Mücadelenin Sembol Hali: Karpuz, Kefiye ve Filistin

Yazar: Yunus Yeşil

Filistin’e ve mücahitlere atfen…

7 Ekim herhangi bir şeyin başlangıcı olmadığı gibi yıllardır barış yurdu olan, herkesin mutlu mesut yaşadığı, kimsenin ötekileştirilmediği, vatanından sürülmediği, insanlıktan çıkarılmadığı, onur ve namusunun korunduğu ütopik bir demokrasiye vurulmuş bir ket de değildi. Aksine, 7 Ekim Filistinlilerin yıllardır Biladü’ş Şam’ın incisi memleketlerinin kolonileştirilmesine ve işgal edilmesine karşı verdikleri bir mücadeleydi.

Atılan taşlar, düşmanın kalbine korku salan füzeler, ebabil kuşları misali gökten süzülen mücahitler, ölme ihtimali yaşama ihtimallerinden fazla olduğu halde teslimiyetlerini elden bırakmayan onurlu insanlar uzun zamandır hep aynı mücadelenin içindeydi. Yaşananların hepsi Nakba ve İntifadalar gibi yıllardır yurtlarının selameti için mücadele veren Filistinlilerin normaliydi.

Filistin İntifadası

Tüm bunları bir kenara koyup işgal devleti, işbirlikçi medya ve işgali destekleyen devlet adamlarının söylemlerine odaklanırsak sanki ne yaşandıysa 7 Ekim’de başlamış, İsrail’in var olma hakkı zorla gasp edilmiş ve bu hakkı tekrar tesis etmek için öldürülen her Filistinlinin kanı işgal askerlerine helal kılınmış adeta. Bize sunulan ve zorla kabul ettirilmek istenen bundan farksız değil. Ama yaşananlar bundan da öte.

Filistinlilerin yıllardır verdiği mücadelenin hayatın her alanında kendini gösterdiğine bizler birer seyirci olarak dahi şahit olabiliyorken işgal güçlerinin bunu görmezden gelmesi bu mücadeleyi nasıl manipüle ettiğini göstermektedir.  Bunlardan en barizi Filistin’i Filistin yapan sembollerin dahi düşmanlaştırılması ve yaşamdan soyutlandırılmasıdır.

7 Ekim Filistinlilerin yıllardır Biladü’ş Şam’ın incisi memleketlerinin kolonileştirilmesine ve işgal edilmesine karşı verdikleri bir mücadeleydi.

Bilinir ki bir milleti millet yapan en önemli şeylerden biri günlük yaşamlarında o milleti kimliksel anlamda temsil eden sembollerin varlığıdır. Semboller bize o milletin acılarını, mücadelelerini, sevinçlerini, tebessümlerini velhasıl o millete dair kapsamlı bir resim çizer. Bu resim, Filistin’i de bize anlatan ve yeri geldiğinde verilen mücadelenin kıymetini ortaya koyan sembolleri taşır. O semboller yüzyıllardır bu toprakların hamurunda yoğrulmuş, Avrupa’dan, Rusya’dan ya da Etiyopya’dan göç etmemiş ve kimsenin yurdunda işgalci değildir.

Filistin bayrağı, kefiye, zeytin ağacı, portakal, kaşık, zahter, kaktüs, anahtar, inek, hanzala ve daha nicesi…Hepsi ayrı ayrı hikayelerle ve yaşanmışlıklarla Filistinlilerin kalbinde yer edinmiştir.

  • Kırmızı, Yeşil, Siyah ve Beyaza Savaş Açmak

Bu başı ve sonu acılarla dolu hikâyeye Filistin bayrağı ile başlamak iyi olacaktır. Burada amacımız Filistin bayrağının tarihçesine bakmak değil aksine bu bayrağın kayıtlarda olmayan tarihçesine odaklanmaktır. 1967 yılında, Nakba’dan 19 yıl sonra, bölgenin en güçlü Arap devletleri İsrail’e savaş açmaya karar verdikten 6 gün sonra, ne olduklarını anlamadan İsrail tarafından bozguna uğramaları Filistinlilerin üzerinde bir fecaat yaşattı. Kudüs düşmüş, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nin kontrolü işgalci güçlerin eline geçmişti. Nakba’dan sonra belki de ikinci bir talihsizlik günüydü 10 Haziran 1967.

Oslo Müzkaresi

İşgal güçleri bu zaferin sarhoşluğu ile ilhak edilen topraklarda, Filistin bayrağının açıkça sergilenmesini yasakladı, bu yasağa uymayanlara ağır yaptırımlar uyguladı. Ta ki 1993 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve İşgal Devleti’nin Oslo’da imzaladığı barış antlaşmasına kadar. 26 sene boyunca işgal edilmiş Filistin topraklarında sadece dört renkten ve birkaç şekilden oluşan Filistin bayrağı ve bu renklerin temsil ettiği her şey bir suç unsuruydu. Bir başka deyişle, işgal güçleri kırmızıya, yeşile, siyaha ve beyaza da savaş açmıştı.

