Zağra Müftüsünün Hatıraları Bize Ne Söyler?
Yazar: Şeyma Betül YILMAZ
Azîz-i kavm idik a’dâ zelîl kıldı bizi, Esîr-i bend-i belâ vü sefîl kıldı bizi Hüseyin Raci Efendi
Osmanlı Devleti Rumeli’de asırlar boyunca hüküm sürmüş, oradaki halkın güvenliğini tesis etmiş, bölgeyi birçok mimari eserle imar ve inşa etmiştir. 93 Harbi ve sonrasındaki Balkan savaşlarıyla Rumeli topraklarının kaybedilmesi, Osmanlı’yı çok derinden etkilemiştir. Peki, ecdadın kendi toprakları, kaybettiklerinde vatanlarından kopmuş bir parça olarak gördükleri Rumeli, bugün bizler için neyi ifade ediyor? Biz bu topraklardan, bu topraklar elimizden çıkarken oradaki Türk ve Müslüman halkın yaşadıklarından ne kadar haberdarız?
Zağra Müftüsünün Hatıraları, halk arasında 93 Harbi olarak da bilinen 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sırasında, Rumeli’deki Müslüman halkın çektikleri zorlukları, Osmanlı ve Rusların askerî hamlelerini, Müslüman ahalinin İstanbul’a göçünü, savaşı bizzat yaşayan Hüseyin Raci Efendi’nin gözünden anlatmaktadır. Yahya Kemal, onun hakkında “Bu kitap Türklerin vatan edebiyatında en samimi, yüksek şaheserdir.” demiş, Hüseyin Raci Efendi’nin temiz, yavaş ve duygulu nakledişinden çok müteessir olduğunu dile getirmiştir.
Kitabın yazarı Hüseyin Raci Efendi, günümüzde Bulgaristan sınırları içerisindeki Karinâbâd kasabasına bağlı Molla Şeyh köyünde doğmuştur. İstanbul medreselerinde eğitimini tamamlamış, zamanın farklı eğitim kurumlarında öğretmen ve müdür olmuş, Eski Zağra [1] kazasında uzun yıllar müftülük yapmıştır. Yine Eski Zağra’da Rüştiye mektebi müdürlüğü ve öğretmenlik görevlerinde de bulunmuştur. 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sürecinde gerçekleşen ilk büyük hicrette ailesi ile birlikte İstanbul’a hicret etmek zorunda kalmış ve buraya yerleşmiştir. 1897 yılında, zamanın Milli Eğitim Bakanlığının danışma meclisi olan Büyük Maarif Meclisine üye olarak görevlendirilmiştir. Bu vazifesine vefat tarihi olan 1902 yılına kadar devam etmiştir. Bulunduğu görevlerin ehemmiyetinden anlaşılacağı gibi Raci Efendi’nin zamanın ilim ve fikir adamlarından olduğu söylenebilir.
Hüseyin Raci Efendi, İstanbul’a geldiğinde Rusların işgali sırasında başlarından geçen korkunç ve elim hadiseleri anlatmak için Tarihçe-i Vak’a-i Zağra’yı kaleme alır. Manzum olarak kaleme aldığı Hicretnâme adlı eserinde ise hicret sırasında yolda çekilen sıkıntıları ve hicret sonrasında karşılaştıklarını anlatır. Yazarın çeşitli manzum ve mensur eserleri vardır. Eserlerinden Tarihçe-i Vak’a-i Zağra ile Hicretnâme vefatından sonra oğlu tarafından bastırılmıştır. Tek cilt halinde bastırılan Tarihçe-i Vak’a-i Zağra ile Hicretnâme’nin içinde bir de Hercümerc-i Kıt’a-i Rumeli adını taşıyan ayrı bir risalesi bulunmaktadır. Ancak bu risale yazara ait olmaktan ziyade, yazarın Tarihçe-i Vak’a-i Zağra kitabına Süleyman Hüsnü Paşa’nın eleştirileri ve eklemelerini içermektedir.
