M. Suat Mertoğlu: “Sırat-ı Mustakim/Sebilürreşad İslamcılığın Amiral Gemisidir!”
Suat Mertoğlu, uzun yıllardır önemli çalışmalara mesai harcayan saygıdeğer bir akademisyendir. 2008 yılında Klasik Yayınları’ndan çıkan Sırat-ı Müstakim Mecmuası adlı eseri, Sırat-ı Müstakim dergisi üzerine bugüne kadar yapılan ilk ve tek çalışma olması hasebiyle oldukça önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Bizler de bu vesileyle hem hocamızı tanımak hem de Sırat-ı Müstakim ve devamı mahiyetindeki Sebilürreşad özelinde İslamcı dergiler hakkında bilgi almak için kendisiyle bir söyleşi gerçekleştirdik.
Hocam, öncelikle sizi tanımayan okurlarımız için kısaca kendinizden kısaca bahseder misiniz?
İstanbul’da doğdum. İstanbul İmam Hatip Lisesi ve Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunuyum. Aynı fakültede tefsir dalında yüksek lisansa devam ederken Almanya’ya gittim. Orada Mainz’teki Gutenberg Üniversitesi’nde şarkıyat ve tarih alanlarında yüksek lisans eğitimi aldım. Bu arada Marmara’da yüksek lisansımı ve sonrasında doktoramı tamamladım.
1977 yılında başlayan İmam Hatip yılları, Fatih’te bulunan okulumuzun merkezi ve tarihi konumu sebebiyle hem sosyal hem de fikri gelişimimiz üzerinde oldukça etkili oldu. İçinde bulunduğumuz ortam 12 Eylül öncesi ve sonrasındaki siyasi, fikri/ideolojik tartışmaların yoğun yaşandığı bir ortamdı. O dönemde sokak kavgaları ve kısır tartışmalar yerine İslam ilim ve tefekkür mirasının yaşadığımız hayat ve dönemle irtibatını kurma yönünde çaba sarf etmenin, bu uğurda kendimizi yetiştirmeye çalışmanın daha anlamlı olacağı kanaatindeydik. Okul dışında çeşitli faaliyetler ve özellikle müftü ve vaizlerin ihtisas eğitimi aldıkları Haseki Sultan Külliyesi’ndeki talebeler ve bilahare Mehmet Savaş ve Halil Gönenç gibi hocaefendilerin dışarıdaki derslerini takip ederek kendimizi yetiştirmeye, bir ilim ve Kur’an talebesi olma yolunda karınca kararınca mesafe almaya çalıştık. Diğer yandan yaşadığımız çağın dinamiklerini kavrayabilmek için Batı Medeniyeti tarihi ve düşüncesini tanıma gereği hissettik. İleri düzeyde olmasa da buna yönelik okumalar yapmaya çalıştık. Batı Medeniyeti’nin özellikle modern dönemde düşünce ve kurumlarıyla İslam dünyasında yol açtığı değişimleri anlamaya çalışmak bizim için önem arz ediyordu. Söz konusu ideallerle yaşadığımız gerçeklik arasındaki makasın ne kadar açık olduğu, diğer bir ifade ile ne kadar mesafe kat ettiğimiz sorulursa, en azından şahsım adına bugün itibariyle hakikaten “karınca kararınca” yol aldığımı söyleyebilirim.
– Siz uzun yıllar boyunca İslamcılık düşüncesi bağlamında çalışmalar yaptınız. Sizce İslamcılık düşüncesinin yayılmasında dergilerin nasıl bir rolü olmuştur?
Bilindiği gibi İslamcılık on dokuzuncu asrın ikinci yarısından itibaren teşekkül etmeye başlayan ve İslam’ı toplumsal hayata yeniden hâkim kılmayı amaçlayan modern bir ideolojidir. Bu açıdan söylem biçimi ve başvurulan enstrümanlar gibi bazı açılardan diğer modern ideolojilerle benzeşen yönleri vardır.
