“Bana On Tane Hukuk Diploması Verseler Bir İcazetime Değişmem”
Röportaj: Ayşe Rumeysa Yavaş, Kevser Rabia Mumcuoğlu
Hattat Fikret Şimşek ile kendisinin hat sanatına olan alakasını ve hat sanatının inceliklerini ve icazet geleneğini konuştuk.
Hocam evvela kendinizi bizlere kısaca tanıtabilir misiniz?
Benim ilk mesleğim öğretmenlikti, ilkokul öğretmenliği yaptım iki sene. Sonra üniversite imtihanlarına girerek hukuk fakültesini kazandım. Yetmiş beş-seksen yılları arasında talebelik yaptım. Seksen yılında mezun olduktan sonra avukatlık, hakimlik stajlarını da yaptım. İki sene avukatlık yaptım ama ruhen pek sevmediğim için bıraktım. Daha sonra serbest çalıştım, ticaretle iştigal ettim. Bu arada hocalarımızdan Arapça ve İslami ilimler dersleri aldım. Tabi çok ileri boyutlarda değil bizimki, mübtedi olarak başladım. Bir süre için de yurtdışına gittim, Suriye’ye, iki seneye yakın orada kaldım Arapçamızı geliştirmek gayesiyle.
Hat sanatı ile münasebetiniz ne vakit, nasıl başladı?
2002 senesinde Hasan Çelebi Hocanın ismini duydum. Üsküdar merkezde kalıyordum o zaman. Dediler hat atölyesi var, orada ders veriyor talebelere. Evime 100-150 metre yakınlıkta bir yerdeydi. Gittim “Hocam, ben de gelebilir miyim?” diye sordum. Dedi ki “Senin mesleğin ne, ne okudun?” “Hukuk okudum hocam.” dedim. “Öyleyse seni meslektaşına göndereyim.” dedi ve beni Davut Bektaş’a gönderdi. Fakat Davut Bektaş, dersi Fatih’te veriyor o zaman. Hocam, dedim, üç vasıta ile gidip üç vasıta ile döneceğim ben, Fatih bana uzak; dersi sizden alayım. Hatta birkaç hafta peşpeşe geldim, hocanın gözüne görüneyim ki beni karşıya göndermesin diye. Yok, dedi, ben seni meslektaşına havale ettim ona gideceksin. Peki hocam dedim, öyle başladım 2002 senesinde. 2008’e kadar devam ettim. Tabi başladım ama bu arada rahmetli babamın hastalıkları oldu, altı ay veya bir seneye yakın, iki veya üç defa ara vermek zorunda kaldım. Ama buna rağmen 2008 senesinde Davut hoca icazetnameyi lutfetti, verdi. 2013’ten itibaren de Üsküdar Balaban Tekkesi’nde hasbelkader ders veriyorum. Ayrıca Doğancılar Semt Konağı vardı, orada da üç dört sene ders verdim. Derslerimizde bir ara talebeler ile birlikte Osmanlıca okuduk, birkaç sene. Osmanlıca’nın klasik eserlerinden, Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiya’sını, Ali Fuat Başgil’in Gençlerle Başbaşa’sını, Reşat Nuri’nin birkaç romanını, ayrıca Kırk Hadis ve benzeri kitapları okuduk. Hatta bir ara ilahiyatta okuyan talebeler vardı, “Hocam, Arapça dersi yapalım.” dediler. Benim Arapçam ileri Arapça için yetmez, dedim. Ama onlar da “Hocam biz de yeni sayılırız.” deyince, bir sene de çok yoğun bir şekilde olmaksızın Arapça dersi de yaptık beraberce. Onun dışında bildiğiniz gibi haftada iki gün hat dersi yapıyoruz, salı günleri Balaban’da, cumartesi günleri İlim Yayma Cemiyeti’nde. Ayrıca bir hocadan da ta’lik dersleri alıyorum. Talebeyiz aynı zamanda. Hem öğretmeye hem de öğrenmeye çalışıyoruz.
