Editör İşleri: Elif Yavuz
Kendi Halinde Yazarlar: Ayşegül Eroğlu, Ayşegül Taşalan, Elif Yavuz, Fatma Zehra Hamarat, Gülbahar Sebetci, Hatice Uysal.
Sindirella Kompleksi
Sindirella Kompleksi
“Çağdaş” “kadın” ve “bağımsızlık” kelimeleri, özellikle aynı cümle içinde kullanılınca fazlasıyla gündem edilmiş meselelere işaret ettikleri izlenimiyle farkına bile varılmadan demode sayılmaya ve özensizce geçilmeye müsait kelimeler. En çok görmezden gelinme riskine sahip problemler de insanların hâkim olduklarını varsaydığı meseleler oluyor dolayısıyla.
Bu kitap, kadın olma tecrübesini kapsamlı bir şekilde ve tutarlı bir anlatımla ele alan bir eser. Birbiri ile ilgisiz gibi görünen romantik ilişki ihtiyacı, akademik ve profesyonel yetersizlik hissi, erteleme ve tembellik, akla gelebilecek her türlü fobi, kimlik hissi ve öfke gibi olguların kadınlar açısından problematik yönlerinin birbiriyle nasıl bir ilişki içinde olduğu anlatılıyor.
Bir insanın kendisini yetişkin olarak idame ettirebilmesi için gereken yetilerin, bebeklikten itibaren ‘iyi niyetli davranışlarla’ kız çocuklarında nasıl ketlendiğini ve kız çocuklarının nasıl fiziksel ve duygusal bağımlılık üzerine yetiştirildiği örneklerle gözler önüne seriliyor. Yani “bağımlı olmak için, gerçekte oturup çözümlediğimiz zaman çocukluğu sonsuza kadar uzatılan bir çocuk olmak için yetiştiriliyoruz.”
Ergenlik dönemindeki kişinin bağımsızlığına dair aşırı vurgusu temelde bağımlılık üzerine örgütlenmiş benliği gizlediği zaman farkına varılması oldukça güçleşen bu olgunun farkına varmak, bunun beraberinde getirdiği problemleri aşmak için ilk adım olarak görünüyor. Zira benliğin bu örgütlenişi nedeniyle kimlik duygusu için başkasına yönelen kadın, kim olduğunu söz konusu başkası ile ilişkisi üzerinden anlamlandırıyor; tıpkı kendisini henüz annesinin uzvu olarak algılayan bir bebek gibi. Kadının hayatına dair pek çok hayal kırıklığının ve tatminsizliğin temelinde yatan bu kompleksi ele ala eserden her kadının az ya da çok kendine pay çıkaracağını düşünüyoruz.
Sindirella Kompleksi
Nefes: Yer Eksi İki
Nefes: Vatan Sağolsun filminin devam filmi olan Nefes: Yer Eksi İki 15 Aralık’ta Türkiye ile beraber 11 ülkede 500’den fazla sinema salonunda vizyona girdi. Başrollerinde Murat Yıldırım, İlker Aksum gibi başarılı oyuncuların yer aldığı filmin yönetmen koltuğunda Ozan Uzunoğlu oturuyor. TRT ortak yapımı olan film 1993 yılının Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yer alan bir karakolun ve bölgenin yaşadığı terör baskınlarına ve zorluklarına değinen gerçek bir hikayeden uyarlanmış. Film Tayfun Yüzbaşı ve Onbaşı Ali’nin aralarındaki duygusal bağ ile seyircisinde derin bir etki bırakırken bölgeye haber yapmak için gelen ünlü Gazeteci Ufuk’un tanıklık ettiği olaylar üzerine yaşadığı düşünce ve duygu değişimi ile de seyirciyi düşündürmektedir. Filmde Mehmetçiğimizin yaşadığı zorlu deneyimlerin yanında o bölgenin insanı olan Salman’ın vermek üzere olduğu kararların hayatını nasıl etkilediğini de film sonuna kadar merakla takip etmekteyiz. Duygusal ve beklenmedik bir sahne ile giriş yapan film, gerçeklere ışık tutması ve filmin sonunda verdiği mesaj ile tüm seyircilerin salondan gözleri yaşlı bir halde ayrılmalarına neden olmaktadır.
Violet Evergarden
Bir çeşit yazma eser türü olan Light Novel’dan uyarlanan bir anime olarak Violet Evergarden, hem yazma eser hem anime dallarında ödüller almış bir yapımdır. Tek sezon ve her bölümü yaklaşık 20 dakika olmak üzere 13 bölümden oluşan bu anime, evrensel bir tecrübe olan “duygu anlamlandırma” olgusunu kristalize ederek izleyiciye sunması bakımından çarpıcı bir eser.