Filistinlilerin yıllardır verdiği mücadelenin hayatın her alanında kendini gösterdiğine bizler birer seyirci olarak dahi şahit olabiliyorken işgal güçlerinin bunu görmezden gelmesi bu mücadeleyi nasıl manipüle ettiğini göstermektedir. 

Bu durumun en bariz örneğini 2021’de Şeyh Cerrah olaylarında da denk geldiğimiz ve 7 Ekim ile sosyal medya üzerinde Filistin’e dair uygulanan sansürü delmek için kullanılan karpuz için gösterebiliriz. Karpuz, Cenin’den Gazze’ye Han Yunus’tan Nablus’a bereketli Filistin topraklarının dört bir yanında yetişmektedir. Fakat bunun yanı sıra renkleriyle Filistin bayrağı bir ortaklığı da vardır. Bu noktada, Filistin bayrağına olan nefret bu bayrakla ortaklık taşıyan karpuza da gösterilmiştir. Filistinli sanatçı Sliman Mansour işgal devleti yetkilileri ile arasında geçen diyalog bu nefreti gözler önüne sermektedir: 

“Bize Filistin bayrağı çizmenin yasak olduğunu, renkleri kullanmanın da yasak olduğunu söylediler. Bunun üzerine (başka bir ressam) Issam Badrl, ‘Kırmızı, yeşil, siyah ve beyazdan bir çiçek yapsaydım ne olurdu?’ dedi ve memur öfkeyle şöyle yanıt verdi: ‘El konulacak. Bir karpuzun resmini yapsanız bile ona el konulur.”

Sliman Mansour
Sliman Mansour

Filistin bayrağının renklerine bile tahammülsüzlük aslında işgal güçlerinin temel mantalitesini de gösteriyor. İşgal devleti bir Filistinsizleştirme edasıyla nehirden denize bir sansür uyguluyor. Bariz kültürel bir işgalin de kapısı açılıyor böylelikle ve ilmek ilmek işgalin kodları günlük yaşama işleniyor. Bu sansürün her ne kadar 1993 yılında hafiflediğini söylesek de İsrail içindeki aşırı sağcı grupların baskısı neticesinde tekrar gündeme geldiğini görmekteyiz. Örneğin bu sene işgal devletinin aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir tarafından verilen talimatta kamusal alanda Filistin bayrağının sergilenmesi yasaklandı ve polise bu konuda el koyma yetkisi verildi. Dahası, işgal güçlerinin finanse ettiği kurumlarda da Filistin bayrağının yasaklanmasına dair yasa tasarısı sunuldu. Görülen o ki işgal güçlerinin amacı sadece Filistin toprağını işgal etmek ve oradan Filistinlileri sürmek değil Filistin’e dair her şeyi kolonileştirerek hükmetmektir.

  • Bir Anlamlar ve Manalar Bütünü: Kefiye
Yaser Arafat (1929-2004)

Filistin denilince akla gelen bir diğer önemli sembol ise kefiye. Özellikle, 1930’larda İngiliz işgali döneminde sömürgeye karşı kullanılan bir sembol olan kefiye daha sonraki yıllarda Filistin Kurtuluş Örgütü ile özdeşleşiyor. FKÖ lideri Yaser Arafat’ın 1960’lardan itibaren Filistin mücadelesinin bir sembolü olarak bağladığı ve bağlama şekli ile de Filistin haritasına benzettiği kefiyesi hep dikkat çekmiştir.

Yaptığı her konuşmada ya da Oslo’da İsrail Başbakanı İzak Rabin’in eline sıkarken özenle taktığı kefiyesi hep kendisiyle birlikteydi. Sadece Yaser Arafat değil Kudüs’ün ya da El Halil’in sokaklarında gezerken rastlayabileceğiniz birçok Filistinlinin üzerinde gururla taşıdığı bir parçadır kefiye. Her ne kadar günlük kıyafetin bir parçası olsa da kıyafetten de öte siyasi bir kimliğin de yansımasıdır. Kefiyeyi görenlerin zihninde Filistin direnişine dair görüntülerin canlanması oldukça muhtemeldir.

Görülen o ki işgal güçlerinin amacı sadece Filistin toprağını işgal etmek ve oradan Filistinlileri sürmek değil Filistin’e dair her şeyi kolonileştirerek hükmetmektir.