İslam dünyasının büyük bir kısmının sömürge hâline getirildiği, Müslüman toplulukların farklı toplumsal sorunlarla boğuştuğu dönemde bir kurtuluş ideolojisi olarak ortaya çıkan İslamcılık olabildiğince geniş kesimlere sesini duyurup bir bilinçlenme gerçekleştirme, toplulukları mobilize etme ihtiyacı duymuştur. Bu ihtiyacı karşılamak üzere de günümüze kadar kitap ve risale gibi nispeten daha klasik ifade araçlarının yanı sıra özellikle gazete ve dergiler başta olmak üzere modern iletişim araçlarını kullanma ihtiyacı hissetmiştir. Özellikle dergiler kolektif bir arayışı ve çabayı yansıtan zenginliğe sahip olması, belli periyotlarla güncel sorun ve tartışmalara katılma imkânı sunması, mesajlarını az, öz ve vurucu tarzda verme kabiliyetine sahip olması gibi birtakım hususiyetleri sebebiyle bu bilinçlenme ve mobilizasyonun en etkin araçlarından biri hâline gelmiştir. O yüzden modern dönemdeki diğer birçok ideoloji gibi İslamcılık da belli dergilerle neredeyse özdeşleşmiş, belli dönem İslamcılığın nabız atışları kaçınılmaz olarak o dönem dergileri üzerinden takip edilme durumunda kalınmıştır.
Bu çerçevede en fazla etkili olmuş örnekler arasında Cemaleddin el-Afganî ve Muhammed Abduh tarafından 1884’te Paris’te yayınlanan el-Urvetü’l-vüskâ, Abduh’un şakirdi Reşid Rıza tarafından 1898-1935 arasında Kahire’de yayınlanan el-Menâr, Rızaeddin Fahreddin tarafından 1908-1917 arasında Orenburg’ta yayınlanan Şûrâ, Eşref Edib tarafından 1908-1925 ve 1948-1966 arasında yayınlanan Sırat-ı Müstakim / Sebilürreşad ile Necip Fazıl’ın 1943-1978 arasında aralıklarla çıkardığı Büyük Doğu ve Sezai Karakoç’un 1960-1992 arasında yine aralıklarla çıkardığı Diriliş sayılabilir.
– İslamcı dergilerin yayın tarihini incelediğimizde II. Meşrutiyet döneminde ciddi bir fikri çeşitliliğin olduğunu görüyoruz. Bu bağlamda bu dönemde, İslamcılığın konumunu nasıl değerlendirir misiniz?
Yukarıda ifade ettiğim gibi İslamcılık bir tür kurtuluş ideolojisidir. İslam dünyası ve onun bir parçası, hatta merkezi olarak Osmanlının yaşadığı sorunlardan kurtarılması yolunda çözümler sunan fikir akımlarında birisidir. Osmanlı açısından bakıldığında II. Meşrutiyet dönemine gelindiğinde bu sorunların yol açtığı buhran yoğun olarak hissedilmeye başlanmış, Trablusgarp, Balkan ve Cihan Harbi derken ülke adeta bir yangın yerine dönmüştür. O dönem İslamcıları yaşanan olumsuzların temelinde yattığını düşündükleri yerleşik İslam anlayışı ile mücadele çerçevesinde modern bir din yorumunu benimsemişler ve Müslümanları eğitim, bilim, siyaset ve ekonomi alanlarında geliştirmeye matuf İslami bir söylem kullanmışlardır.