Zağra Müftüsünün Hatıraları üç küçük eserin birleştirilmesiyle oluşmuş ve bu küçük eserler kitabın bölümleri haline gelmiştir: Tarihçe-i Vak’a-i Zağra, Hercümerc-i Kıt’a-i Rumeli ve Hicretname. Tarihçe-i Vak’a-i Zağra, Rumeli’deki Türk Müslüman halkın uğradığı büyük katliamı gözler önüne sermektedir. Yazar, eşi benzeri bulunmayan güzellikteki Kızanlık ve Eski Zağra kazalarının yangın yeri gibi baştan sona kül olup viraneye, sayısız mazlumların kanlarıyla bir mezbahaya dönüştüğünü, gül ve meyve bahçelerinin Rus askerlerinin atlarının ağılları hâline geldiğini, gezinti yerlerindeki çimenlerin kana bulandığını, kusursuz köşklerin uğursuz baykuşların yuvasına benzediğini-terkedildiğini-, okulların ve camilerin düşman elinde soyulmuş esirler gibi yeis ve matemle kederlendiklerini haber verir. Gözden bile esirgenen bu güzel beldeleri böyle görmektense ve düşman tarafından gerçekleştirilen vahşi mezalimi işitmektense kör ve sağır olmanın bin kat daha iyi olacağını söyler.
Rusların 21 Haziran 1877 yılında Tuna Nehrini geçerek Osmanlı topraklarına girişiyle halk arasında korku ve endişe hakim olur. Rusların Bulgarlarla birlikte ele geçirdiği kasaba ve köylerde Müslüman ahaliye yaptıkları, diğer köylerde yaşayan halkı derin bir hüzne boğar. Rusların istila ettiği köy ve kasabalarda, Bulgarlar Rus generali ve ordusunu çiçeklerle karşılarlar, Müslümanlar evlerine kapanır, Bulgarlardan silah istenmezken Müslümanların silahları toplatılır, kiliselerden çanlar çalınır, camilerin kandilleri kırılır, kilim ve eşyaları alınır, Müslümanların secdegâhı kirletilir, hayvanlara ahır yapılır. Müslümanların dükkânları yağmalanır… Ruslar ve Bulgarlar bazı yerlerde Müslümanları idam eder, toplu hâlde samanlığa götürüp yakarlar. Rusların gelişiyle intikam duyguları kabaran, kendilerinde Müslüman halka işkence etmek için güç bulan Bulgarlar zulümlerini artırırlar… Hüseyin Raci Efendi’nin savaşı bizzat görüp yaşamış biri olarak bizlere anlattıkları ve burada kısaca temas ettiğimiz bu elim hadiseler, Müslüman halka yapılan zulümlerin boyutunu göstermesi bakımından tarihi bir kanıt değeri taşımaktadır.
Times, Daily News gibi zamanın önemli gazetelerinde Rus ve Bulgarların Müslümanlara yaptıkları zulümler anlatılmış, kitapta da bu gazete haberlerinden örnekler verilmiş ancak Avrupa’nın bu katliamlar karşısında sessiz kaldığı ifade edilmiştir. Günümüzde İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırıma karşı Batılı devletlerin sessiz kalışı ve İsrail’i destekleyişleri, aradan geçen 146 yıllık zaman zarfında Batılı Devletlerin zulme uğrayan halklara bakışlarında bir değişim olmadığını göstermektedir. O zaman olduğu gibi günümüzde de Avrupa’nın gerçekleştirilen katliam karşısındaki sessizliği hayretle karşılanmıştır.