Hat sanatına olan ilginizin bir kaynağı var mıdır?
Tabi insanın hiç merakı olmadan da bir şeyler vesile olabilir ama benim zaten merakım vardı. Eskiden öğretmen okullarında önem verirlerdi resim ve yazı derslerine. Sanat dallarıyla ilgili temayülümüz, alakamız vardı. Belki onların da vesilesi ile Hasan Hocanın ismini duymuş olmam bende tekrar merak uyandırdı . Daha evvel bir araştırma yapmış da değildim. Bu şekilde başladım.
Hocam biliyoruz ki hat sanatının kendi içinde bir usulu, müfredatı var. Bize bu usulden kısaca bahsedebilir misiniz.
Ben 2002’de Davut Hoca’dan ders almaya başladığımda, biz de her talebe gibi haftada bir bize verilen meşki yazıyorduk. Şevki Efendi ekolünü takip ediyorduk. Onun ve hatta bütün Osmanlı hattatlarının bir metodolojisi var. Meşk Murakkaı diye kitaplar var, oradan başlıyoruz. Ta’likte daha farklı bir yol izleniyor ama sülüs ve nesihte ”Rabbi Yessir” meşki ile başlanıyor. O müfredatımız, aşağı yukarı yirmi-yirmi beş ders sürüyor. Rabbi Yessir’den başlayarak eğer dersiniz belli bir kıvama geldiyse hocanız size “Geçin, sonraki dersi yazın” diyor ve hatta kendi eliyle gösteriyor. Hat sanatında bu zaten çok önemlidir, hocanın elinden görmek. Kalemi tutuşunu, kağıda koyuşunu, harflerin teferruatını ve yazışını vesaire hocanın elinden görmek lazım. Bu şekilde başlamış olduk biz Davut Hocadan. Belki her gün de çalışamıyordum, bir merakla başladım ama bu kadar çalışma gerektirdiğini bilmiyordum. Hatta şunu bile dediğim olmuştur bazı işlerimizin yoğunluğu sebebiyle; “Niye başladık, keşke başlamasaydık.” Fakat bu işin kıymetini bilen bazı insanlar, başladın, devam et dediler ve teşvik ettiler. 2008 senesinde hasbelkader hocalarımızın uygun görmesiyle icazet verdiler. Ancak 2011’e kadar pek ders vermişliğim yoktu, kendi halimde yazıyordum. Bu işin bir de ticari piyasası var, ticari piyasasına girmiş değilim. Pek becerebildiğim bir saha da değil. Ama ondan bu yana bilhassa ders vermeye devam ediyorum. Öğretmek, öğrenmek demek; ben bunu kendi üzerimde de çok görüyorum. Müfredatı bitirip de birçok arkadaş atıl hale geliyor, bu işi devamlı yazmak lazım. Hasan Çelebi Hoca, “Günde yirmi dört saat değil otuz saat çalışmanız lazım” der. Biz o kadar çalışkan da değiliz belki ama ders vermemiz sebebiyle kendimizi belli bir düzeyde tutmamız da lazım. Ben de birçok ders akşamlarında evde ders ile ilgi şeyler yazıp kendimi hazırlıyorum. Yoksa el formunu kaybediyor. Zihninizde harfin karakterini unutmuyorsunuz ama, eliniz o melekeyi yitiriyor. Dediğimiz gibi ticari tarafıyla bir işimiz olmadı ama karma sergilerimiz oldu. Yarışmanın birisinde bir ödül de verdiler. Ama hasbelkader Şevki Efendi’nin, Hasan Çelebi ve Davut Bektaş Hocaların yolundan devam ederek haftanın iki günü ders veriyoruz, inşallah da bu silsile böyle devam eder. Biz de bu sadaka-i cariyede kendimize düşen payı kazanmış oluruz.
Hocam hat sanatına gösterilen talebi nasıl değerlendiriyorsunuz ve kendi talebeleriniz hakkında neler söylemek istersiniz?
