Türk Düşüncesinde İstikamet Arayışı

Konuşmacı: Vahdettin Işık

Moderatör: Kamuran Gökdağ

Arayışlar Dönemi Türk Düşüncesi Üzerine Konuşmalar dizi seminerinin ikincisi 20 Ocak 2021 Çarşamba günü saat 21’de İLEM TV Youtube kanalında canlı olarak gerçekleştirildi.

Vahdettin Işık konuşmasına ilk olarak Türk düşüncesinden ne anladığını ifade ederek başladı. Düşünce kavramı geniş bir çerçeveyi içeriklendirir. Işık’a göre bu çerçeve yalnızca yazılı kaynakları değil musikiden, mimariye, ticari ilişkilerden şehri inşa eden akla kadar bütün sözlü geleneği ve gündelik ilişkileri örgütleyen anlayışın tamamını kapsayan bir birikimdir. Türk düşüncesi derken ise iki şeyi kastettiğini belirtti: Birincisi doğrudan Türkçe yazılmış eserler, ikincisi ise; Türkçe’ye çevrilmiş olan bütün eserlerdir. Işık, Türk düşüncesinden bahsederken çevirileri içeren ikinci yaklaşımını şöyle açıklar; Osmanlı düşüncesinde karşılaşılan her eser istiğmal edilerek, yeniden üretilerek birikime dönüştürülür. Karşılaşılan yeni bilgi ile özne-nesne ilişkisi değil özneler arası bir ilişki kurulur. Dolayısıyla çeviriler de Türkçe eserler kadar Türk düşüncesine ait kılınır.

İbn-i Haldun’un Mukaddime’si Türk düşüncesini anlama noktasında nasıl dışarıda bırakılabilir? Arapça yazılmıştır fakat ilk çevirisini yapan Osmanlılardır; Pirizade Mehmed Sahib Efendi’dir. Ahmet Cevdet Paşa da tamamlamıştır. Böylece bu birikim Osmanlı düşüncesine mâl edilmiştir.

Türk Düşüncesinde İstikamet Arayışı / Vahdettin Işık
Mahya Yayınları

Vahdettin Işık, Türk Düşüncesinde İstikamet Arayışı[1] adlı yeni eserinde de Osmanlı düşüncesinin; istifade etmek, iştirak etmek, istiğmal etmek şeklinde özetlenecek bilgiyle yaklaşım biçimini temel alarak Türk düşüncesini ele aldığını belirtmiştir. Bu noktada Işık, Türk derken bir ırktan bahsedilmediğini, bunun millet-i hakimiyeyi ifade eden bir kullanım olduğunun altını çizdi. Dolayısıyla; Türk düşüncesi yerine daha iyi çerçeveleyen bir kavram olarak “Osmanlı düşüncesi” demeyi daha doğru bulduğunu ifade etti. Osmanlı düşüncesi çoğul bir zihniyetin ürünüdür. Örneğin Sırat-ı Müstakim dergisi tüm İslam coğrafyasından yazarları bünyesinde barındırır. Dergi İstanbul’da çıkar fakat tüm coğrafyaya dağılır. Bu, kendinde barındırdırdığı farklılıkları yönetme becerisi olan Osmanlı medeniyetinin bir çıktısıdır. Işık, buradan hareketle Türk düşüncesindeki “Türk” ibaresi ile farklılıkların bütünlüğünde bir milletin kastedildiğini ifade etti. O halde Türk düşüncesi dediğimizde çok katmanlı, çok boyutlu süreç içerisinde kendini yeniden üreten ve bu boyutların tamamını ihata eden bir çerçeve anlaşılmaktadır.