Siyasi olarak, özellikle FKÖ ve Yaser Arafatla ile birlikte Filistin mücadelesi ve Filistin milliyetçi hareketin bir sembolü olan kefiye, yıllar içinde başta dünyanın dört bir yanında yaşayan Filistinliler olmak üzere ezilen halkları savunan protestocuların bir sembolü haline geldi. Bugün dahi dünyanın dört bir yanında gerçekleştirilen eylemlerde kefiyelere sıklıkla rastlamaktayız. Filistinlilerin de günlük yaşamlarında kullandıkları kefiyeleri şu sıralar İstanbul İsrail konsolosluğu önünde ya da Londra’da yüzbinlerce kişinin katıldığı gösterilerde genci yaşlısı demeden herkesin boynunda görmek mümkün. Takılan kefiyelerle verilen mesaj da oldukça açık ve net: Nehirden denize bağımsız ve özgür Filistin’in yanındayız!

Kefiye sadece bir bez parçası olarak Filistin direnişini sembolize eden bir obje değil. Aynı zamanda barındırdığı şekiller ile mücadeleyi temsil eden bir manalar ve anlamlar bütünü. Bu manaları keşfetmek için kefiyeye yakından bir bakış atmak oldukça önemli. Mesela, kefiyenin büyük bir kısmında yer alan balık ağı deseni Filistinli denizcilerin Akdeniz ile olan bağını sembolize ediyor. Bilindiği gibi, Filistin boydan boya Akdeniz’e komşu. Bu durum haliyle, denizi Filistin’in vazgeçilmez bir sembolü konumuna getiriyor.

Gazze Şeridinden işgal edilmiş Filistin sahillerinin tamamına kadar denizin sunduğu tüm güzelliklerden nasiplenme fırsatı var Filistin’in. Fakat, toprakları gibi sahilleri de işgal güçleri tarafından sömürgeleştirilmiş durumda. Şu an bile işgal devleti Gazze sahilini ciddi bir şekilde kontrol altında tutuyor. Nitekim Mavi Marmara olayında da şahit olduk ki işgal güçleri dışarıdan gelebilecek herhangi bir aksiyona karşı teyakkuz halinde ve gözünü kırpmadan silahla karşılık verecek durumda. Hal böyleyken, yüzyıllardır bereket kaynağı olmuş sahillerinden mahrum olan Filistinliler kefiyelerinde denizi sembolize etmekten geri durmamış.

Zeytin ağacı – Sliman Mansour

Kefiyedeki bir diğer şekil ise zeytin yaprağını temsil eden uzun dalgalı çizgiler. Filistin denilince akla gelen ilk şeylerden biri zeytindir. Bereketli Filistin topraklarında yetişen zeytinler adıyla nam salmışken, birçok kişi için de işgal güçlerinin baskısına rağmen önemli bir geçim kaynağıdır. Günden güne yayılan Yahudi yerleşimleri Filistinlilere ait zeytin arazilerinin varlığını tehlikeye sokan en temel problemlerden biridir. Bu arazilerin işgal edilmesi ya da hasat sürecinin sekteye uğratılması ile Filistinliler oldukça zor zamanlar geçirmektedirler. Bunun en temel sebebi sadece ekonomik olarak değil toplumsal ve kültürel anlamda da Filistinliler ile zeytin arasındaki güçlü bağın işgal devleti tarafından hedef gösterilmesidir. Bir nevi onların kültürlerini sekteye uğratma çabası olarak görülebilir. Özellikle dayanıklılığı ile bilinen zeytin ağaçları Filistin’in ve barışın bir sembolü olarak her daim ön plandadır. Bu noktada, kefiyede zeytin yapraklarının olması Filistin mücadelesinin dayanıklılığını, kararlılığını ve kültürel kodlarını temsil etmektedir.

yüzyıllar önce buradan kovulanlar, bu topraklarda bir zamanlar var olduklarını kanıtlamak adına bugün her türlü katliama ve vahşete imza atmaktadır. 

Kefiyede yer alan kalın şeritler ise Filistin’in tarihsel ve kültürel önemine işaret ederek, bölgeden geçen ticaret yollarını ve medeniyetler arasındaki sadece ekonomik değil bu yollar vasıtasıyla meydana gelen kültürel alışverişi de sembolize etmektedir. Binlerce yıldır birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Filistin toprakları içinde barındırdığı bu birikim ile günümüz dünyasında önemli bir yer edinmektedir.

İslam medeniyeti ve öncesinde burada var olmuş her devletin birer dokunuş kattığı ve daha sonra İslam’la birlikte önemi iyiden iyiye artan Filistin toprakları günümüzde tüm ihtişamıyla karşımızdadır. Bugün gerçekleşen işgalin nedeni de yılların getirmiş olduğu bu kültürel birikime sahip olma arzusunun tek bir millet tarafından barbarca elde edilmeye çalışılmasından kaynaklandığı söylenebilir. Bir başka deyişle, yüzyıllar önce buradan kovulanlar, bu topraklarda bir zamanlar var olduklarını kanıtlamak adına bugün her türlü katliama ve vahşete imza atmaktadır. 