Şimdi insanlar dışarıdan bakınca şöyle zannediyorlar: üç beş ay devam ederek biz bir noktaya geliriz hatta icazetname alırız. Hatta bazılarını tanıdım ben hayatta, ben icazatname aldım diyor. İmam hatip’de okumuş. Orada hocası onlara bir şeyler çalakalem göstermiş, ondan sonra da tamam sen bu işi bitirdin demiş. Böyle arkadaşlara rastladım ancak icazet bu değil. Bu iş gerçekten çok uzun vadeli bir iş. Benim icazet almam ara vermekle beraber 6 sene sürdü. Bir kişiyi hatırlıyorum, Davut Hocanın en iyi öğrencilerinden bir arkadaşım. Mesleği icabı hep bu işlerle iştigal ettiği için, minyatürle ve hatla ilgilendiği ve eli devamlı o işlerle çalıştığı için o, bir yahut bir buçuk senede bitirdi müfredatı. Onun dışında ben, beş altı seneden daha kısa sürede icazet seviyesine gelen kimseyi görmedim. Belki kabiliyeti olur, çok sıkı da bir takip yaparsa iki üç senede alır mı bilemiyorum, çıkabilir öyleleri. Talebe geliyor, üç beş ayda bakıyorlar olmuyor. Rabbi Yessir yazmaya başlıyor ki Rabbi Yessir meşki en azından bir sene, kırk ders kadar vakit alır. Hasan Çelebi Hoca, Hamid Efendi’de iki sene yazmış rabbi yessiri. Bu iş hakikaten vakit alan bir iş. Talebe bakıyor bu iş çok uzun sürünce bir sene devam ediyor. Üçüncü, dördüncü seneye geçen pek olmuyor. Zaten ilk sabır sınırını atlatan, bu işin zevkine varan devam ettiriyor. Hz.Ali hattı tarif ederken diyor ki bunun zevki de sevinçlerin en güzeli. Bir müddet sonra insan zevkine varıyor ve bırakamıyor. Ama benim bazı üzüldüğüm hususlar var bilhassa hanım talebeler ile alakalı. Davut Hocanın o vakitler, altı sene içinde, neredeyse yüz tane talebesi olmuştur. Davut Hoca da doksan yedi yahut doksan sekiz de başlamış ders vermeye. Ben yanına 2002 yılında geldim ki ben geldiğim vakit icazet verdiği kimse yoktu. 2008 senesinde ben icazet aldığımda yedinci yahut sekizinci kişiydim hocadan icazet alan. On sene sonra meyvesini alabildi Davut Hoca. Şimdi kendimden biliyorum, 2013 yılından itibaren Balaban’da çok planlı ders veriyoruz, haftada bir gün olmak üzere. Benim şu an icazet almayı haketti diyebileceğim bir tane talebem var. İcazet nedir, bu yazdığın yazının altına imzanı atabilirsin, demektir. Sabır işi olduğu için millet sabredemiyor ve bu işi yarıda bırakıyor. Üzüldüğüm bir nokta demiştim, bizim devam ettiğimiz zamanlar bilhassa hanım kardeşlerimizden birisi bizimle altı yedi sene devam etti. İcazet seviyesine geldi ama belli bir eşiği atlamak lazım. Davut Hoca da sıkı tutuyordu herkese icazetname vermiyordu. Hatta bazıları küstüler, dediler, hocam biz bu kadar devam ettik icazet vermediniz, diye. Tam icazeti alma noktasına yaklaştığı zaman bir hanım kardeşimiz evlendi ve yarıda bıraktı. Böyle üç beş tane tanıdığım var icazete yaklaşıp da sonuna kadar sabretmeyen. Sonuna kadar sabretmek lazım.
Hocam hat sanatının gittikçe yaygınlaşıyor olduğunu düşünüyor musunuz?