Savaş döneminde bir yüzbaşı tarafından ormanda bulunan mankurtlaşmış yabani bir kız çocuğunun savaşma potansiyeline binaen, yüzbaşının binbaşı abisine bir araç olarak hediye edilmesiyle hikâye başlıyor. Sadece emirleri algılayan ve insani hiçbir etkileşime açık olmayan bu kıza binbaşı, okuma-yazma ve konuşmayı öğretiyor. Savaş ortamında büyüyüp binbaşı dışındakiler tarafından yalnızca araç gözüyle bakıldığı için duygu gerektiren hiçbir etkileşime girmemiş olan Violet Evergarden’ı; kendini ve diğer insanları oldukça mekanik algılayan, kelimeleri en somut haliyle anlamlandıran ve bu bakımdan karikatürize edilmiş bir karakter olarak görüyoruz.
İlk duygu tecrübesini ise binbaşının gözleriyle aynı renk bir broş gördüğünde yaşıyor; çünkü binbaşı ilgisini fark eder etmez bu broşu Violet’e hediye alacak kadar gözetiyor onu. Sonraki günlerde çıkan çatışmadan binbaşı ölürken Violet’e “mutlu ol ve hayatını yaşa, seni tüm kalbimle seviyorum” emrini veriyor. Savaştan sonra, okuma yazma bilmeyen insanların duygularını mektuba dökmekle görevli bir birimde işe başlayan Violet, yazdığı mektuplar sayesinde dahil olduğu hayat hikayelerinde kendi anılarını gözden geçiriyor ve insanlara yardım ederken bir yandan da kendi duygularını fark edip tanıyor.
Violet, son bölüme kadar binbaşının ölmeden önceki son emrini yerine getirmek adına “seni seviyorum” cümlesini anlamlandırmak için çabalıyor. Karakter gelişim sürecinde Violet’in sevgiyi öğrenene kadar bir bir duyguları öğrenişine şahit oluyoruz.
Tarihin Efsaneleri
Selahaddin Eyyubi
TRT Belgesel’in belirli aralıklarla yayınlamış olduğu Tarihin Efsaneleri belgeseli 16 bölümden oluşmaktadır. Her iki bölümde bir tarihe adını yazmış şahsiyetleri anlatan belgeselin 12-13. bölümlerinde Selahaddin Eyyubi ve Kudüs’ün fethinden bahsedilmektedir. Anlatılan tarihi şahsiyetler ve önemli olaylar 3 tarihçi tarafından anlatılmakta ve alanında uzman oyuncular tarafından anlatılan sahneler canlandırılmaktadır.
Haçlılar ve Müslümanlar arasındaki denge politikası tarafların kızışmasıyla birlikte kaçınılmaz muharebeyi beraberinde getirmiştir. Selahaddin Eyyubi hem içerde hem de dışarda düşmanlarıyla mücadelesinde stratejik bir yöntem izlemiştir.
Nureddin Zengi Kudüs’ün fethi için temelleri atmış ancak sonunu görememiştir. Selahaddin Eyyubi ise Nureddin Zengi’nin başlatmış olduğu bu hedefi daha ileri taşımış ve Kudüs’ü fethetmiştir.
Adeta kısa film tadının verildiği bu bölümün son kısımlarında Selahaddin Eyyubi şöyle demektedir: “Nureddin Zengi’nin hazırlattığı minberi Halep’ten getirin Allah’ın izni ile Kudüs yakında Müslümanların olacak!”
İşlenen konunun içeriği ile ilgili daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler için bu belgesel tavsiye edilir. Belgesi izlerken konun detaylı anlatımı ve olayların canlandırılması ile kendinizi Kudüs fethinin ortasında bulacaksınız.
Mehmetçik
Kökeni en eski Sami dilinden “hmd” yani arapça “hamd” sözcüğünden türemiştir. Hamd övgü anlamına gelir. Esasında şükür ifadelerinden biri olan, “elhamdülillah” lafzıyla Allah’ı överiz. Mehmet de “övülen kişi” demektir.
TÜİK 2022 verilerine göre; Mehmet, yaklaşık bir buçuk milyon sayısı ile Türkiye’deki erkek isim listesinin başını çekiyor. Türkiye’nin geçmişinde Fatih Sultan Mehmet gibi önemli bir şahsiyet var iken bu durum sürpriz değil. Mehmet isminin Arapçadaki hali Muhammed’dir. Türkçe’de kelimeler “d” sesiyle bitmediğinden, Muhammet şeklinde kullanırız. Böylelikle diyoruz ki Mehmet ismi Muhammed adından türemiştir. Tıpkı Mahmut, Hamit, Ahmet, Hamidiye isimleri gibi. Asırlar boyunca Müslümanların yaşadığı bu topraklarda, İslam’ın son peygamberine ait olan Muhammed isminin türevlerine çok sık rastlamamız toplumun değerleriyle ilişiktir.
