İbn-i Haldun’un Hz. Hasan Dönemini Anlatımı ve Hilafet ile Saltanat Yorumu
Bu yazı, İbn-i Haldun’un Mukaddime isimli eserinin mukaddimesi olduğu Kitâb’ül-‘İber isimli tarih eserinin bir başlığının tercümesini sunmak üzere kaleme alındı. Onun Mukaddime’sini tarih eserine ne kadar uyguladığı ilgililerince tartışılır. Söz konusu şaheserini yazarken İslam tarihinde vuku bulan hadiselerden nasıl istifade ettiği, yine onları nasıl yorumladığı da müzakereye açılabilir diye düşünüyoruz. Hayırlı okumalar temennisiyle…
Hz. Hasan’ın Biatı ve Yönetim(el-Emr)i Muaviye’ye Teslimi
Hz. Ali öldürüldüğünde ashabı toplanıp oğlu Hasan’a biat etti. Ona ilk biat eden Kays b. Sa’d’dır. O: Elini uzat ki Allah’ın kitabı, Resulünün sünneti ve mülhitlerle savaşmak üzere sana biat edeyim.
Hz. Hasan:
Allah’ın kitabı ve Resulünün sünneti üzere olursa kabul ederim.
Her halükarda bu ikisi üzere olacaklarına ahd ettiler. Sonra insanlar ona biat etmeye başladı. O, onlara harp ettiğiyle harp edecekleri, anlaşma sağladıklarıyla anlaşmaları, itaatkar olmaları ve sözünden çıkmamaları hususlarını şart koşuyordu. Bunun üzerine Kufeliler şüpheye düşüp şöyle dedi:
Savaş istemeyen bir yoldaşı ne yapalım!
Bu esnada Hz. Ali’nin öldürülüşü haberi Muaviye’ye ulaştı ve hemen akabinde kendisine halife olarak biat edildi. Ve artık kendisine Emirü’l müminin diye hitap edilmeye başlandı. Şüphesiz kendisine Tahkim Hadisesi’nden sonra, hilafet adına biat edilmişti. Hz. Ali’nin vefatından kırk gün sonra ashabından Eş’as bin Kays el-Kindi de vefat etti. Sonrasında ise Muaviye’nin ashabından Şurahbil b. Es-Semd el-Kindi öldü. Hz. Ali, öldürülmesinden önce Şam’a karşı Müslümanları teçhiz ediyordu. Bunun için askerlerinden kırk bin kişi ölüm üzere kendisine biat etmişti.
Muaviye, Hz. Hasan’a biat edildikten sonra Şam ehlinden olan ordusuyla Kufe’ye doğru harekete geçti. Hz. Hasan ise yukarıda zikri geçen orduyla onu karşılamak üzere yürüdü. Öncü birliği ise Kays b. S’ad komutasındaki on iki bin kişilik bir orduydu. Abdullah b. Abbas’ın bu birliğin başında, Kays’ın ise onun öncü birliği olduğu görüşü de zikredilir. Hz. Hasan Medain’e ulaştığında asker içinde Kays b. Sa’d’ın öldürüldüğü şayiası yayıldı. Bunun üzerine insanlar heyecana kapıldı. Onlardan bazıları harekete geçip Hz. Hasan’ın çadırına geldi. Etrafındaki eşyaları yağma edip gömleğini yırttı. Öyle ki mızrak vesaire ile baldırını yaraladılar. Bu esnada Rebia ile Hemdan kabileleri onu kurtardı ve halı üzerinde Medain’e taşıdı. Oraya varınca saraya yerleşti. Bu şekilde ölümden döndü.
Vakit kaybetmeden Muaviye’ye Kufe beytülmalinden beş milyon meblağı, Fars diyarından Darabcird’in haracını kendisine vermesi ve huzurunda babasının kötülenmemesi şartlarını öne sürdüğü, ancak bu halde yönetimden çekileceğini ifade ettiği bir mektup yazdı. Bundan Abdullah b. Ca’fer ve kardeşi Hüseyin’in haberi oldu. İkisi de Hz. Hasan’ı azarlayıp yanından uzaklaştı. Mektup Muaviye’ye ulaştığında onu yanında alıkoydu. Cevaben Abdullah b. Amir ve Abdullah b. Semüre’yi en altına mühür vurulmuş boş bir sahifeyle gönderdi. Ve ayrıca ona bu sahifede her neyi şart koyduysa kabulü olduğunu bildirdi. O da gönderdiği mektubundaki istediklerinin birkaç katını şart koştu. Muaviye yönetime geldiğinde, Hz. Hasan ilk mektubunda kendisine verdiği şartları yerine getirmesini istedi. O mektup benim talebimdi, dedi. Sonra Basra ehli ondan Darabcird’in haracını aldı. O bizim fey’imizdir, onu vermeyiz dediler.