Hat sanatı yaygınlaştı, kemiyet oldu ama keyfiyet ne kadar gelişti tartışılır. Hatta bazı hocalar bu iş dejenere oldu gibi şeyler de söylüyor. Hat sanatı, İSMEK ile beraber zannediyorum ki yaygınlaştı. İSMEK’te, İstanbul’un ilçelerinin birçoğunda hat dersleri vardı. Bizden evvelki birçok hattatlar oralarda ders veriyorlardı. İstanbul’un neredeyse otuz kadar ilçesi var ve bu seneye değin her ilçede hat dersi vardı ki bu hiç az değil. Bir şehirde otuz yerde hat dersi veriliyorsa bu çok önemlidir. Şimdi o kurslar kalktı veya azaldı sayıları bilemiyorum. Ama bu işi, “Aşk olmayınca meşk olmaz derler”, gerçekten aşk ile devam ettirenlerin sayısı az. Sadece icazet değil bu işi öğrenene kadar sabredenlerin sayısı az. Takriben ben şöyle diyorum, yüzde on veya yüzde on bile değil başlayıp da işin sonuna kadar gelen, icazet alan. Yakın senelere kadar, ben eski hattatların birisine sormuştum, ne kadar icazetli hattat var Türkiye’de diye, İstanbul’da değil Türkiye’de. Yüz var mıdır diye sordum, yüz yoktur herhalde demişti. Şimdi yüzü bulmuştur hatta yüzü de geçmiştir muhtemelen. Ama bu kadar yaygın olmasına rağmen yüz talebe, yüz icazetli sayısı az değil mi? İnsan daha çok zanneder ki bence de az. Bundan sonra da bu şekilde devam edecektir. Talebelerin yüzde beşi icazet alacak, yüzde doksan beşi elenecektir. Bence kabiliyeti olanların bu işi devam ettirmeleri lazım. Bu hem dünyevi hem uhrevi bir uğraştır. Dünyevi diyorum çünkü bu işi ticarete dökenler de var. İşin manevi tarafına değer vermeden bu işi devam ettirenler de var. Bu işe aşkla başlayanlar meşke devam ediyorlar.
Hocam, Mehmet Şevki Efendi geleneğinden devam ettiğinizi söylediniz. Hat sanatında bu geleneklerin arasında keskin çizgiler var mıdır? Mehmet Şevki Efendi’nin üslubunu diğerlerinden ayıran nedir yahut sizin bu geleneğe ait olmanızın sebebi nedir?
Biz hocalarımızdan, Hasan Çelebi Hocadan ve Davut Hocadan, Şevki Efendi ekolünü devam ettiriyoruz diye duyduk. O zamanlar bir şey bilmiyorduk, bahsedilen hattatların isimlerini de yeni duyuyorduk. Hakikaten bu işin içine girince klasik eserler görme ve en azından kitaplarda görme imkanı oluyor. Tabi biz bunları haricen öğrendik. Bunun tarihi Peygamber Efendimiz’e (sav) dayanıyor. İlk hattatın Hz.Ali olduğunu söylerler, hatta meşk kitabımızın ortalarında da onun sözleri vardır. Medine’de ömrünün sonlarını ikmal eden yüz elli yıl önce yaşamış bir hattatımızın yazdığı bir risale var hat eğitimi ile ilgili. Orada Peygamber Efendimiz’e (sav) istinat ettiği birtakım rivayetler de var. Mesela kalemin açılmasıyla ilgili, harflerin yazılmasıyla ilgili yahut net olması okunaklı olmasıyla ilgili bazı tavsiyeler var. İnşallah sahihtir diye ümit ediyorum. Bir ilahiyat fakültesinden bir hoca, bu hadislerin sahihliğini kritik etti ama tamamına yakınını, bu hadis değildir, diyerek reddetti, bunlar benim aklıma uymuyor gibi birtakım gerekçelerle. Ancak bu önemli bir şey. Mesela, bir yerde görmüştüm, bir hattat yazmıştı: Kim güzel bir besmele yazarsa cennete girecektir, mealinde bir hadis idi ki bu gibi