Önemli bir rivayete göre Mehmetçik ifadesinin Türk askerini ifade edişi 1912 Ocak ayı Tobruk cephesinde başladı. Rivayete göre bir asker yanındaki Mehmet isimli erin şehit oluşuyla:
“Kumandan, Mehmet şehit oldu” diye bağırmış, ardından Komutan da “Vah Mehmetçik vah…” demiş. Bu diyaloğu duyan askerler şehit olan ilk arkadaşlarının adını “Mehmetçik” zannetmiş. “Mehmetçik şehit düştü Allah rahmet eylesin” diye bağırışmışlar. Alay yazıcısı deftere “İlk şehit Mehmetçik” yazmıştır bile. Bundan sonra tüm yiğit erler birbirlerine bu ismi kullanır olmuş. Öyle ki düşman dahi kanıksamış. Birinci Dünya Savaşı’nda bu isim çoktan Türk askerlerine ait olmuştu. O yiğit erleri anarken başlara ve sonlara övgüler yazmasak dahi; Mehmetçik der, her andığımızda överiz.
Manners Maketh Man
İnsanların birbirine benzemeye çalıştığı, dış güzelliğin ön plana çıktığı dünyamıza seslenmek istiyorum. “Manners maketh man.”
Bizi biz yapan, diğer insanlardan farklı kılan şey kaşımız, gözümüz, güzelliğimiz mi? İnsanı insan yapan ve diğer insanlardan onu ayıran şey düşünceleri, davranışları, ahlakı değil midir?
“Adamı adam yapan adabıdır.” İnsanı güzel kılan adabıdır. Bizi biz yapan şey tavırlarımızdır. Bizim gözümüzde de insanları değerli kılan şey tavır ve davranışlarıdır.
Peki şu soruyu da soralım: “Bu tavır ve davranışlarımız yalnızca insanların gözünde mi bizi değerli kılar?”
Hemen bu sorunun peşine de şu hadisi hatırımıza getirelim: “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539)
Fuzuli - O Meşhur Kaside
Bu sayımızda sizlerle 16. Yüzyılın en büyük şairlerinden biri kabul edilen Fuzuli’nin o meşhur kasidesini inceleyeceğiz. Öncelikle şu bilgiyi hatırlatmak isteriz: Divan edebiyatında henüz şiirlere başlık koyma geleneği oluşmadığı için şiirler redifleri ve nazım biçimleriyle adlandırılır. Şair Fuzuli müthiş bir ahenk ve anlam uyumu sergilediği kasidesinde her beyitin son dizesi “su” kelimesi ile bitirmiştir. Bakalım, su ile neyi ifade etmek istemiştir?
Klasik bir aşığın tavrında dertten şikayet yoktur. Aksine aşık o derdin galibidir ve ona minnet duyar. Aşık burada gözlerine seslenir ve “Ey gözlerim, aşkından akıttığın bu yaşlarla gönlümdeki ateşi söndüreceğini mi sanırsın? Bu denli yanıp tutuşan bir ateşe su bile çare olamaz!” der.
Bizleri okurken şairin tasavvuruna hayran bırakan en güzel beyitlerden biri de bu beyittir. Zira yarin güzelliğinden başka bir güzellik aramanın nafile oluşuna yapılmış en sağlam teslimiyet vurgusudur. Bahçıvan gül bahçesini sulamak için boşuna zahmet çekmesin, sele versin. Çünkü bin gül bahçesini de sulayıp yeşertse o bahçelerde senin yüzün gibi bir tek gül açılmaz…
Sanırım yavaş yavaş “kimmiş bu gül yüzlü sevgili yahu?” diye düşünmeye koyuldunuz. Bu zât Türk ve Arap edebiyatında, güzel kokusu ve al al oluşundan ötürü sembolize edilen; saflığından ve temizliğinden ötürü suyun en iyi yoldaşı olan Peygamberimiz Muhammed Mustafa’dır elbette. Fuzuli peygamberimize ithaf ettiği bu kasidesinde neden suyu kullandığını şu beyitle açıklamıştır:
Su temiz tabiatıyla peygamber yolunda oluşunu tüm dünyaya göstermiştir.
