardeşler ve Adnan Zambak isimli beş gencin okullarında kurdukları Bandırma Füze Kulübünde füze yapma hayaliyle ilk adımlarını atmalarının ardından NASA’ya uzanan hikayelerini tek solukta izlemeniz için sizi sinema salonlarına davet ediyoruz.

Film öncesinde konu hakkında bilgi sahibi olmak isteyen okurlarımız çeşitli sayfalardan konuyla ilgili yazılan yazıları okuması tavsiye edilir.

 

 

Brexıt – The Uncıvıl War

2019 yılında İngiltere’nin Avrupa Birliğinden ayrılması (Brexit) için yürütülen seçim kampanyasını konu alan filmin yönetmen koltuğunda Black Mirror, Doctor Who gibi başarılı dizilerin yönetmenliğini yapan Toby Haynes oturuyor. Filmin başrol oyuncularından biri olan Benedict ise Cumberbatch Brexit’i destekleyen Vote Live kampanyasının direktörlüğünü yapan Dominic Cummings’i canlandırıyor. 1 saat 35 dakikalık süreye sahip film; İngiltere’nin Brexit dönemindeki siyasi karışıklıkları ile halkın ve devlet görevlilerinin Türkiye’nin Avrupa parlementosuna seçilmesine dair fikirlerine de ışık tutuyor. Dış siyasetin kurmacada harika oyunculuklar eşliğinde anlatıldığı akıl sınırlarını zorlayan filmi izleyicilerimize öneriyoruz.

The Perıpheral

Daha öncesinde hiç bir VR yani Virtual Reality (Sanal Gerçeklik) oyununu deneyimlediniz mi? Eğer deneyimlediyseniz bunun ne kadar etkileyici bir deneyim olduğunu da bilirsiniz. İnsanın yaşadığı dünyayı görmesinin yanı sıra gördüğü ama aslında yaşamadığı bir dünyayı deneyimlemesi inanılmaz bir teknolojik gelişme oluşuyla birlikte biraz da tüyler ürpertici. Belki şu zamandaki gelişmeler özelinde günlük hayatın yerini alabilecek bir görüntü kalitesi sunmasa da VR teknolojisi, beyni kandırıp sizi o dünyanın içine çekebilecek kadar kuvvetli bir yapıya ve gelecek gelişmelerle birlikte gerçek hayattaki deneyimi yaşatabilecek bir boyuta ulaşabilecek bir potansiyele sahip oluşuyla da oldukça dikkat çekici bir teknoloji.

Yeni çıkan The Peripheral dizisi de bu teknoloji üzerinden etkileyici bir hikaye ile karşımıza çıkıyor. Flynne ve Burton Fisher kardeşler farklı bir gelecekte geçimlerini VR oyunları oynayıp seviye atlayarak kazanan kardeşlerdir. Fleynne, 3 boyutlu yazıcı mağazasındaki işinin yanı sıra kardeşine kıyasla çok daha iyi olduğu için Burton’un oynadığı oyunlarda karakterini devralıp geçemediği seviyeleri geçmesine yardımcı olur.

Daha sonrasında Burton ile birlikte yeni bir sanal gerçeklik teknolojisinin beta testini yapmak üzere “The Peripheral” isimli sanal bir dünyada bir simi oynamaya başlar. Fakat daha sonrasında bu dünyanın sanal bir dünya ve oynadığı karakterin de sanal bir simden ibaret oluşundan şüphelenmeye başlar. Yaşadığı aşırı gerçekçi deneyimlerin ardından Flynee, The Peripheral’ı oynamayı bırakmayı istese de birtakım gelişmeler Fisher kardeşleri kendilerini büyük bir problemin merkezinde bulmalarına neden olur.

Senin Adın - Anime

Yorgun bir günün ardından huzurla girdiğiniz yatağınızdan bir sonraki gün, bir başka bir yatakta ve bir başkasının bedeninde uyandığınızı hayal edebiliyor musunuz? Hayali bile insanı ürküten bu hikaye bir anime yapımında karşımıza çıkıyor.