Her detayında Filistin’e ait bir sembolü içeren kefiyeler 7 Ekim’le birlikte başta işgal devleti olmak üzere birçok Batı devletinde sansüre maruz kalmaktadır. Filistin yanlısı gösterilerin vazgeçilmezi olan ve gencinden yaşlısına gerek kültürel gerekse politik nedenlerden ötürü takılan bu kefiyeler birer şiddet sembolü olarak nitelendirilip meydanlarda bir bir yasaklanmaktadır.

Bir nevi dünya, işgal güçlerinin ağır katliam silahlarını görmezden gelip Filistin kefiyesini şeytanlaştırmakta ve semitize etmektedir. Bunun en bariz örneklerine Avrupa’da rastlıyoruz. Mesela, Berlin Eyaleti Eğitim Bakanı Katharina Günther-Wünsch’ün okullara gönderdiği mektupta okul barışını tehdit ettiği gerekçesiyle Filistin’i sembolize eden başta kefiye olmak üzere birçok sembolün yasaklandığını bildirmiştir. 80 yıl önce Avrupa’nın göbeğinde milyonlarca Yahudi’yi zalimce katleden Almanya, geçmişinin karanlığı ile yüzleşmeden bugün kefiye gibi sembolleri yasaklatarak günahlarını affettirmeye çalışmaktadır. İşgali ve İsrail’i savunmak için adeta sıraya giren bu devletlerin suçlarını örtbas etme telaşeleri ancak Filistin’e dair sembolleri yasaklayarak ve İsrail’i her gün neredeyse taparcasına aklama çabalarıyla ortaya çıkmaktadır. Fakat tarih, onların bugününü de dününü de unutmamaktadır.

Hüzünlü Portakallar Yurdu Filistin

Zeytin gibi bereketli Filistin topraklarında yetişen bir diğer ürün portakaldır. Özellikle 1948’den önce Filistinlilerin en önemli geçim kaynaklarından biri olan portakal, işgal ile Filistinlilerin zihninde önemli bir sembole dönüşmüştür. Özellikle Filistin edebiyatında sembolize edilen portakal, Filistin’in kültürel mirasında önemli bir yere sahiptir. Filistinli öykücü ve romancı olarak bilinen ve henüz 36 yaşındayken Beyrut’ta işgal devletinin ajanları tarafından şehit edilen Gassan Kenefani yazdığı Hüzünlü Portakallar Yurdu kitabında da portakalın bir sembol olarak kullanılıp Filistinlilerin kendi coğrafyalarında yabancılaşması ve koparılması ile bağdaştırarak aktarılmaktadır. Özellikle işgalle birlikte başta Filistinlilerin ciddi olarak ticaretini yürüttüğü Yafa Portakalları olmak üzere birçok Portakal arazisi kolonileştirilmiştir. Topraklarından olduğu gibi portakallarından da olan Filistinliler bu durumu kültürel bir kimlik olarak yıllardır benliklerinde taşımaktadırlar.

Son Yerine

Semboller Filistin mücadelesinde adeta birer silah gibi yer edinmektedir. Bu sebepledir ki işgal güçleri bunları bir tehdit olarak görüp her türlü sansür ve gaspı meşru görmektedir. Bir yandan Yahudi yerleşimciler vasıtasıyla toprakları işgal edilen Filistinliler bir yandan da kültürel işgale maruz kalmaktadırlar. Her türlü baskıya rağmen Filistinliler, sahip oldukları sembollerin farkında olarak bunları yaşatma gayreti içindedirler. Gerek işgal edilen topraklarda gerekse diasporada Filistin’i Filistin yapan sembollerin varlığı en canlı ve etkin şekliyle sunulmaktadır.

Umulur ki nehirden denize özgür bir Filistin’in tecritten münezzeh bir şekilde kendine ait sembolleri hür bir şekilde yaşatsın. İnşallah.

Yunus Yeşil

Ibn Haldun Üniversitesi’nde Psikoloji ve Sosyoloji bölümünde lisans eğitimine devam etmektedir. İLEM Kademe programında II. Kademe öğrencisi ve İLKE Vakfında Toplumsal Düşünce ve Araştırmalar Merkezinde (TODAM) staj yapmaktadır.
Lisans tezini Amerika’nın Şikago eyaletindeki Küçük Filistin Diasporası üzerine hazırlamaktadır. Genel olarak diaspora, göç, göç travması, toplumsal hareketler, kimlik konularına ilgi duymaktadır.

Leave a Comment