Divan edebiyatında sevgiliden bahsedip de rakibe değinmemek olmaz. Aşığın en büyük korkusu başka bir sevdalının yarin mahallesinden geçmesi, onu görmesi, ona ulaşmasıdır. Aşık burada rakip, sevgilinin makamı olan cennete ulaşmasın diye, akıp giden bir suyun önünü tıkayan bir toprak parçası misali rakibin önünü kesmek ister.
Kasideyi oluşturan beyitlerin tamamına burada yer vermemiz mümkün değil ancak her biri ayrı bir anlam denizi olan beyitlere bir ara mutlaka bir dalış yapmanızı tavsiye ediyoruz. Son olarak şu güzel beyite de değinmeden geçmek istemedik:
Ben senin dudaklarından çıkan o ilahi nefese kavuşma arzusundayım. Zahitler ise kevser (cennette bulunan bir ırmak) isteğindedir. Zira benim gibi senin aşkınla sarhoş olmuş kişiler şarap içmek isterken, ayık olanlara su içmek hoş gelecektir.
Yazımızı burada sonlandırırken Fuzuli’nin ustalığı hakkında bir kelam etmeden geçmeyelim istedik:
Ey Fuzuli, Allah’ın sevgilisini öyle güzel sevmiş ve anlatmışsın ki,
Sen ne Türk ne İran edebiyatı için hiç de öyle Fuzuli biri değilmişsin!
İzahlı Türk Müziği Sanatı
Klasik Türk Müziği konserlerinde müzik kulağımızı eğitme fırsatımız olsa da makam bilgisi dinlemeyi daha da keyifli hale getiriyor. Ancak her zaman makam öğrenmek için yeterli zamanı bulamayabiliyoruz. Sanatçılar eser aralarında sohbet ederken biraz bahsetse ya diyorsanız İzahlı Müzik Saati ”Gül’izâr” tam size göre. Bu kez eserleri dinlerken aynı zamanda kendinizi bir interaktif bir makam atölyesinde bulacaksınız.
Hulusi Yücebıyık’ın yönetmenliği ve Hüseyin Kıyak’ın anlatımında gerçekleşecek programda, Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosunca makama ait eserler icraedilirken, Gülizar makamı da izah edilecek.
Etkinlik Tarihi ve Saat: 25 Ocak Perşembe, 19.00
AKM Çok Amaçlı Salon
https://www.akmistanbul.gov.tr/tr/etkinlik/izahli-muzik-saati-gulizar
Kuveloğlu Han
Kuveloğlu Han 19. yüzyılın sonlarında Eminönü Küçükpazar semtinde inşa edilmiştir, Kantarcılar mevkisinde bulunmaktadır. İki evreli bir yapı olarak tasarlanan han, klasik Osmanlı avlulu hanlarının etkilerini taşıyan bir plan düzenine sahiptir. Neo-klasik cephe detayları, yapının estetik zenginliğini artırmaktadır. Hanın yapısında günümüze kadar kısmi bozulmalar ve tarihi aşınmalar yaşanmış olsa da, özgün niteliklerini büyük ölçüde korumuştur. Yapı, döneminin yapısal özelliklerini, malzeme kullanımını ve mimari tarzını yansıtarak tarihi bir belge niteliği taşımaktadır. Kuveloğlu Han’ın tarihi dokusu, İstanbul’un zengin mirasına dair önemli bir parça olarak günümüzde de varlığını sürdürmektedir.
Günümüzde Kuveloğlu Han, depo ve imalathane gibi işlevlerle kullanılmaktadır. Ancak, handa 36 yıldır hizmet veren Tarihi Pide Fırını hanın günümüzde de aktif uğrak merkezlerinden biri olmasını sağlamaktadır. Kuveloğlu Han’a pide yemeye giderseniz acılı ayran içmeyi ve handa fotoğraf çekimine izin verilmediğini unutmamanızı tavsiye ederiz 🙂
Adres: Demirtaş, Kıble Çeşme Cd. No:48, 34134 Fatih/İstanbul
Derginin lezzetli köşesine hoş geldiniz. Zira bu köşede sizlere Ramazan Bingöl’ün keyifli mutfağından bahsedeceğiz. Sosyal medya hesaplarının da derginin de şeflerin de dertlisi makbuldür. Bir dert; işi büyütür, güzelleştirir, olgunlaştırır. İşte Ramazan Bey’in sofra muhabbetlerine kulak kesilirken derdine de ortaklık edeceksiniz. Kendisinin deyimiyle “Mutfak, bir milletin kimliğidir. Mutfak kültürünü kaybeden toplumlar birçok değerini kaybeder ve farkında olmadan başka milletlerin kültürünü yaşamaya başlar. Geleneksel değerlerimize ve lezzetlerimize sahip çıkmamızın tam vaktidir!”
