“İslam Deklarasyonu” Kitabının Söyleyişisi Gerçekleşti!
İlmi Etüdler Derneği(İLEM)’nin bu ayki kitap söyleşisi çantasında “Bilge Kral” Aliya’nın “İslam Deklarasyonu” kitabı vardı. 1970 yılında insanların eline ulaşan bu bildirinin asıl gayesi ise Endonezya’dan Fas’a kadar İslam Birliği’nin temin edilmesiydi. Güneş’in kendisini hissettirmeye çekingen kaldığı bu günlerde, bir cumartesi gününü kitap tadında sohbetiyle bizlere ayıran “Mahmut Hakkı AKIN”; Aliya İzzetbegoviç hakkındaki bilgilerini, Aliya’nın eserleri üzerinden ifade etti. Bilge Lider hakkındaki çalışmalarıyla dikkat çeken Akın, Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi’nde Genel Sosyoloji ve Metodoloji Anabilim Dalı’nda öğretim görevlisi olarak çalışmalarını yürütmektedir.
Mahmut Hakkı Hoca, sadece İslam Deklarasyonu çerçevesinde Aliya’nın görüşlerini ve İslam’a bakış açısını anlatmaktan ziyade, diğer kitapları olan “Doğu Batı Arasında İslam” ve İslam Deklarasyonu’nun asıl bulunduğu eser olan “İslam Deklarasyonu ve İslami Yeniden Doğuşun Sorunları” kitapları bağlamında değerlendirdi. Ayrıca modernite ve muhafazakârlık ideolojileri çerçevesinde İslam’ın nereye konulması gerektiği noktasında da fikirlerini bizlerle paylaştı.
İzzetbegoviç’in İslam’a dair düşünmeye başlaması lise yıllarına “Mladi Muslimani(Müslüman Gençler Kulübü)”ye dayanıyordu. Aliya’nın, “İslam sadece din değildir.” söyleminden yola çıkarak, din tasavvurunu ve İslam’ı konumlandırdığı yeri ifade etmeye çalıştı. Esarette kalmayı hürriyetin asıl unsuru olarak adlandırılan Aliya, İslam’ı doğu ile batı; din ile materyalizm; dram ve ütopya; İsa ile Musa arasında konumlandırmıştır. Müslümanların İslamlaşması’nın yolunun inanmak ve mücadele etmekten geçtiğini belirten Aliya’da Seyyid Kutub ve Fazlurrahman etkilerini görmek mümkündür. Aliya’ya göre İslam ne bir peygamberin dünyada mağlup olmasını sağlar ne de insanlara dünyada icat edilmiş cennetler oluşturmalarını temin eder, bu söylemiyle Hıristiyanlık’ın maneviyatçı anlayışından ve Yahudilik’in materyalist kıskacından münezzeh tutarak yeniden tanımlamıştır. Bu görüşleriyle Mu’tezile mezhebine yakın görülse de Doğu Batı Arasında İslam kitabının sonunda kader inancının varlığına vurgu yaparak bu yöndeki görüşleri çürütmüş oluyordu. Dramın Hristiyanlık’ta olduğu gibi asla bitmeyeceğini tersine dünyanın da cennet bahçesi gibi bir yere dönüşmeyeceğini belirterek İslam’ın vasat yolunu buluyordu.
Hıristiyanlık gibi bir ruhban sınıfının oluşmamasını isteyen Bilge Lider, din adına otorite olarak ortaya çıkan tasavvuf, tarikat gibi oluşumlara sıcak bakmamıştır. Bilhassa mehdiyet gibi konularda, “Mehdi bizim tembelliğimizin adıdır.” diyerek Müslüman bir bireyin İslam’dan nasıl uzak kaldığını betimliyordu. Türk kavramının Müslümanlık’ı hatırlattığı Balkan coğrafyasının yetiştirdiği bir nesil olan Aliya, bir Modernite okuması yaparken İslam’ın din olarak algılanmasından ötürü modernite karşısında zelil bir duruma düştüğünü ifade eder. O’na göre İslam bir kültür, bir medeniyet, bir fikriyattır. İslami yenilenmeye karşı iki tip olarak Muhafazakârlık ve Modernite’yi koymuş ve kendi mefkûresi ile bu kavramları yeniden tanımlamıştır. Muhafazakârların eski reçetelere talip olduğunu, modernistlerin ise bizim olmayan, ötekilerin yazdığı reçeteleri kabul ettiğini belirtmiştir. Böylelikle nasıl bir hezimet ve tehlike unsuru doğduğunu ifade etmişti. İslam’ın yapması gereken ise kendisini geleneğin yükünden kurtarmak ve yabancıların ürettiği geleceğe talip olmamayı sağlamak olmalıdır.
1970’lere gelindiğinde sömürgeye mahkûm edilmemiş İslam beldesi yok denilecek kadar azdı. Zamanında Hz. Ömer’den bile hesap soran tebaa, şimdi ise tahakküm altında yaşamaktan başka bir şey yapmıyordu; kısacası İslam’ın gerekleri yerli yerinde değildi. Bunun çözümü ise Aliya’nın bilhassa belirttiği İslam Rönesans’ında saklıydı. Asıl suçun tebaada olduğunu belirten Aliya, itaat etmeyi bilen İslamlaşmış yeni nesillerin yetiştirilmesinin gerekliliğini vurguluyordu.
“Esareti kabul etmek özgürlük, reddetmek ise sahteliktir.” sözünün somut bir delili olarak, sadece İslamcı söylemleri ve İslam Deklarasyonu yüzünden, dokuz yılını hapishanelere vermek zorunda kalıyordu.
Mahmut Hakkı Hoca’nın ifadeleriyle Aliya, Müslüman neslin İslami bir kimlik kazanmasını istiyor; yeniden farklı bir bilinçlenme, diriliş sunuyordu. Aliya’yı “İslamcı Demokrat” olarak adlandıran Akın, demokrasi kavramının böylelikle Aliya üzerindeki tesirini de sunmuş oluyordu. Aliya’nın genel tasavvurların ötesinde bir düşünür, lider, Müslüman olarak düşünmemiz gerektiğine de dikkat çekiyordu.
Kitap kokusunun Saraybosna sokaklarına doğru götürdüğü anlarda sohbetin sonuna geldiğimizi anlıyorduk. Kalan kısmı ise aklımızı kurcalayan belki de fark edebilmeyi sağlayan sorular teşkil etmeye başlıyordu…