Aşk Estetiği
Beşir Ayvazoğlu, Aşk Estetiği, İstanbul: Kapı Yayınları, 2013, 256s.
Beşir Ayvazoğlu’nun kaleme almış olduğu “Aşk Estetiği” kitabı, İslami gelenekte estetiği ele alan pek kıymetli bir eserdir. Öyle ki, müellifin de ifade ettiği üzere bu eser, çeşitli üniversitelerde ders kitabı olarak okutulmakta ve bu itibarla, rağbet edilen ana metin niteliğine sahip olmaktadır. Yazarın daha gençlik yıllarında yazmış olmasına karşın böylesi bir şöhrete ulaşan eser, incelemeye ve tahlil edilmeye muhtaç olan bir başucu kitabıdır. Zira yazarın, kitabın yazılmasının üzerinden yıllar geçmesine rağmen kitabı herhangi bir değişiklik yapmadan yayımladığını belirtmesi, kitabın önemine işaret eden ve kazandığı itibarın haklılığını göstermektedir.
Yazarın, İslam sanatlarının estetiği üzerine yazdığı çeşitli denemelerinden müteşekkil bu eser, İslam sanatlarını pek çok zaviyeden tetkik etmektedir. Altı bölümden oluşan kitabın, yirmi beş alt başlığı bulunmaktadır. Sanatlarda işlenen aşkı ve estetiği konu edinen yazarın özellikle yoğunlaştığı meselelerden birisi tasvir yasağıdır. Zira tasvir yasağı, İslam sanatlarının gidişatını şekillendiren önemli yapı taşlarından birisidir. Kısaca ifade edecek olursak; tasvir yasağını temel alan Müslümanlar, heykel yapımına, resim sanatına çok fazla dalmamışlar; bunların yerine iç güzelliklerini ve zenginliklerini ortaya çıkaracakları başka eserler ortaya koymuşlardır. Musiki, şiir, minyatür, nesir ve mimari Müslümanların, iç güzelliklerini ve zenginliklerini işledikleri eserlerden bazılarıdır. Şiirde işlenen estetik ve aşk, İslami düşünceyle yapı benzerliği arz etmektedir. Bununla birlikte Müslümanların kaleminden dökülen şiirler, batıda kaleme alınan şiirlerden ayrışmaktadır. Nitekim Müslümanların işledikleri konuların başlıcalarından olan aşk, İslami düşüncenin oluşturduğu eksende ele alınmaktadır. Ayrıca şiirdeki maşuk, hiçbir zaman tam olarak tahayyül edilememesi itibariyle dikkat çekmektedir. Çünkü burada esas olan maşukun kendisi değil; aşkın bizzat kendisidir. Maşuka karşı duyulan aşk, ona karşı hissedilen şiddetli arzu kutsaldır. Kutsal olarak kabul gören aşkın, mahiyetini ortaya koymada sıklıkla kullanılan araçlardan birisi şiir olmuştur.
Mimari eserler, Müslümanların sanatta ne denli geliştiklerini gösteren temel sanat eserlerinden birisidir. İç dünyadakinin, dış dünyaya aktarımının en bariz türü mimaridir. Zira mimarın zihninde ve gönlünde hissettiği duygular, belli aşamalarından ardından duyusal dünyaya çıkmaktadır. İşte mimarinin iç dünyayı fiziksel dünyaya taşıyan bu vasfı, Müslümanların mimaride neden bu kadar geliştiğini açıklar niteliktedir: Onların gönülleri zengin idi. Aşk ile yoğrulmuş, pişmiş insanlardı. İçlerindeki derin hisler, onları dışarıda böylesi mükemmel yapıları ortaya çıkarmasına neden olmuştur. Müslümanların güttüğü mimarideki tevhit anlayışının yanı sıra tezyinat da büyük bir ilgiye mazhar olmuştur. Bunun neticesinde ise ortaya, tezyinatı gözleri kamaştıran mimari eserler ortaya çıkmıştır. İslami eserlerde kullanılan motifler de tevhit algısının ürünü olmakla birlikte geçmiş dönemlerden itibaren süreç içerisinde gelişen ve ‘İslamlaşan’ süslemelerdir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, İslami güzelliklerin ve düşüncelerin önce ruha ve sonrasında eserlere nakşolması, ortaya çıkarılan eserlerin diğer yapılardan çok daha farklı olması gibi tabii bir sonucu doğurmuştur. Örneğin, Hıristiyanların yapmış olduğu yapılarda korku motifi ağır basmaktayken, İslamî yapılarda böyle bir motif yer almamaktadır. Kiliselerde, güç ve ihtişam ön planda yer almakta ve mensuplarını, kalplerinde korku ile ağırlamaktadır. Ancak İslami yapılar bundan tamamıyla farklılaşmakta ve mensuplarına bir gönül huzuru sağlamaktadır. Kiliselerde olduğu üzere sert ve keskin hatlardan ziyade, oval ve yuvarlak hatların kullanılıyor olması bunun en bariz örneğidir. Bunun yanı sıra kiliselerden daha görkemli ve heybetli olmasına karşın, İslam mimarisinin kiliselerdeki ağırlığı hissettirmemesi bizlere, İslam mimarisindeki temel yapı taşı olan aşkın gücünü göstermektedir.