Diğer fikir akımları gibi İslamcılığın da her zaman homojen bir yapıya sahip olduğu söylenemez. Vurguları ve öncelikleri, tepkileri ve siyasi otorite ile ilişkileri gibi bazı başlıklar açısından dönemsel farklılıklar söz konusudur. Yaşanan gelişmelere paralel olarak ideolojik hatlar da süreç içinde netleşmiş, daha rafine hâle gelmiştir. Bu çerçevede II. Meşrutiyet’in başlarındaki konjonktürde istibdat olarak nitelendirilen Abdülhamid yönetimi karşısında İttihat ve Terakki’ye yakın durmuş, Kanun-i Esasî ve Meclis’i, İslam birliği ile birlikte Müslüman ve gayri Müslim unsurlarıyla Osmanlı birliğini önemsemiş, ayrıca İslam dünyasının bir parçası olarak Türk dünyasına özel ilgi göstermiş ve sütunlarında o coğrafyadan isimlere yer açmış, ideolojik tartışma ve polemiklerini özellikle Abdullah Cevdet’in çıkardığı İctihad dergisi çevresinde öbeklenen Batıcılık akımı mensuplarına karşı yürütmüştür. Özellikle Balkan Harbi sonrası Müslüman Arnavutların bağımsız bir devlet kurmaları, Araplar arasında ayrılıkçı eğilimlerin iyice kendisini hissettirmesi ve Türkçülüğün siyasi merkezde giderek güçlenmeye başlaması karşısında Batıcılıkla birlikte Irkçılık/Türkçülük akımı mensuplarıyla da yoğun polemiklere girmiştir. Âkif’in Safahat’ına aldığı dizeleri, Ahmed Naim’in İslâm’da Davâ-yı Kavmiyet’i ve İzmirli İsmail Hakkı’nın ictimaî usûl-i fıkıh konusunda İslam Mecmuası’na yönelik yazıları bu bağlamda ortaya konulmuş en etkili metinler arasındadır. Dârülfünûn’da hem Ziya Gökalp’in hem de Mehmed Âkif’in öğrencisi olan Ahmed Muhiddin bizde Tanzimat sonrası fikir hayatını ele aldığı Modern Türklükte Kültür Hayatı adlı çalışmasında bu ayrışmaları içerden bir isim olarak etkili bir şekilde tasvir eder.
Cihan Harbi esnasında İttihatçıların konjonktür gereği Müslümanları seferber edebilmek için cihat söylemini araçsallaştırması onları bir süre İslamcılarla yakınlaştırmış, ancak eğitim ve hukuk alanında atılmak istenen laik eğilimli adımlar sebebiyle aradaki makas tekrar açılmıştır. Bu çerçevede mesela Ekim 1916’da kapanan Sebilürreşad ancak Sultan Vahdettin’in cülûsuyla (Temmuz 1918) tekrar yayınlanmaya başlamıştır.
Yukarıda adı geçen Ahmed Muhiddin’in aktardığı gibi o dönem İslamcılığı üzerine yapılan bazı çalışmalarda 1918’de yazacağı İslamlaşma risalesi İslamcılığın program metni, kendisi de İslamcıların fikri anlamda lideri olarak gösterilen Said Halim Paşa’nın 1913-1917 arasında sadrazamlık görevini üstlenmesine bakarak bir açıdan İslamcı görüşün en azından iktidar ortağı olduğu söylenebilir. Ancak özellikle Talat Paşa ile ideolojik olarak anlaşamaması ve istifa etmek zorunda kalmasına bakarak Said Halim Paşa’nın iktidar çevrelerinde baskın bir konuma sahip olmadığı, konjonktür gereği kendisine tahammül edildiğini ileri sürmek daha gerçekçi olsa gerektir.
Sonrasında Mütareke ve Milli Mücadele döneminde İslamcılar yürütülen mücadelede hem insan kaynağı hem de söylem olarak motor işlevi görmüş ve kazanılan mücadele neticesinde büyük umutlara kapılmışlardır. Ancak Cumhuriyet’in ilanı sonrası hayata geçirilen uygulamalarla önce mütereddit ve giderek muhalif ve eleştirel bir pozisyona zorlanmıştır.
– Biraz daha yakın plandan değerlendirecek olursak… Sırat-ı Müstakim dergisiyle ilgili çalışmalarınızı ve Mehmet Akif’in hayatına ve kişiliğine dair katkılarınızı yakından takip ediyoruz. Sizce bu dergiyi diğer yayınlardan farklılaştıran ya da öne çıkaran hususlar nelerdir?