Hüseyin Raci Efendi kitabında o zaman “medeni” bu zaman ise “gelişmiş” olarak adlandırılan devletleri hakkında şöyle demektedir: “Müslüman ahalinin gördüğü sayısız eza, cefa ve zulmün anlatılması bu risale ile mümkün olamaz. Olanlar yazıldığı zaman bu asrın medeniyet tarihi lekelenecektir… Çünkü Cengiz Moğollarının hayâ eylediği habaset ve rezaleti Bulgarlar pervasızca icra eylediler. Hâlbuki medeni devletler bunları görürken ses çıkarmıyor, medeniyet değil insaniyete bile yardımları görülmüyordu.”[1] “Ama Rusya devletinin, katil ve yağma gibi medeniyete sığmaz zulüm ve yolsuzluklar yapmasına Düvel-i Muazzama’nın müsaade etmeleri imkânsız sayılıyordu.”[2]
Zağra Müftüsünün Hatıraları, yönetim becerisinin ve askeri stratejinin savaşın seyrini belirlemede ne kadar kritik bir role sahip olduğunu göstermektedir. Ancak kitapta, askerî harekâta dair zikredilen kısmî olayların her birinin kesin doğru olduğunu söylemek pek yerinde olmayacaktır. Çünkü Hüseyin Raci Efendi bu bilgilerin bir kısmını Süleyman Paşa’nın kitabına yapmış olduğu düzeltmelerden almıştır. Süleyman Paşa ise, savaşı idarede hatalı bulunarak tevkif edilmiş, Divan-ı Harb’te yargılanmış ve Bağdat’a sürülmüştür. Dolayısıyla kitapta geçen Osmanlı askerî harekâtına dair bilgileri üst bir bakış açısıyla okumak, kişi ve olaylara takılmadan asıl yanlışın kaynağının ne olduğunu tespite çalışmak çok daha doğru değerlendirmelere ulaşılmasını sağlayacaktır.
Her harekâtın bütün ihtimaller düşünülerek planlanması gerektiği, yanlış bir hamlenin sadece askerin moral ve cesaretini düşürmekle kalmayıp bölge halkının da canını tehlikeye atacağı, yönetimde olan kişinin herhangi bir şüpheye ve kapalılığa mahal vermeyecek şekilde açık ve net emirler vermesi gerektiği, paşaların cesur olması gerektiği, yöneticilerin hislerine kapılıp aklını ve mantığını devre dışında bırakarak karar vermesinin kötü sonuçlara sebebiyet vereceği, vatan tehlikede iken şahsi çıkarlar elde etmeye çalışmanın vatanı felakete sürükleyeceği; Osmanlı harekâtına dair kitaptan çıkarılabilecek değerlendirmelerden bazılarıdır.
Savaş sırasında göç etmek zorunda bırakılan Rumeli’deki Türk ahali tarifi zor sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştır. Hicret edileceğini öğrenen halk, telaş içinde araba ve öküz bulmaya çalışmış, alelacele birkaç parça elbise ve eşya hazırlamıştır. “Rus yine geliyor ve çok fazlaymış!” söylentilerinin de verdiği korkuyla bazıları, kıymetli mallarını dahi alamayarak, ellerine bir bohça alıp yollara koyulmuşlardır. Bazı zamanlar hicret etmekte olanlar durdurulmuş, ateşkes olduğu söylenerek tekrardan köylerine gönderilmiş, ancak kısa bir zaman sonra düşmanın yaklaştığına, hemen köyü terk etmeleri gerektiğine dair sarsıcı telgraflar alarak göç için tekrardan yola çıkmışlardır. Halk çaresizce karlar üstünde, istasyonlarda Edirne’ye ve İstanbul’a gidecek trenlerin gelmesini beklemiştir.