Hz. Hasan Irak ehline şöyle hitap etti:
Üç şey nefsimi sizden uzaklaştırdı: Babamın öldürülmesi, yaralanmam, evime zorla girilmesi… Dikkat edin! Sizler iki gruba kefil oldunuz; kendisinden dolayı ağladığınız Sııffin grubu, şu anda öç almak istediğiniz Nahrevan grubu… Geriye kalan ise yardımsız bırakmıştınız. Ağlayana gelince o da öç almak istiyor. Şüphesiz Muaviye bizi kendisinde ne izzet ne de adalet olan bir işe çağırdı. Eğer ölümü irade ederseniz tekrar o yola gireriz ve onu kılıçlarımızın keskin tarafı ile Allah’a havale etmekle muhakeme ederiz. Hayır, eğer hayatı tercih ediyorsanız kabulümüzdür. O zaman da sizlerden rıza sözü isteriz.
Hemen akabinde insanlar, var oluşu var oluşu isteriz diye nida etti. Hz. Hasan da sulhu imzaladı ve kendisine yapılan biatten altı ay sonra Muaviye’ye biat etmiş oldu.
Muaviye Kufe’ye girdi ve insanlar ona biat etti. Hz. Hasan, Kays b. S’ad’a Muaviye’ye itaati emreden bir mektup yazdı. Kays ayağa kalktı. Ashabına biz imamsızlık ile ehli delalet bir imam arasında araftayız, dedi. İnsanlar ise imama itaat evladır, dediler ve Muaviye’nin yanına gittiler. Ona biat ettiler. Kays ise bundan imtina etti ve oradan ayrıldı. Muaviye Kufe’ye girdiğinde Amr b. El-As ona bitkinliğini, dermansızlığını izhar etmesi için Hz. Hasan’ın insanlara hitap etmesi gerektiğini işaret etti. Hz. Hasan Allah’a hamd ederek:
Ey insanlar! Şüphesiz Allah bizlerin ilkiyle sizleri hidayete erdirmiş, sonuncusuyla da canlarınızı bağışlamıştır. Şüphesiz bu yönetimin bir süresi vardır. Dünya ise Allah’ın (azze ve celle) devletlerinden ibarettir. Ve ben biliyorum ve umuyorum ki o, sizler için belirli bir zamana kadar bir sınama ve eğlence olacaktır.
Muaviye hemen ondan oturmasını istedi. Anladı ki onu kaldırmakla hata etti. Hz. Hasan ise ehl-i beytiyle beraber oradan Medine’ye göçtü. Kufe ehli ise veda etmek üzere şehir dışına çıktı. Aynı zamanda ağlıyorlardı. Vefat edeceği kırk dokuz senesine kadar burada ikamet etmeye devam etti. Ebu’l Ferec el-Isfahani onun Medine’de elli bir senesinde yatağındayken vefat ettiğini söyler. Muaviye’nin Hz. Hasan’ı eşi Ca’de bt. El-Eş’as yoluyla zehirlediğine dair nakledilenler ise Şia’nın hadisleridir. Muaviye kendisine yapılan böyle bir ithamdan beridir.
Kays b. Sa’d biatten imtina etmeye devam etti. Muaviye Abdullah b. Amir’i bir orduyla Ubeydullah b. Abbas’a göndermişti. Çünkü kendisi, eman istediğine dair bir mektup göndermişti. İbn-i Amir, İbn-i Abbas ile geceleyin karşılaştı ve eman verdi. Sonra beraber Muaviye’ye gitmek üzere hareket ettiler. Bu sırada askerlerin idaresini Kays b. Sa’d eline aldı. Muaviye ile savaş üzere anlaştılar. Öyle ki Kays, anlaşmada Ali Şiasından canlarını, mallarını bu yolda ortaya koyacaklarını ve her türlü zorlukla, fitneyle mülaki olacakları hususlarında garanti almıştı. Haber Muaviye’ye ulaştığında Amr, savaşılması gerektiğini ifade etti. Muaviye ise bu durumda Şam ehlinden de bir o kadar insan ölür, böyle olmasında hayır yoktur, dedi. Sonra en alt kısmında mührü bulunan boş bir sahife gönderdi. Ve ona buraya yazdığın her ne ise yerine getirilecektir, dedi. Kays, kendisi ve grubunun aldıkları canlar ve yağmaladıkları mallardan dolayı gelecek cezadan eman istediğini belirtti. Mal (para) istemedi. Muaviye eman verdi. Kays ve grubu da ona biat etti. Sonra Sa’d b. Ebi Vakkas geldi ve biat etti. Muaviye’nin yönetimi bu şekilde oturmuş oldu. İslam toplumu ona biat hususunda ittifak etmiş oldu. Kırk birinci senenin ortalarında bu ittifak vuku buldu. O sebeple bu sene Birlik Yılı olarak isimlendirildi. Sonrasında, gerek Nahrevan ehlinden olan Hariciler gerekse diğerleri her tarafta huruç ettiler. Muaviye de onlarla savaştı ve onları mağlûp etti. Onların bahisleri ileride gelecektir. Çünkü başta da belirttiğimiz üzere telif tarzımız, devletlerin ve milletlerin (inanç gruplarının) devlet devlet, taife taife ele alınması şeklindedir.