hadisler sahih ise hattatlar için çok kıymetlidir. Bunlar hat ile uğraşmak için güzel gerekçeler. Şimdi Şevki Efendi ekolü dediniz. İnceledikten sonra görülür ki çok büyük hattatlarımız var. Kemal dönemi belki 1850’ler 1900’ler arasında olmuş. Sami Efendi’ler, Hulusi Efendi’ler, Kazasker Mustafa Efendi’ler, Nazif Efendi’ler, Şevki Efendi’ler; hepsi muhteşem yazılar yazmış. Davut Hocamız mesela aşağı yukarı on, on beş senedir dünyanın en iyi hattatı olarak biliniyor. Davut Hocamız gerçekten bu işin günümüzde ustalık açısından en iyi temsilcisi. İmam hatip’te iken başlamış, sonra İstanbul Üniversitesi’nde Hukuk Fakültesi’ne gelmiş. Hep hat ile uğraşmış ki ticari tarafıyla da ilgili değil, kimisi para için yapar ama o orasıyla da ilgilenmiyor. Aslında bir ekol tercihimiz yok. Ekol tercihi olarak hocalarımız bize onu gösterdi ama biz de gördük ki gerçekten Şevki Efendi çok farklı. Mesela nesih konusunda da çok başarılı. Şevki Efendi hem sülüse hem de nesihte mükemmele ulaşmış. Biz tercih etmedik ama bu tercih edilen yolun gerçekten en güzel ekol olduğunu gördük. Aşağı yukarı bugünki hattatların tamamına yakını da Şevki Efendi üslubunu takip ediyor.
Hat sanatı ile iştigal etmek isteyen talebelere tavsiyeleriniz nedir hocam?
Az önce ben kendi alakamı ve işin içine girişimi anlattım. Bu iş, aşk olmayınca meşk olmaz denildiği gibi sevmeyince de uzun ömürlü olmuyor. Bir müddet sonra yarı yolda bırakıyorlar. Ama kabiliyetli olanlar da bu işe devam etsinler. Bazı işler vardır ya sadece dünyevidir ya da sadece uhrevidir. Bu iş ise hem dünyevidir hem uhrevidir. Dünyevidir çünkü; bu aynı zamanda bir rızk kapısıdır. Eskiden İstanbul’da yüzlerce hattat varmış. Harf devriminin olduğu sene bir gecede o bütün hattatlar işsiz kalmıştır. Bununla birlikte bin, hatta bin beş yüz senelik bir mirası reddetmiş oluyorsunuz ki ayrı bir yaradır bu içimizde. O hattatlardan bazıları, hattı kendine bir rızk kapısı olarak görmüşler ve devam ettirmişlerdir. Yoksa kökten kuruyan bir ağaç gibi olacaktı. Elhamdülillah şimdi yeni yeni filizler veriyor son yirmi senedir, hocalarımızın gayreti ile. Devam ettirmek ve nihayete erdirmek için gerekli olan şey ise sabır. Bu iş sabrederek olur. Hoca elini takip etmek bu işte çok önemlidir, hoca elini görmek lazım; hocanın kalemi tutuşunu, harflerini yazışını. Bu işi kaynağından, usulüne göre öğrenmek lazım. İcazetname geleneği bambaşkadır. Bana on tane hukuk diploması verseler bir icazetime değişmem. Deseniz ki onun kadar emek verdiniz mi, evet; icazetname almak için de talebe birkaç fakülte bitirmiş kadar zaman da emek de veriyor. Yeni başlayanlar korkmasınalar üşenmesinler, bir bismillah desinler. Belki farkında olmadıkları bir kabiliyetleri de olabilir. Ama bu işin dediğimiz gibi bir de uhrevi tarafı var ki nedir o? Yazdığınız yazı ya ayet-i kerimedir, ya hadis-i şeriftir veya kelam-ı kibardır en azından. Bu yazdıklarınız birinin duvarını süslüyorsa, ondan istifade ediliyorsa veya talebe yetiştiriyorsanız kıyamete kadar sadaka-i cariyeniz devam edecektir. Bismillah deyip başlansın…