Ben bu dergiyi ve devamı mahiyetindeki Sebilürreşad’ı İslam Modernizmi’nin Osmanlı bağlamındaki en güçlü sesi olarak nitelendiriyorum. Bu dergi hakkında moda tabirle “İslamcılığın amiral gemisi” ya da daha akademik bir ifade ile “ana akım İslamcılığın temsil kabiliyeti en yüksek yayın organı” denebilir. Ulema ve modern eğitim almış mütefekkir ve üdebadan oluşan güçlü yazar kadrosu, entelektüel derinliği, zengin muhtevası, yayın süresi ve etkileri açısından bakıldığında “Sırat-ı Müstakim / Sebilürreşad ve diğer İslamcı dergiler” dersek mübalağa etmiş olmayız. Özellikle II. Meşrutiyet döneminde Osmanlı coğrafyasının siyasi sınırları ve hilafetin nüfûz alanıyla bağlantılı uluslararası iddiaları göz önüne alındığında bütün ümmeti kapsayacak çok geniş bir etki alanına sahip olduğu söylenebilir. O dönemde kimi Avrupa ülkelerinin yanı sıra Saraybosna’dan Sana’ya, Bahçesaray’dan Kazan’a ve Buhara’ya, Kuzey Afrika’dan Hindistan’a ve Japonya’ya kadar geniş bir alanı hem takip eden hem de oralarda takip edilen, bu bölgelere muhabirler gönderip oralardan mektuplar alan bir dergiden söz ediyoruz. Bugüne kadar bu çapta uluslar arası niteliği hâiz ikinci bir yayın organımız olmadığı kanaatindeyim. Bu uluslararası niteliğin bir sonucu olarak dergide yerli ve telif ürünler yayında Afgani, Abduh, Reşid Rıza, Ferid Vecdi ve Abdülaziz Çaviş gibi İslam dünyasının tanınmış âlim ve düşünür simalarının yazıları da yer alır. Bu dergide yayınlanan ve bilahare kitaplaşan telif ve tercüme yazılar, Türkiye’deki “İslamcılık Kütüphanesi ve Külliyatı”nın önemli bir kısmı değerini hâlâ koruyan demirbaşlarını oluşturmuşlardır. Âkif’in Safahât’ı ve makaleleri dışında özellikle Abduh ve Ferid Vecdî’den yaptığı çevirileri, Ahmed Naim’in İslam’da Dava-yı Kavmiyet’i başta olmak üzere telif ve tercümeleri, Aksekili’nin telif yazıları ile Reşid Rıza’dan yaptığı çevirileri, Said Halim Paşa’nın risaleleri, Manastırlı İsmail Hakkı, Bereketzâde İsmail Hakkı, Ferid (Kam), Tahirü’l-Mevlevî, Elmalılı Hamdi Yazır ve Mustafa Sabri gibi isimlerin yazıları ve çevirileri bunlardan sadece bazılarıdır. Kalem tecrübesi ve dergicilik nosyonlarını bu mecmuada kazanıp ya da geliştirip bilahare yollarını ayıran yazarlarca çıkarılmasına bakarak Kelime-i Tayyibe, Teârüf-i Müslimîn ve Mahfil gibi İslamcı dergiler bir yana İslam Mecmuası ve hatta Türk Yurdu gibi Türkçü dergilerin bile bir ölçüde “Sırat-ı Müstakim / Sebilürreşad’ın paltosunun altından çıktığı” söylenebilir.
– Siz, Sırat-ı Müstakim‘in indeksini de çıkardınız? Bu çalışma sırasında dikkatinizi çeken en önemli hususlar nelerdi?
İlk olarak bu türden hacimli ve önemli dergiler için ayrıntılı fihrist ve dizin çalışması yapılmasının ne kadar önemli olduğunu fark ettiğimi ifade etmek isterim. Doktora tezimde modern tefsir bağlamında Sırat-ı Müstakim / Sebilürreşad’ın ilk on iki cildini çalışmaya karar verince dergi muhtevası hakkında daha önce yapılmış bazı fihrist çalışmalarına müracaat ettim ve kısmen bunlardan istifade de ettim. Ancak zamanla çalışmanın içerisine girip bu on iki cildi sıkı bir taramadan geçirince ve büyük ölçüde okuyunca önceden yapılmış fihrist çalışmaların ne kadar eksik, hatalı ve kısmen de yanıltıcı olduğunu fark ettim.
İlahiyat ya da Edebiyat fakültelerinde bu dergi üzerine yapılmış kimi tezlerde söz konusu fihrist çalışmalarının baz alındığını ve sadece başlığında kendi çalıştıkları konu/kavramın doğrudan geçtiği sınırlı sayıdaki yazılara dayanılarak bir tez çalışması yapıldığını, diğer bir ifade ile bütüncüllüğün söz konusu olmadığını fark ettim. Oysa dergide doğrudan aynı konu ile ilgili çok sayıda yazı olduğunu, ancak başlığında o konuya dair bir unsur yer almadığından dikkate alınmadığını gördüm. Birçok araştırmacının oturup dergiyi sıkı bir şekilde taramaya ne zamanı ne de sabrı vardı. Bir örnek vermem gerekirse o dönemde dergide misyonerlik konusu hakkında yapılmış bir tez hatırlıyorum. Tezde başlığında misyonerlik geçtiği için dikkate alınan yazıların oranı, -mübalağa olmasın- dergideki bu konuyla alakalı yazıların toplamı yanında devede kulak misali gibiydi.