Bu, İslam Hilafeti ve ona müteallik olan Ridde, fetihler, savaşlar akabinde gerçekleşen ittifak ve birlik hakkındaki son sözlerdir: Söz konusu konular hakkındaki kaynak ve metinleri Muhammed b. Cerir et-Taberi’nin kitabından rivayet ettim. Onun tarihi şaheserdir. Şüphesiz bu konularda gördüğümüz en güvenilir kaynaktır. Ümmetin en adaletli ve hayırlı büyükleri olan Sahabe ve Tabiin hakkında şüphe oluşturmada ithamdan en uzak eserdir. Tarihçilerin sözlerinden o kadar çok haber vardır ki oralarda Sahabe ve Tabiin hakkında şüphe ve ta’nlar vardır. Onların çoğu da ehl-i hevadır. O şüphe ve ta’nlar için ayrıca mürekkep akıtmak gereksizdir.
Sahih olan rivayetleri nakletmeyi önemsemem ayrıntılar için Taberi haricindeki kitapları da ele almamı gerektirdi. Bir şeyi naklettiğimde çoğunlukla onu söyleyen kimseyi de zikrettim. Muaviye devletinin ve ona müteallik olan haberlerin Hulefâ devletleri ve haberleri içerisinde değerlendirilmesi gerekir. O, sohbette, adalette ve fazilette halifelerin takipçisidir. Bu bahiste “Hilafet benden sonra otuz senedir” hadisi göz önünde bulundurulmaz. Çünkü sahih değildir. Hakikat, Muaviye’nin Hulefâ arasında değerlendirilmesidir. Tarihçiler Hulefâ-i Raşidîn hakkındaki teliflerinde, onu onlarla beraber zikretmemişlerdir. Bu iki sebepledir: Onun döneminde hilafete, daha önce asabiyete dair zikrettiğimiz sebeplerden dolayı çekişme ve çatışma hâkimdi. Bundan önce ise o toplumsal ve ihtiyari idi. İki halin arasını ayırt etmek gerekir. Hükümdarlara kafayı takan ehl-i hevânın yorumuna göre Muaviye, çatışma ve çekişmeler ile asabiyetin ilk halifesiydi. Onlar bazı halifeleri diğer bazılarına benzetirler. Hâlbuki Muaviye kendisinden sonrakilere benzetilmekten beridir. O, Hulefâ-i Râşidîndendir. Ondan sonra gelen, fazilet ve dinde benzeri olan Mervâni halifeleri ile Abbasi halifeleri de böyledir. Şüphesiz mülk/yönetim/hükümranlık rütbe olarak hilafetten düşük bir noktadadır diye bir şey söylenemez. O zaman halife nasıl hükümdar oluyor diye sorarlar.
Şunu bil ki şüphesiz hilafete muhalif hatta karşıt olan mülk, kisreviyyet diye tabir edilen ceberutiyyettir. Ki Hz. Ömer alametlerini Muaviye’nin üzerinde gördüğünde bunu kötülemişti. Zora ve galebeye dayanan mülke gelince, o kuvvet ve asabiyetle husule gelmiştir. Bu, Nübüvvete de Hilafete de münâfi değildir. Nitekim Süleyman b. Davud ve babası (Allah’ın salavâtı ikisinin de üzerine olsun) hem hükümdar hem nebi idi. Rablerine (Azze ve celle) olan taatlerinde de dünyalarında da gayet istikamet üzere idiler. Muaviye mülkiyeti de ihtişamı da dünyadan olan şeyleri çoğaltma arzusu ile talep etmiyordu. Asabiyet tabiatıyla onu buna sevk etti. Yine onun halifeliği zamanında Müslümanlar devletlere hükmetti. O zaman Müslümanları, melikler/hükümdarlar/krallar kavimlerini nasıl anıyorlarsa o da öyle anmaya başladı. Çünkü asabiyet ziyadesiyle yıpranmıştı. O da mülkün tabiatına yönelmişti. Ondan sonra gelen din ehli olan halifelerin durumu da böyledir. Bu, hükümranlığın zarureti onları ilke ve ahkâmları yıpratmaya yönelttiğinde vuku buluyordu. Bu meselede kanun, onların fiillerinin zayıf olan haberlere değil sahih olanlara arz edilmesidir. Dolayısıyla her kim ki fiilleri hilafet üzere ise o, Müslümanlar arasında Nebinin (Sallallah-u aleyhi ve sellem) halifesidir.
İkinci mesele Muaviye’nin ilk dört halife arasında değil de Beni Ümeyye halifeleri arasında zikredilmesidir. Zira onların nesepleri aynıdır. Muaviye de onların büyükleridir. O, bu halde esasında nesebinin en bozulmuşuyla beraber kılınmış oldu. İlk halifeler, nesepleri farklı farklı olsa da aynı hal üzere görülmüşlerdir. Hz. Osman da bu nesepten olmasına rağmen onlara ilhak edilmiştir. Çünkü fazilet itibariyle onlara yakın bir konumdadır. Allah bizleri onların zümresi içerisinde haşretsin ve bizlere onlara iktida etmemiz vesilesiyle de merhamet etsin.