Moderatör Kamuran Gökdağ, Osmanlı’da İslam dininin çeşitli etnik yapıları, oluşan çeşitli ilim kültür katmanları, bilgi birikimleri itibariyle kurucu ve birleştirici bir ortak paydaya dönüşmüş olduğunun, farklı istikametler takip eden İslamcılar, Türkçüler, Batıcılar için de vazgeçilmez bir unsur olduğunu, çoklukları bir arada barındırabilen, ayrı kimlikleri koruyabilen, aidiyet sorunu yaratmayan bir kapsayıcılık oluşturduğunu söyledi. Bu tespit üzerine “Osmanlının son dönemi itibarıyla her şeyin ortak noktasına yerleşen İslam’a yönelik sorgulamanın nasıl ortaya çıktığı” şeklindeki sorusuyla konuşmada gelinen noktadaki arayışı devam ettirdi. Vahdettin Işık, evvela Peygamberin vefatı sonrası ortaya çıkan hadiseler ile kurduğu bir bağlantıyla cevap verdi. Şayet tarih krizler üzerinden okunacak olursa; 19. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren karşı karşıya kalınan durum ile peygamberin vefatı sonrası Müslümanların farklı medeniyet birikimleri ile karşılaşmalarının benzerlikler içerdiğini aktardı. Işık, her iki hadisede de farklı medeniyetlerin birikimleri ve çeşitli sistematik düşüncelerle karşılaşıldığını, yeni meydan okumalar ve imkanlar ile yüzleşildiğini belirtti. Müslümanlar karşılaştıkları sorunları anlamlandırmada referans alacakları bir peygamber olmadığından, sorularını yöneltecek doğrudan bir muhatap bulmamanın bir sonucu olarak yeni ilimler doğdu. Bu süreçte metedolojiler oluşturulduğundan bahseden Işık, bu disiplinlerin Müslümanları 19. Yüzyılın ikinci çeyreğine kadar taşıdığını ifade etti.

19. yüzyıla gelindiğinde bu mirası tekrarlayarak karşılaştıkları sorunları çözebileceklerine dair şüpheye düştüler. Bu yeni durum karşısında devletlerini koruma adına yenilenmeye giriştiler; önce savaş teknolojisini aldılar. Akabinde eğitim sistemi, mali imkanları ihdas edecek mali yapı, onu işleyecek bürokratlar yetiştirilmesi, Batı’yı anlayacak tercüme odası kurulması gibi birçok alana dair düzenlemeler yapıldı. Işık’a göre; bu çabaların sonucunda yeni bir insan yetiştirildi ancak yenilgi devam etti. 1883’de Ernest Renan’ın sorunun bizzat dinden kaynaklandığını söylemesi üzerine düşünme biçiminde kritik bir kırılma gerçekleşti. Din ile ilişkilerimizi yeniden tanzim edip kamusal alanın dışına çıkarıp sınırları tayin edersek bu sorunların üstesinden gelebiliriz düşüncesi oluştu. Işık, bu noktada üçlü bir ayrımın ortaya çıktığını ifade etti. Bunlar; Osmanlıcılık, Türkçülük, İslamcılık’tır. Işık’a göre bu tanımları iki sebeple tartışmak gerekir; o gün yapılan doğruluğu bile tartışmalı tanımların bu mirası, bugünkü tabloyu da anlamlandıran bir biçimde düzenlenmesi gerekir. İkincil olarak ise bu tanımlamalarda neyin esas alındığı tartışılmalıdır. Yapılacak yeni tanımlarda ise iki şeyin esas alınması gerektiğini belirtti; bir, kendimizi nasıl tanımlıyoruz; iki, “meydan okuyan bilgi sistemini ve medeniyetini nasıl tanımlıyoruz?”. Bu sorulara verilen cevaplar karşı karşıya kalınan değişme zaruriyetine ilişkin çeşitli tutumlar ortaya çıkarır. Değişim kaçınılmazdır ve o dönemde değişime ilişkin ortaya çıkan farklı cevaplar, yaptığımız yeni tasnifin çıkış noktasını oluşturmaktadır.

Işık buradan hareketle üç teklifini dile getirdi. Birinci teklifi “Garpçılar” hareketi: Abdullah Cevdet’in İçtihat Dergisi’nde ifade ettiği düşünceler bu grubun fikri temellerini ifade etmektedir. Yeni hali Batı’da olanın transfer edilmesi olarak algılıyorlar. Batı bizim hocamızdır; onlar nasıl başarılı olduysa onu almak gerekir yaklaşımıyla bizde olanı oraya bakarak dönüştürmeyi vaaz eden düşünce etrafında bu krize bir cevap aranıyor.