İslam medeniyetinde Müslümanların uğraş sergilediği sanat alanlarından bir diğeri ise minyatürdür. Minyatür türü eserler esasında, tasvir yasağının sonucunda nevzuhur bulan bir tür olma vasfını haizdir. Tasvirden çeşitli yönlerden ayrışan bu türde, pek çok sanat yapıtı ortaya konulmuş ve bu alanla nitelikli eserler verilmiştir. Her ne kadar tasvir yasağının büyük bir etki ortaya çıkardığı ve bu münasebetle tasvire dair eserlerin yapılmadığını söylesek de, birtakım istisnaların bulunduğunu itiraf etmek durumundayız. Bu durumun iyi veyahut kötü olduğuna dair bir söz sarf etmeksizin, incelenmeye değer bir alan olduğunu ifade edebiliriz. Misal olarak Fatih Sultan Mehmet’in, portresini çizdirmek üzere İtalya’dan ressam Gentile Bellini’yi getirmesini verebiliriz. Ancak ifade ettiğimiz üzere bu tür durumlar oldukça sayılıdır. Tasvir yasağıyla ilişkili olarak heykel yapımına önem gösterilmemesini bu meyanda zikredebiliriz. Nitekim Hz. Peygamber tarafından kesinkes yasaklanan tasvir olayının temelinde, geçmiş kavimlerin hazin sonları yatmakta ve Müslümanların da böylesi bir sonla yüz yüze gelmemesi için birtakım tedbirler alınmaktadır. Bu itibarla İslam coğrafyasında heykelcilik, diğer medeniyetlerdeki gibi bir gelişim göstermemiştir.
Önemine binaen şiir ekseninde birkaç kelam edecek olduğumuzda, Beşir Ayvazoğlu’nun da üzerinde durduğu üzere şiirin zorlu yapısından bahsedebiliriz. İslam geleneğinde ortaya konulan şiir eserleri büyük incelikler taşımaktadır. Farklı coğrafyalarda kaleme alınanlardan farklı olarak, tekliği ve tevhidi öne çıkarmaktadır. Çeşitli türlerde ve çeşitli formatlarda yazılan şiirler yerine tek bir formatta yazılmaktadır şiirler. İşte bu noktada büyük bir zorluk baş göstermektedir. Zira herkesin ustalıkla yöneldiği bu alanda sivrilmek, tabiri caizse, her babayiğidin harcı değildir. Herkesin yaptığını yaparak ama bir yandan da orijinal eserler ortaya koyan şairler, yüzyıllar boyu ayakta kalan şiirler kaleme almışlardır. Ama dikkat edilmelidir ki, bu tür bir şiir yazımı tekdüzeliği veyahut sığlığı beraberinde getirmek şöyle dursun; pek çok farklılık, incelik ve özgünlüğü ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca şiirlerde egemen duygu olan aşk, çok güzel bir şekilde incelenmektedir. Misal, maşuk hiçbir zaman tam manasıyla betimlenmemektedir. Yalnızca gözü, burnu, dudağı, boyu gibi parça parça tahayyül ettirilmekte; asla tam bir betimleme yapılmamaktadır. Tabii ki böylesi bir tavrın ardında, İslami düşünceden kaynaklanan güdüler yatmaktadır. Ayvazoğlu’nun bu tür tespitleri oldukça dikkate şayan tespitler olup, okunulması ve bunlardan haberdar olunması gerekmektedir.
Ayvazoğlu’nun eseri, tespitleri ve değindiği noktalar itibariyle büyük öneme sahiptir. Tasavvufî bir yapı ve anlayışa sahip olduğunu anladığımız yazar, hissettiğini okuyucuya anlatma noktasında pek sıkıntı yaşamamaktadır. Her kesimden insanın okuyabileceği bir eser olsa da, içerdiği bazı ‘ayrıntılar’ bağlamdan kopmaya neden olabilecektir. Ancak bu türden bir durum, entelektüel çevre içerisinde olan kimseler için sorun arz etmeyecektir. Felsefi düşüncelerden, sanata kadar farklı bakış açılarıyla bizi buluşturan Ayvazoğlu, İslam sanatlarındaki estetiği oldukça başarılı bir şekilde yansıtmıştır. Onun bu başarısından herkesin istifade etmesini naçizane tavsiye ederim.