Senin Adın adlı anime filminde, Mitsuha ve Taki, birbirinden hiç haberi olmayan iki ayrı kişi olarak bir sabah birbirlerinin bedenleri değiş tokuş edilmiş şekilde farklı bir bedende uyanıyorlar. Bunun neden yaşandığını anlamayan ve belli aralıklarla mecburen birbirlerinin hayatını yaşamaya devam eden Mitsuha ve Taki, durumun belirsizliğinin yanı sıra bir diğerinin ona kazandırdığı bakış açısı ile birlikte hayatlarında kendilerine dair yeni şeyler de keşfediyorlar. Filmin asıl noktası ise aslında beden ve ruhlarının eşlenişini değiştiren sebebi öğrendikleri ve  bunun hayati bir önem taşıdıklarını anladıkları zaman karşımıza çıkıyor.

Bu yanıyla da film hem zaman-mekan ile kurduğumuz ilişkiyi sorgulatırken aynı zamanda filmde bu unsurlar Japonların geleneksel değerleri üzerinden yeniden konumlandılarak bize yeni bir perspektif kazandırıyor. Zihin açıcı ve oldukça etkileyici bir yapım.

EN TEHLİKELİ OKUL YOLLARI

TRT Belgesel aracılığıyla yayımlanan “En Tehlikeli Okul Yolları” dünyanın farklı bölgelerinde öğrencilerin okula giderken yaşamış olduğu zorlukları ve mücadeleleri ekrana taşımaktadır. Farklı ülkelerde farklı bölgelerde farklı okullara yol alan öğrencilerin yaşadıklarını izlerken içiniz sızlayacak yeri geldiğinde onlar için endişeleneceksiniz. Eğitim için çektikleri bu zorluk izleyicisine adeta yaşamın coğrafya ile nasıl şekillendiğini öğretiyor. Okulun uzaklığı sebebiyle erkenden yola çıkıp eve geç saatte dönen bu öğrenciler için günün önemli bir bölümü yolda geçiyor. Kimi zaman giyecekleri, kitapları ıslanıyor kimi zaman yiyecekleri bitiyor ama bir an olsun pes etmeden bu yolda yürümeye devam ediyorlar . Bu belgesel okula gitmek için verilen mücadeleleri müşahede etmenizi ve kendi eğitiminiz için verdiğiniz mücadeleleri gözden geçirmenizi sağlayacak.

İyilik Rengi Derneği

2018 yılında Fecr Suresi 18. ayet-i kerimede geçen “Birbirinizi yoksulu yedirmeye teşvik etmiyorsunuz” ikazından hareketle İstanbul ve çevre illerdeki ihtiyaç sahibi ailelere erzak infakında bulunmak hedefiyle kuruldu. Yurt içi ve yurt dışında gıda, giyim, barınma, eğitim, doğal afet ve sosyal-kültürel yardım faaliyetleri gerçekleştiren dernek kendini “Bağımsız bir iyilik hareketi” olarak tanımlamakta. Bir hayra iyilik eden, onu bizzat yapmış gibidir müjdesine nail olmak için çalışıyor, etrafı iyilik rengine boyarken üstlerine bu boyadan bulaştırmaya gayret ediyorlar.

Dil bariyeri, kültürel farklılık vb. sebeplerden eğitimlerinde seviyelerinden geri kalmış çocukların eğitimde fırsat eşitliği yakalamalarına yardımcı olmak amacıyla derslerine ve sosyal aktivitelerine özel zaman ayırdıkları Yol Projesi, kışın ısınma yardımı amacıyla yürüttükleri Bu Kış Üşütmesin! projelerinden bazıları.

Çalışmalarını takip etmek, uygun çalışmalara başvuruda bulunabilmek ve üstünüze biraz iyilik rengi bulaştırmak isterseniz Instagram sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

Dağmaran

Rize’ ye seyahat için gittiğinizde muhteşem manzara eşliğinde çayınızı yudumlayabileceğiniz oldukça temiz ve çalışanları güler yüzlü olduğu Dağmaran’da arkadaşlarınızla manzara eşliğinde kahvaltı yapabilir, iç mekanın keyifli dekorunu incelerken ailecek yemek yiyebilir, koyu bir sohbet eşliğinde demli bir çay içebilirsiniz. Tüm bunları yaparken de Dağmaran’dan Rize’nin büyük bir kısmını kuşbakışı olarak görebilirsiniz. Adeta Rize ayaklarınızın altındadır. Doğal güzelliklerin yanı başında Karadeniz lezzetlerini tadabilirsiniz. Mekanın iç ve dış kısmı size huzur verecek manzara ile büyüleneceksiniz. Mekandan ayrılmadan önce bir tas sütlaç ile ağzınızı tatlandırmayı unutmayın.