Bu durum sadece benim çalıştığım dergiyle sınırlı olmasa gerek. Özellikle o dönem dergi yazılarının başlıkları çoğu zaman muhtevayı tam olarak yansıtmaz. Yazıda neden söz edildiğini anlamanız için hızlıca gözden geçirmeniz, bazen de tamamını okumanız gerekir. Bu işi daha önceden yapmış ve yazıyı bir cümle ile olsun özetlemiş biri varsa ve bunu da iyi yapmışsa, bu sizin emek ve zaman maliyetinizi önemli ölçüde düşürecektir. Hele bu özete bir de yazının kaleme alınma sebebi, söz gelimi başka bir yazıya eleştiri mi, cevap mı, destek mi vb. olduğu, kısaca arka plan bilgisi de eklenebilirse, araştırmacılar için tadından yenmez bir hizmet ortaya konulmuş olur.
Bu vesile ile Sırat-ı Müstakim / Sebilürreşad özelinde dergiler hakkında yapılmış fihrist çalışmalarının çoğunda, keza günümüzde bazı veri tabanlarındaki katalog bilgilerinde karşılaşılan bir duruma da dikkat çekmek isterim. Bunlar çoğu durumda dergide yer alan bilgileri mümkün mertebe eksiksiz ya da aslına uygun vermeye çalışırlar. Oysa dergilerin verdiği bilgilerde bazı eksikler ve hatalar yer alır. Örneğin Sırat-ı Müstakim / Sebilürreşad’da bazı tercüme yazılarda sadece müellif, bazen de tuhaf bir şekilde sadece mütercim adı yer alır. Bu yüzden mesela müteakip bazı çalışmalarda Âkif mütercimi olduğu bazı yazıların müellif olarak kabul edilmiştir.
Ayrıca bazen tefrika edilen yazı dizilerinde başlıklar ve tefrika numaralarında hatalar olur. Benzer hatalar derginin tarih, cilt, sayı ve sayfa bilgilerinde de olur. Keza ilginç bir durum olarak başlıksız yayınlanan yazılara rastlanır. Bu yüzden bazı fihrist çalışmalarında bir yazının nerede başladığı ve bittiği konusunda karışıklıklar ve iki yazının iç içe girdiği durumlar, başlığı olmadığından müstakil bir birim olarak fark edilmeyip fihristlere alınmayan yazılar söz konusu olur.
Son olarak bu çalışmam sayesinde Sırat-ı Müstakim / Sebilürreşad gibi dergilerin özellikle biyo-bibliyografik bilgiler açısından ne denli önem arz ettiğini fark etmeme vesile olduğunu söylemeliyim. Başka kaynaklarda yer almayan örneğin bir şahsın biyografisi, en azından görevine ve vefatına ya da bir kitap, dergi, gazete, risalenin yazarına, yayın tarihine dair küçük bir bilgi kırıntısının ne kadar önemli olabileceğini gördüm. Bir iki örnek vermem gerekirse Yazmalar Kurumu Başkanlığı geçtiğimiz günlerde Sırat-ı Müstakim’in iki sahibinden biri olan Mardinizâde Ebülula’nın babası Yusuf Sıdkı Efendi’nin Gazzâlî’nin İhya’sından yaptığı tercümeyi ve şerhi yayınlamaya başladı. Yayıncı arkadaşlarımız bu zatla ilgili bir bilgiye ulaşamadıklarını söyleyince notlarımı bir karıştırdım. Eşref Edib’in dergideki bir dipnotta Yusuf Sıdkı Efendi’nin kısa bir biyografisini verdiğini hatırladım ve ilgili arkadaşlara ilettim. Bir diğer örnek bazı kitap ve risalelerin yayın tarihleriyle alakalıdır. Malum, Osmanlı son dönemlerinde hicrî ve rumî tarihleri bir arada kullanıldığından bazı kullanımlarda bunlardan hangisinin esas alındığı konusunda karışıklıklar yaşanır. Bilindiği gibi Arap Harfli Türkçe eserler için en geniş katalog çalışması Seyfettin Özege merhum tarafından yapılmıştır. Özege özel bir bilgi olmadıkça 1908 sonrası yayınlanan