Hüseyin Raci Efendi, İstanbul’a gelebilen muhacirlerin durumunu şöyle anlatmaktadır: “Rumeli’den boşanan yüz binlerce ahali; araba, hayvan, şimendüferle yahut yaya olarak gece ve gündüz demeyip İstanbul’a döküldüler…” [3] “Şimendüfer katarları tasavvur olunmaz bir halde geliyordu. Vagonların içi ve üstü, erkek kadın, kucak kucağa istif olmuş, yanları hatta ön ve arkadaki zincirlerin üstleri insan kesilmiş idi. Soğuktan donarak düşenler, istasyonlarda hasta kalanlar hesapsızdı. Bunların büyük kısmı açlıktan ve soğuktan telef oldular.”[4] Yazar; Dedeağaç, Gelibolu, Tekfurdağı, Karaağaç gibi iskelelerden Anadolu, Mısır ve Arabistan’a vapurlarla muhacirlerin gittiğini ancak şiddetli soğuk, izdiham, humma ve tifo hastalıkları sebebiyle çok fazla insanın hayatını kaybettiğin haber vermektedir. Ayrıca Kıbrıs açığında muhacirleri taşıyan vapurun batması dört yüz muhacirin ölümüyle sonuçlanmıştır. 93 Harbiyle birlikte yüz binlerce masum halk; yurtlarını ve yuvalarını terk etmek zorunda kalmış, Anadolu’ya göç etmek isterken hastalık, şiddetli soğuk, izdiham, yol güvensizliği gibi sıkıntılarla karşılaşmışlardır.
Kitabın son kısmında yer alan, yazarın manzum şeklinde kaleme aldığı 364 beyitlik Hicretnâme, zamana dair kıymetli değerlendirmeler içermektedir. 93 Harbiyle Rumeli’den Anadolu’ya gelen mültecilerin yaşamış olduğu sıkıntılar; günümüzde, vatanlarından ayrılmak zorunda kalıp farklı ülkelere sığınmış olan mültecilerin yaşadığı sıkıntılarla büyük benzerlikler göstermektedir. Bu sebeple Hicretnâme’yi okumak, geçmişte de böyle sorunlar yaşandığını bilmeyi ve günümüz sorunlarına çözüm üretirken çok daha geniş bir pencereden bakabilmeyi sağlayacak; yazarın bir mülteci olarak hissettikleri üzerinde düşünmek, ülkemizde de misafir etmiş olduğumuz mültecilerin hislerini anlamamıza yardımcı olacaktır.
Hicretnâme, yazarın bir Rumeli muhaciri olarak düşüncelerini, üzüntülerini ve temennilerini ifade ettiği bir mektup olarak düşünülebilir. Yazar, dizelerinde; Peygamber Efendimizin(sallallahu aleyhi ve sellem) de hicret etmiş olduğunu, bu sebeple hicretin ümmet için bir utanma sebebi olmadığını söyleyerek kendisini ve muhacirleri teselli etmektedir. Eserinde, muhacirlerin durumlarından, göç ederken çektikleri zorluklardan; zenginken fakir kalan kişilerden, bebeklerini karlar üstünde terk eden annelerden, küçük çocukların bile yalın ayak ve aç yollara koyulduğundan, muhacirlerin soğuk kış günü çaresizce bekleyişlerinden, yollarda kalmış şehit bedenlerinden, hasta ve hamile yolculardan bahsetmiştir. Yazar bu zor zamanları kıyamet gününün şiddetine benzetmektedir.
Hicretnâme’de ifade edildiği üzere, Rumeli’den gelen muhacirlerin durumu İstanbul halkını çok üzmüştür. Halk Sirkeci’ye koşmuş, herkes büyük bir fedakârlıkla muhacirlerin hizmetinde bulunmuş, hastalar ve çocuklar sıcak odalara konulmuş, çaylar ve sıcak çorbalar dağıtılmış, çocuklara şekerli çörekler verilmiştir. Hüseyin Raci Efendi, bütün bunlardan bahsetmekte ve İstanbul halkının yardımlarından duyduğu memnuniyeti dile getirmektedir. Yazarın dizelerinde belirttiği üzere, muhacirler İstanbul’da zor şartlar altında yaşamışlardır; kiminin üzerindeki kıyafetten başka kıyafeti yoktur, sabah akşam camilerde kalmakta, günde bir öğün ancak yiyebilmektedirler. Hatta muhacirlerin yerleştirildiği bir han bir gece ansızın çökmüş, birçok muhacir hayatını kaybetmiştir. Bazı aileler göçün karmaşası içinde ayrılmış, bir daha da birbirlerinden haber alamamış, bazı muhacir anneler bakamadıkları çocuklarını evlatlık vermek zorunda kalmışlardır. Yazar, muhacirlerin çoğunun zar zor geçinebildiklerini, devletin yardımlarının yeterli olamadığını ifade etmektedir.
