Osmanlı Siyasi Düşüncesinin Kurucu Kavramları
Orhan Keskintaş, İLEM’de 17 Şubat 2018 tarihinde “Osmanlı Siyaset Düşüncesinin Kurucu Kavramları” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Sunumda Osmanlı siyasetinin temel taşları olarak öne sürülen adalet, ahlak ve nizam kavramları iki epistemik çerçeve üzerinde incelenebilir. Birinci çerçeve Osmanlı siyaset düşüncesinin 9.-14. yüzyıldan devraldığı iki düşünce mirasıyla açıklanabilir; İslam düşüncesi ve Anadolu öncesi Türk düşüncesi.
Bu minvalde, bu yüzyıllarda İslam düşüncesinde içkin bu üç kavramı kısaca incelemek elzemdir. İlk olarak İslam’ın özü olan ‘tevhid’ inancı ‘adalet’ düşüncesi arasında yakın bir münasebet vardır. Öyle ki, tek olan Allah’ın varlığı yaratması özünde adalettir. İkinci olarak, ahlak kavramı ise İslam’ın ‘nefs’ teorisi ile açıklanabilir. Diğer bir deyişle, insanın kötülüğü emreden nefsani arzularına gem vurması onu hür iradeli yapar aksi takdirde onun kölesi olması kaçınılmazdır. Hürriyet lehine sonuçlanan bu ilişkiye ahlak denir. Üçüncü olarak, ‘devlet’ kavramı ise Sünni ontolojinden neşet eden ‘nizam’ tasavvuruyla yakından irtibatlıdır. Devlet-güç ilişki aynen görülebilmekle birlikte Batılı anlamda sözleşmeye dayalı bir kavram değildir ve siyasalın yanı sıra nizamı da kapsar. Diğer yandan, dinle irtibatlı olarak ‘devlet koruyucu iken din esastır’ anlayışı hakim paradigmayı temsil ederken, ’80 gün bir zalim hükümdarın yaptığını hükümdarsız bir halk bir günde yapar’ özdeyişi Sünni ontolojinin nizam bahsindeki temel ilkesini özetler nitelikte.
Umumiyetle mitolojik unsurlara dayanan Anadolu öncesi Türk düşüncesinde en önemli kavram olarak ‘töre’ öne çıkmaktadır. Adalete dayalı hukuk olarak tanımlanan töre daha sonra sosyo-politik konumunu şeriat hukukuna bırakır. Gök Tanrı inancı Türklere ‘sınırsız mekan’ idraki sunarken, ‘cihan hakimiyeti’ fikrinin de temelini oluşturur.
İkinci epistemik çerçeve Osmanlı devlet adamları ve mütefekkirlerinin kaleme aldığı siyasetnamelerinden müteşekkildir. Burada karizmatik ümmet yerine karizmatik hanedan düşüncesinin eserlerde yer edindiği görülebilir. Diğer yandan ‘başarıyı sağlayan an’ olarak tasavvur edilen Kanun-i Kadim’e dönüş fikri de sıkça işlenir. Kanun-i Kadim ile atıf yapılan dönem eserlerde değişmekle birlikte genellikle Asr-ı Saadet dönemine atıf yapılır. ‘Şiir’, ‘toplumu kuran eylem etik değil estetiktir’ anlayışına dayanarak Osmanlı siyasetnamelerinde görülen en önemli anlatım biçimidir. Diğer bir deyişle varlığı açıklama biçimi olarak şiir Osmanlı siyaset düşüncesinde hayati bir anlatım formudur. Öte yandan, etik anlatımın en yetkin formu olarak siyasetnamelerde ‘hikaye’ başat anlatım biçimidir. Bu hikayeler, dairesel bir zaman içinde hangi role sahip olmamız gerektiği üzerine vücut bulur.
Son olarak, siyasetnamelerde adalet kavramından bahsetmek gerekirse, adalet İslam ontolojisine müntesip ‘bir’ ya da bütünlüğe yönelik bir tutkudur ve genel itibarıyla üç çeşit adaletten söz edilir: Ferde ait, devlete ait ve aleme ait adalet. Ferde ait adalet, ifrat ve tefrit uçlarının orta eylemi olarak tanımlanır. Bu da salih amel ile resmedilir. Yani, ferde ait adalet bir pozitif katkı olarak salih ameldir. Devlete ait adalet ‘mülk adalet ile kardeştir’ anlayışıyla özellikle 1453’ten sonra nizam ve hukuktur. ‘Divanıhümayun’ devlete ait adalet uygulaması için elzem konumdadır. Alemde adalet ise bütünün tikelliğini korunmaktır. Yani tikelden tümele bir hareket söz konusudur.
Sonuç olarak, ahlak, adalet ve nizam mefhumları üzerine inşa edilen Osmanlı siyaset düşüncesi iki muayyen epistemik çerçeveden mürekkeptir. Sünni ontolojiye müntesip bu iki çerçeveden birincisi engin düşünce zenginliğindeki sermayesini İslam düşüncesinden miras alırken, ikincisi siyaset tasavvuruna kamil ve engin bir devinimin sağlayan mirasını Anadolu öncesi Türk düşüncesinden devralmıştır.