İkinci teklifi “İslami Tecdid” hareketi: Değişmek zaruridir ancak sadece değişmeyi konuşmayalım; neyi muhafaza edeceğimizi de konuşmalıyız, şeklinde düşünürler. “Bizi biz yapan tarihsel tecrübeler, değerler, sabiteler var. Bu sabiteleri muhafaza ederek dünyayla kuracağımız yeni ilişkiyi düzenlemeli, bizde olanı dikkate alarak karşılaşılanı yeniden düzenlemeliyiz” fikri üzerine değişim zaruretine cevap verilmektedir. Sırat-ı Mustakim ve Beyan’ül Hak Mecmuası bu hareketin düşüncelerini temsil etmektedir.

Üçüncü teklifi ise “Telifçiler” hareketi: Önceleri İslamcılar ile aynı düzlemde görülen Halim Sabit’in çıkardığı İslam Mecmuası’nda kendini tarif ederken kullandığı Türkçü-İslamcı kavramı bu hareketin düşüncelerini açıklayıcı niteliktedir. Batı’daki ve bizdeki birikimleri sentezlemeyi teklif ediyorlar. Bu bir telif oluşturma çabası olarak görülebilir; hem Batı’dakini alalım hem de bizdekini koruyalım düşüncesini temel alarak değişime cevap vermektedirler.

Işık’a göre önceki dönemdeki tasnifler pratik ihtiyaçlara yönelik gerçekleştirilmişti. Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük tasnifi birbirinin içine karışmış düşünceler ağı gibidir. Işık’ın, bu yeni tasnifinde o dönemin Türkçülük akımı içerisinde yer alan Ağaoğlu Ahmet’i düşünceleri dikkate alınarak Garpçılık hareketi içerisine yer verdiği ifade etmesiyle bu iç içe geçmiş durumu yalınlaştırdığını görmekteyiz. Işık, temel meselesinin istikamet arayışları nelerdir’i soruşturmak olduğunu belirtti. Bu noktada Gökdağ; önceki tasnifin “mevcudu hızlı bir şekilde nasıl koruyabiliriz” amacı etrafında ortaya çıktığını; bu nedenle her bir görüşün diğerini kendi içinde barındıran kırılgan sınırlar dahilinde bulunduğunu söyledi. Unsurların her üçünde de aynı anda var olduğunu, sadece yoğunlaşmak istediği bir noktanın daha baskınlaştığını ifade ederek katkıda bulundu.

Son söz olarak, İslami Tecdid hareketinin bu ülkenin sahici çıkış imkanını temsil ettiğini ifade ederek bu tespitinin Türk Düşüncesinde İstikamet Arayışı kitabında da ayrıca yer verdiğini belirten Işık; bu üç istikamet arayışını Şeyh Galib’in Hüsn-ü Aşk eserinden bir misalle açıklar. Hüsn-ü Aşk’da kulanılan metaforlarını istikamet arayışları bağlamında değerlendiren Işık, 19. yüzyılın ikinci çeyreğinde karşılaşılan kriz ile ateş denizi, ulaşılmak istenen ideal çözüm, gaye ile Hüsn, ateş denizini geçme çabasında tercih edilen yollar ile istikamet arayışları arasında temsiliyetler kurar. Hüsn’e ulaşma çabasında mumdan kayıklara binerek geçme tercihini Garpçılık hareketine, Aşk’ın yaptığı gibi yüzerek, bu ateş denize dalmak suretiyle sorunlarla yüzleşme yoluyla gayesine ulaşma tercihini ise İslami tecdid hareketine benzetmektedir. Telifçiler ise kafası karışık olmaları itibarıyla teliften vazgeçerek Garpçılara karışmıştır. Işık, Hüsn-ü Aşk eseri vasıtasıyla kurduğu bu metafor ile de Türk düşüncesinde istikamet arayışlarına yönelik teklif edilen bu yeni tasnife açıklık getirmiştir.


[1] Vahdettin Işık, Türk Düşüncesinde İstikamet Arayışı, İstanbul: Mahya Yayınları, 2021.

Leave a Comment