Hüseyin Raci Efendi, halktan bazı kimselerin muhacirleri küçük görüp aşağıladıklarını dile getirmekte, gözlemlerini ve bizzat şahit olduğu olayları, eserinde zikretmektedir. Örneğin; İki kadının Dârüşşafaka’nın önünden geçerken buranın “kirli” muhacirlerle dolduğunu söylemelerine şahit olmuş ve bunu dizelerinde işlemiştir. Hicretnâme’ de, bu gibi küçümseyen kişilere hitap edilerek yarın onların da başına böyle bir felaket gelebileceği söylenmekte,
Besledi beş yüz sene İstanbul’u Devleti te’yid kılan Rumeli
denilerek Rumeli’nin Osmanlı Devleti için önemi hatırlatılmakta, devleti güçlü kılanın millet olduğu, hor gördükleri bu kalabalığın da milleti teşkil ettiği ifade edilmektedir.
Hüseyin Raci Efendi Rumeli’deki Türk ahalinin bu zor durumlara düşmeden önce, hali vakti yerinde insanlar olduğunu, bazılarının zengin hanımefendi ve beyefendiler olduğunu çokça vurgulamaktadır.
Naz ile perverde idi her biri Beldesinin mûteber u serveri
diyerek bu insanların bir zamanlar naz ile büyütüldüklerini, beldelerinin muteberi ve kıymetlisi olduklarını ifade etmektedir. İstanbul’un muhacirleri göndermeye çalıştığını, muhacirlerin kendi vatanlarında, vergilerini verirken değer görürken şimdi değer görmediklerini, devlet ve halk nazarında bir hürmetlerinin olmadığını söylemektedir. Yazar, bazı devlet adamlarını eleştirmekte, muhacirlere gereken ilgiyi göstermediklerini dile getirmektedir.
Hüseyin Raci Efendi, kötü ve kırıcı sözlere incinmemek gerektiğini, içinde bulundukları bu durumda her şeyle karşılaşabileceklerini ifade etmekte; kendisine ve muhacirlere hitaben dayanıklı olmaları gerektiğini öğütlemektedir.
Dâr ü diyârından uzak edip âh Eylemesin kimseye muhtâc İlâh
diyerek Allah Teâlâ’ya niyazda bulunmakta, O’ndan kimseyi böyle evinden, vatanından uzakta bırakmamasını ve kimseye muhtaç etmemesini istemektedir. Önceden zenginken sonra fakir olup el açmanın çok zor olduğunu, bazı çekinen muhacirlerin ancak akşamları dilenebildiklerini söylemektedir. Yazar, bazı hamiyetsiz insanların, muhacirlere -onların Türk olduklarını unutup- yabancılarmış gibi bakmalarına kızmaktadır.[5] Yazar dizelerinde, bu kadar zor durumda insan varken onların bu hallerine duyarsız kalan, hiçbir şey olmamış gibi zevk ve sefasını sürmeye devam eden insanlara da değinmektedir.
Eylese her nerde fenâlık zuhur Hep o muhâcir adına okunur
diyerek, nerede kötü bir olay olsa muhacirlerden bilindiğini söylemektedir.