Dolmabahçe Sarayı Milli Saraylar Resim Müzesi

Beşiktaş sahilde, Dolmabahçe Sarayı ile Deniz Müzesi arasında konumlanan Resim Müzesi tematik bütünlüğe sahip 11 bölümden oluşmaktadır. 1855 yılında Veliahd Dairesi olarak inşa edilen yapı günümüzde, Osmanlı padişahlarının yaptırdığı, satın aldıkları veya kendilerine hediye getirilen resimleri sergilemektedir. Resim sanatı ile yakından ilgili değilseniz bile müzenin Boğaz kıyısındaki muhteşem bahçesinde gezinebilir ve manzaranın keyfini çıkarabilirsiniz. Müze içerisinde yer alan Şeker Ahmet Paşa Çay Salonunda müze giriş ücreti vermeye gerek olmaksızın yer bulabildiğiniz takdirde keyifle oturabilirsiniz. Tarihi binası, konumu itibariyle ayrıcalıklı manzarası ve huzur veren bahçesi Resim Müzesini ziyaret etmenin güzelliklerinden.

Kuzguncuk Üryanizade Ahmet Esat Efendi Cami

Kuzguncuk’ta Abdullahağa Caddesi üzerinde yer alan Üryanize Ahmet Esat Efendi Cami, 1860 yılında Üryanize Ahmet Esat Efendi tarafından inşa edilmiştir. Rivayete göre caminin tamamlanması 40 günde bitmiştir. Ahşap minareli cami 2013 yılında restorasyon çalışmasına alınmış, 2017 yılında ibadete açılmıştır. Şirin yapısı ile dikkat çeken cami boğaz manzarası ve mütevazi yapısı ile Kuzguncuk’u süslemektedir. Genel olarak ziyaretçisinin az olduğu bu camiyi sakinlik ve huzur arayan okurlarımıza öneriyoruz.

BİR DENEY: SAVUNMAK İÇİN SALDIR!

Dünya’nın kendini savunma amaçlı ilk deneyini biliyor musunuz? Bilmiyorsanız sizi milyonlarca yıl sonraya getirelim. Dünyaya yaklaşmakta olan bir göktaşı olduğunu ve hızla gezegenimize doğru geldiğini düşünmenizi isteyelim. Ne yapardınız?

NASA’dan, milyonlarca yıl sonra -uzayın belirsizliğini düşünürsek belki de önümüzdeki on yıllar içinde- gerçekleşebilecek bu senaryo için müthiş bir deney geldi. DART uzay aracı tıpkı hedefini on ikiden vurmak üzere fırlatılan bir ok gibi -ki adını buradan alır- Didymos asteroidinin yörüngesindeki Dimorphos’a çarpmak üzere Dünya’dan yola çıktı. Yaklaşık 11 milyon km yol kat etmekle kalmayıp üzerindeki kamera sayesinde bu anları canlı seyretme imkanını insanlara sundu. 27 Eylül’de saatte 23 bin km hızla hedefine tam zamanında çarptığında bizler ekranlarımızda taşlı kayalı epeyce çorak bir arazinin son karesini gördük. Çarpma sonrası durumu gözlemlemek için LICIAcube adlı bir uydu Dart’ı takip ediyordu ve deneyin ardında bıraktığı devasa toz bulutunu sıcağı sıcağına fotoğrafladı. Hem dünya temelli teleskopların hem de James Webb ve Hubble teleskoplarının gözlemlerine göre deney umulandan daha başarılı sonuçlanarak asteroidin yörüngesini değiştirip 32 dakika kadar kısalttı.

Bundan sonrası deneyin sahasından çıkarak bilimin beslendiği yegane kaynak olan hayal gücüne geri döndü. Belki gelecekte insanlığın yaptığı bir savunma aracı Dünya’yı hedef alan bir uzay gemisini ya da acımasızca atmosferimize doğru yaklaşan bir göktaşını vurmak üzere havalanacak. İtici gücünü ise şimdilerde yapılan bu deneyin ateşinden alacak. Sonuçta “Uzay, hepimizin; bilim, hayal kurmaktan vazgeçmeyenlerin işidir.”