kitaplardaki tarihleri rumî kabul etmiştir. Oysa biz Sırat-ı Müstakim / Sebilürreşad’daki bazı yazı, haber, reklam vb. metinlerden bu tarihlerin bazısının hicrî olduğunu tespit edebiliyoruz. Bu iki takvim arasında yaklaşık iki yıllık fark olduğundan Özege merhum mesela 1914’te yayınlanmış bazı kitapları 1916’da yayınlanmış gibi gösterebilmektedir. Basın ve düşünce tarihi açısından iki yıllık farkın ne derece önemli olduğunu söylemeye bile gerek yok sanıyorum. Buna benzer bazı hatalı tarih bilgilerinin dönemsel tahlil yapan sonraki kimi araştırmacıları nasıl yanlış yönlendirdiklerini ve hatalı yorumlara sevk ettiğini gördüğümden bu hususu da hatırlatmakta yarar gördüm.
– Daha genel bir soruya geçecek olursak… Sizce İslamcılığın topluma ulaşmada kullandığı modern metodlar ne kadar başarılı oldu? İslamcı dergiler ve yayınlar kendilerini halka yeterince anlatabildiler mi?
İslamcılık yukarıda ifade ettiğim gibi modern bir ideolojidir ve esas itibariyle bir aydın hareketidir. Her ne kadar topluma yönelik kurtuluş reçeteleri sunmaya çalışsa ve bu amaçla popüler denecek bazı araçlara ve sloganlara başvursa da dili, üslubu ve söylem biçimi itibariyle ancak belli bir kültür ve bilinç düzeyine sahip çevrelere hitap etme kabiliyetine sahiptir. Temelde rasyonel ve kısmen maddi/dünyevi bir söylem biçimini, argümantasyon tarzını benimser. Duygusal, kalbe ve muhayyileye hitap eden yönü nispeten daha zayıftır. Bununla şunu kastediyorum: İslamcılık ferdî kurtuluştan ziyade toplulukların kurtuluşuna odaklandığı ve ahiret saadetinden ziyade Müslümanların bu dünyada yaşadığı sorunlara çözüm arayışını öncelediği için sosyo-politik ve ideolojik bir dil kullanma durumunda kalmış ve böylece insanın derûni yönüne hitap etmeyi bilerek ya da bilmeyerek ihmal etmiştir. Bunlara ilave olarak halk arasındaki yerleşik din anlayışına ve pratiğine karşı mesafeli olması, bu anlayış ve pratiği değiştirmek için zaman zaman tahkir/tahfif edici, radikal bir söylem kullanması ve tavırlar geliştirmesi, söylediklerinin halkta karşılık bulmasını zorlaştırdığı kanaatindeyim.
– Peki İslamcılığın yerleşik toplumsal güçlerle ilişkisi hakkında neler söylersiniz? Bir dönem muhafazakârlık ve milliyetçilikle ciddi bir iç içe geçme söz konusu? Siz, bunu İslamcılığın amaç ve hedefleri bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu durum kanaatimce acil ve pratik çözüm arayışında olan İslamcılığın reaksiyoner ve kısmen konjoktür bağımlı oluşuyla yakından alakalıdır. Siyasi-ideolojik mücadelelerde her zaman ilkesel davranmak, tabiatı gereği kolay değildir. Hayatın gerçekleri, reelpolitik ve bazen de iktidar arzusu, kimi ödünler vermeyi beraberinde getirir. Çoğu durumda kimlerle beraber olduğunuzdan ziyade kime karşı olduğunuz daha fazla belirleyici olur. Toplumun başta din olmak üzere değerlerini ve geleneğini toptan reddeden bir dalga karşısında muhafazakâr çevrelerle ortak bir tepki vermek ya da örneğin Komünizm tehlikesi karşısında müşterekleri daha fazla olduğu düşünülen çevrelerle birlikte Milliyetçi bir refleks ortaya koymak konjonktür icabı olarak doğru ve gerekli, en azından daha az mahzurlu (ehven-i şerreyn) görülebilmektedir.