Hüseyin Raci Efendi, muhacirlerden bazı dikkatsiz kimselerin muhacirlerin adını kötüye çıkardıklarını söylemekte,
Nîk u bedi her tarafın bulunur Baltada da sapta da vardır kusur
diyerek her yerin iyisinin kötüsünün bulunacağını, bu kişilerin yaptıklarının mültecilerin tamamına genellenemeyeceğini ifade etmektedir. Yazar, çeşitli hususlarda mültecileri de uyarmaktadır: Onları, dine daha sıkı sarılmaya davet etmekte, kendi emekleriyle ekmeklerini kazanmaya teşvik etmektedir. Hicretnâme’nin geneline yayılmış umut taşıyan söz ve dualar, eserin son kısımlarında yoğunluk kazanmakta, “sabr edelim subh-ı saadet gelir”[6] “inne ma‘a’l-usri’de var hayr-i fâl”[7] gibi dizelerle muhacirler teselli edilmektedir. Hicretnâme’nin son kısmında yazar; Allah Teâlâ’ya halini arz etmekte, milletini ve dinini korumasını, bu perişan hallerine merhamet etmesini, onları gurbetten kurtarıp evlerine dönmeyi nasip etmesini, içinde bulunduğunu düşündüğü zillet hâlini izzet haliyle değiştirmesini, onları affetmesini Rabbinden niyaz etmektedir.
Hicretnâme; mültecilerin yaşadıkları sorunları, 93 Harbi sebebiyle Rumeli’den göçen halkın yaşadıkları özelinde göstermekte, içerdiği gözlem ve değerlendirmelerle günümüzde de güncelliğini korumaktadır. Hicretnâme incelendiğinde görüldüğü üzere; mülteciler, canlarını korumak için farklı ülkelere sığınmaktadırlar. Ancak burada yeterli yardıma ulaşamamaları ve zor şartlar altında yaşamaları büyük bir ihtimaldir. Aşağılayıcı söz ve davranışlara maruz kalabilmekte, bulundukları yerlerden gönderilmek istenmektedirler. Toplumda yaşanan bazı kötü vak’alarda gerekli tetkikler yapılmadan muhacirler kolayca suçlanabilmektedir. Günümüzde de ekonomik sıkıntılar, işsizlik gibi ülke sorunları muhacirlerin varlığına bağlanabilmektedir. Hicretnâme, mültecilerin hislerini anlamamız ve günümüz sorunlarına geçmişin de getirdiği tecrübelerden yararlanarak daha bilinçli bir şekilde bakabilmemiz açısından büyük bir potansiyel taşımaktadır.
Zağra Müftüsünün Hatıraları, 93 Harbi sürecinde Rumeli’de yaşayan Müslüman halkın maruz kaldığı zulümleri ve yaşadığı sıkıntıları öğrenebilmemiz için çok önemli bir kaynaktır. Kitap ayrıca; savaşın seyrinde askerî stratejinin ne kadar kritik bir yere sahip olduğunu göstermektedir. Zulüm karşısında dünya devletlerinin takındığı tavır, mültecilik, yöneticilerin sahip olması gereken özellikler gibi yazarın değindiği bazı mevzular bugün hâlâ güncelliğini korumaktadır. Bu yönüyle eser, gelecek nesiller için bir uyarı ve öğüt niteliğindedir. Bu yazıda bazı yönleriyle ele almakla yetindiğimiz Zağra Müftüsünün Hatıraları dil ve üslup gibi birçok açıdan da ayrıntılı incelenmeye muhtaçtır.
Dipnotlar
[1] Günümüzde Bulgaristan içerisinde yer alan bir şehirdir.
[2] Hüseyin Raci Efendi, a.g.e. s.218.
[3] Hüseyin Raci Efendi, a.g.e. s.91.
[4] Hüseyin Raci Efendi, Zağra Müftüsünün Hatıraları, İstanbul, Timaş Yay., 1990, s.218.
[5] Maalesef günümüzde de Balkanlarda yaşayan Türkler; Yunan, Bulgar vs. olarak tanımlanabilmektedir.
[6] “Sabredelim, mutlu sabahlar da elbette gelecektir”
[7] “Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.’ (İnşirâh 94/5) ayetinde bir hayırlı fal vardır.”
2021 yılında Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesinden mezun oldu. 29 Mayıs Üniversitesinde İlahiyat fakültesinde öğrenimine devam etmektedir. İLEM Kademe Programında II. Kademe öğrencisidir. Sinema ile ilgilenmektedir. Dil bilimi, Tefsir, İslam Düşüncesi temel ilgi alanları arasında yer almaktadır.