Türk insanını, Türk mutfağıyla yeniden tanıştıran Ramazan Bingöl ayranımsılardan gerçek ayrana, ilaçlardan haşlama çorbasına, ayvanın esas yenme usülüne, serpme kahvaltıdan seçili kahvaltıya, çocukları fast food dediğimiz yiyeceklerden belki daha lezzetli ve bizim olana davet ediyor.
Bu davetin gereğini önce kendi lokanta işletmelerinde uygularken bizlere de Instagram hesabından yayınladığı videolarla çağrıda bulunuyor.
https://www.instagram.com/ramazanbingol?igsh=anJmdTh4a2xpYjQ
İsrail Yargılanıyor
Güney Afrika Cumhuriyeti’nin, İsrail’in Gazze’deki eylemlerinin Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal ettiği gerekçesiyle Uluslararası Adalet Divanında (ICJ) açtığı davanın ilk duruşması başladı…
Grup İslamî Direniş - Suskunluğun Bedeli
Grup İslamî Direniş’in icrasıyla paylaştığımız eserin söz ve müziği Mustafa Cihat’a ait. Eser annesi Amal’in kapıda bekleyip yolunu gözlerken şehit oluşunu televizyonda izlediği Muhammed Durra’ya ithafen yazılmış. Babası Cemal Durra’nın gözleri önünde mermiler üzerine inerken Muhammed cevabı hala açık oturumlarda ellerde cetvellerle ekrana bir şeyler çizilerek aranan ama sadece aranan o soruyu sordu “Baba neden bize ateş ediyorlar?” Muhammed İkinci İntifada’nın sembol isimlerindi, aradan 23 yıl geçti ve 7 ekimde başlayan soykırımın ardından Cemal Durra bu kez kardeşlerinin şehadetine şahit oldu.
Eseri icra eden grup ismini 1992 yılında kurulup sonrasında Grup Kıvılcım’la yollarına devam eden Grup İslamî Direnişten alıyor. Kurucular Recep Abdülmetin Gezer, Halil İbrahim Ertan ve Muhammed Osman Kıvanç 2010 yılında Muhammed Osman Kıvanç’ın deyimiyle “abilerin de izniyle” grubu devralıyor. “İnsanlar neyi daha çok dinlerler”i değil de “yüreğimizden geçenleri, bizi anlatabilecek şeyleri yazmayı” dert ediniyorlar. 2000’ler sonrası yavaş yavaş sessizleşen (Perşembe, Aydın, 2019) İslamî marş ve ezgi geleneğini devam ettirdiğini gördüğümüz grup bu müziği bir alternatif olarak görmüyor, alternatif oluşturmayı da amaçlamıyor. Ve ekliyor, “Müslümanlar olarak bizim müziğimizin, sanatımızın vb. bir alternatif değil başlı başına bir kültür olduğunu düşünüyoruz.” Bu kültürün bir parçası ‘Suskunluğun Bedeli’ sizlerle…
Haluk Levent - Elfida
Haluk Levent yıllar önce yazmış olduğu Elfida şarkısı gönlümüzde unutulmayacak bir iz bıraktı. Bu şarkının kendisi bizi çok çok etkiledi. Öyle ki günümüzde hala bu şarkıyı severek dinler olduk. Ancak hikayesi şarkıdan da etkileyici. Bu şarkı birçok kişinin sandığının aksine bir aşk şarkısı değil.
Elfida, Arapça kökenli bir kelimedir. Feda etme, gözden çıkarma ve verme anlamlarına gelir.
Haluk Levent kanser hastası 16 çocuğun bakımını üstlenmiştir. Bu çocuklardan bir tanesi de Beyzanur adında 9 yaşında küçük bir kız çocuğudur ve kanser hastalığı ile mücadele etmektedir. Doktorlar hastalığından dolayı bu kızı gözden çıkarın, gözden çıkarmanız lazım demişlerdir. Bu sebeple Haluk Levent ona Elfida yani “gözden çıkarılmış” diye seslenmiştir. Haluk Levent bu şarkıyı Beyzanur’a dinletmiştir. Ancak Beyzanur bu şarkının kendisi için yazıldığından habersizdir. Hatta şarkının “beni fark etme sakın” kısmı aslında “beni terk etme sakın.” şeklindedir. Ancak olur da Beyzanur bunu anlar diye beni fark etme olarak değiştirmiştir.
Haluk Levent Beyzanur’a iyi baksınlar diye hastane personeline konser verdiği akşam Beyzanur cennet kuşlarından olmuş ve hayata gözlerini yummuştur.