EROL TAŞ (Şubat 1926- Kasım 1998)

Dergimizin Kasım sayısında ölümünün 24. yılı sebebiyle Erol Taş’a yer vermek istedik. İsmi duyunca gözünüzde meşhur “but yeme sahnesinin” canlandığını görür gibiyiz, ya da sevenleri ayırdığı, köylüye illallah ettirdiği, yerinizde otururken sinirlerinizin hoplamasına sebep olan bir dizi sahnenin… Hayatını araştırdıkça önümüze farklı pencereler açıldı. Küçük yaşta babasını kaybedince annesiyle İstanbul’a göçtüğünü, o yaşta geçim derdine düşüp okulu bıraktığını, muhtelif işlerde çalıştığını öğrendik. Sinemaya adım atış öyküsü de oldukça ilgi çekiciydi. Çalıştığı yerin yakınında film çeken yönetmen Ömer Lütfi Akad’ın setinde kavga çıkaran serserileri bir güzel dövünce, ilk teklifini aynı yönetmenden alır. Akad bir kavga sahnesi için önceden de güreşle ilgilenen ve dereceleri olan Taş’ın tecrübesine başvurur ve adeta “gel bir de bu filmde döv” der.

Peş peşe sinema başarıları gelir gelmesine ama hayat arkadaşını da bu süreçte kansere kurban verir.  Kendini iki kız bir oğlan, üç küçük çocukla yalnız başına çamaşır yıkayıp yemek pişirirken bulur. Bir ara ağabeyi ile yaptığı silahlı bir kavgadan dolayı yargılanır ancak şikayetçi olunmaması sebebiyle tahliye edilir. Yanında hayat arkadaşı olarak bu sefer teyzesinin kızı Emel vardır. 

 Sinemayı bıraktıktan sonra daima halk ile iç içe olmayı bilmiş bu sözde kötü adam bir kahvehane açar ve hoş sohbetle demlenen çaylarını da bizzat servis eder. Ta ki damarları tıkanıp kangren olan bir bacağı kesilene kadar. Hastaneye ziyarete gelen sektör arkadaşı Osman Han’a evlatlarının miras derdine düştüklerinden yakınır. Tüm bunların üstüne bir de Kozlu Mezarlığına defnedilen bacağının çalınması eklenir. Erol Taş’ı ekranlarda bu sefer kötü adam rolünde değil, çalınan bacağının bulunması için gözyaşı dökerek yaptığı konuşmada görürüz. Takvimler 8 Kasım 1998’i gösterirken, tüm bu olayların yaşandığı aynı yıl, 72 yaşında kalp krizinden vefat eder. Geriye onlarca film, üç yetişkin insan, bir kahvehane, kayıp bir bacak bırakarak bu dünyadan çekip gider… Rahmet olsun..

Nu – Man O To

Doğu dillerinin kıvraklığına ve tasavvufa meraklı olan müzikseverlere hitap edeceğini düşündüğümüz bir parçamız var. Man o To… Anlamı Farsçada “ben ve sen”dir. Alman DJ Nu, gerçekliği pek mümkün olan iddialara göre Mevlana tarafından Şems’e yazılmış bu şiiri bestelemiş ve bu parçanın içinde bulunduğu albüme de parçayla aynı adı vermiş. Dinlerken Farsçanın zengin çağrışım gücünü ve Mevlana’nın kaleminin ustalığını hafif ritimlerle yakalayabilirsiniz. Saadet zamanı avluya oturmuş iki derttaşı -Şems ve Mevlana’yı- hayal edebilir, “Ne sen varsın ne de ben” dendiği yerde yoklukta birlik olmuş iki Allah aşığını hissedebilirsiniz. Keyifli dinlemeler…

Nassini El- Donya Cover by Alaa Wardi

Ragheb Alama tarafından seslendirilen Nassini El-Donya isimli şarkı, Alaa Wardi tarafından bizlere hatırlatılıyor. A cappella olarak oluşturulan şarkıyı dinlerken, Alaa Wardi’nin yeteneğine şaşırırken kendinizi keyifli bir günün anısını zihninizde canlandırırken bulabilirsiniz.