– İslamcı dergilerin geçmişi hatta bugünü anlamada ne kadar önemli olduğunu, 2014 yılından itibaren İLEM tarafından yürütülen İslamcı dergiler projesi bağlamında bir kez daha görmüş olduk. Sizin bu proje hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Dergiler üzerinde çalışma yapan araştırmacıların karşılaştığı temel sorunlardan biri metinlere ve tam koleksiyonlara erişim sorunudur. Bu durum özellikle maddi sıkıntılar nedeniyle düzensiz ve kısa süreli yayınlanan, ayrıca bir kısmı takibata uğradığından bugün yayıncılarında bile tam koleksiyonları bulunmayan İslamcı dergiler açısından geçerlidir. Süreli yayın koleksiyonları açısından ülkemizde kütüphanelerin sicili genel olarak pek parlak değil maalesef. Neyse ki son zamanlarda teknolojik gelişmelerin de yardımıyla bazı dergilerin dijitalleştirilmesi ve internet üzerinden erişimlerinin sağlanması yolunda mesafe kat edilmiş olması olumlu. Bu çerçevede İLEM’in İslamcı dergiler özelinde bir proje geliştirerek araştırmacılar için projenin ilk ayağı olarak belli başlı dergilerin (şu an bildiğim kadarıyla 60-80 arasındaki dergilerin önemli bir kısmı dijitalleştirildi) metinlerine erişim ve bunlar hakkında ayrıntılı arama imkânı sağlaması, oldukça sevindirici. Temennim projenin 60 öncesi ve 80 sonrası tüm ilgili dergileri de kapsayacak ayaklarının tamamlanması ve İslamcılık araştırmaları için muazzam bir kaynağın devreye sokulmuş olmasıdır.
Metin erişimi kadar önemli bir diğer husus bu dergiler hakkında ayrıntılı arama imkânlarının olabildiğince geliştirilmesidir. Tam metin arama imkânının sağlanması önemli bir hizmet olmakla birlikte yeterli değildir. İdeal anlamda hepsi için olmasa da belli başlı dergiler için açıklamalı fihristler hazırlanması yanında dergilerdeki yanlış ve eksik bilgilerin düzeltilmesi ve ikmal edilmesi gibi uzmanlık gerektiren ilave çalışmalara ihtiyaç söz konusudur. Sırat-ı Müstakim hakkında yaptığım çalışmada bu söylediklerimi bir nebze de olsa gerçekleştirmeye çalışmıştım. Benzer bir çalışmanın en azından Sebilürreşad için de yapılması, bu devasa birikimle daha sağlıklı irtibat kurulması için elzemdir.
– Son olarak, İslamcı dergiler hakkında önemli mesaisi bulunan biri olarak bu alanda çalışmak isteyen genç araştırmacılara tavsiyeleriniz nelerdir?
Dergiler düşünce tarihi araştırmalarının vazgeçilmez kaynakları arasında yer alır. Herhangi bir dergiyi çalışmak için onun yayınlandığı dönem ve arka planı, yazı kadrosu ve muhatap kitlesi, siyasi, sosyal ve fikri bağlamı hakkında bilgi sahibi olmak çok önemlidir. Yayınlandığı dönemde okuyucuları için malum kabul edildiğinden açıkça telaffuz edilmeyen ya da çeşitli sebeplerle edilemeyen ve bazı telmih ve göndermelerle iktifa edilen unsurları bünyelerinde taşırlar ve bu yüzden çoğu zaman sadece yazılan/söylenenlerle yetinmemek ve satır aralarını da okumak icap eder. Böyle bir şey de ancak iyi bir dönem bilgisiyle mümkün olabilir. Arka plan ve bağlam bilgisi için bu dergilerin mücadele ve etkileşim içinde bulundukları çevreleri tanımayı, dolayısıyla çapraz okumalar yapmayı da gerektirir.
Söyledikleriniz, eminim ki birçok araştırmacıya yol gösterecektir. Zamanınızı bize ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.