Siyasî Strateji: Medine Pazarı

“Bir insan olan Hz. Peygamber (s.a.v.) de iktisadi bağımsızlığın önemini muhakkak ki çok iyi biliyordu. Allah’ın inayeti ve bu tecrübelerin kazandırdığı feraset ile hicretine müteakip, ilk iş olarak siyasi ve iktisadi yönden -şartların elverdiği ölçüde hatta şartları zorlayarak- mümkün mertebe güçlü bir devlet tesis etmeyi hedef almıştı.” [1] Allah Resulü’nün, (s.a.v.) devletleşmenin önemli olmasından dolayı, Medine’ye gelişi ile beraber üç önemli kurumu tesis ettiği söylenebilir. Bu kurumlar, cami, pazar ve vakıftır. Biz konumuz gereği sadece ikinci kurum olan pazarı ele alacağız.

Mekke’den Medine’ye gerçekleştirilen hicretin hemen akabinde yapılan önemli ikinci icraat ise Müslümanların geçimini temin edebileceği bir pazarın teşkilidir. Bunun sebebi ise “İslam’ın Kureyş ile yaptığı savaşta en etkin silah emin bir ticaret yolu bırakmayıncaya kadar kervanlarına saldırmaktır.” [2] Bundan dolayı “Müslümanlara ait, onların hâkimiyetinde, onların ahkâmının uygulanacağı bir piyasa oluşturulmalıydı. İşte bu ve benzeri sâiklerle, daha sonra ‘Medine Pazarı’ ismiyle anılacak olan pazar kurulmuştur.” Medine’ye hicretin ardından siyasi ve iktisadi anlamda ilk aşama olarak kurulan Medine pazarının etkisini, Safvan bin Umeyye’nin şu sözleri açıkça göstermektedir: “Muhammed ve ashabı ticaret yollarımızı kestiler. Onun ashabına karşı nasıl önlem alacağımızı bilemiyoruz. Sahili de boş bırakmıyorlar. Sahil bölgesi halkı onunla anlaşarak tümden ona katıldı. (Ne yapalım?) Nerede ikamet edelim, bilemiyoruz. Şayet (burada) yurdumuzda kalsak sermayemizi yiyip tüketeceğiz. Zira Mekke’deki yaşantımız yazın Şam ve kışın Habeşistan ticaretine dayanmaktadır.” [3]

Mekke’den Medine’ye yapılan hicret ile artık Müslümanlar bir medeniyetin oluşumuna başlamış oldular. Tabii ki bu oluşum, aynı zamanda bölgede bulunan diğer süper güçlere karşı da bir meydan okumadır. Artık, Müslümanlar başkalarının hâkimiyeti altında değil, aksine kendi hâkimiyetleri altında yaşamaya başlamışlardır. Medine’ye yapılan hicret bölgede bulunan süper güçlere karşı Müslümanlara ait bir İslam medeniyet tasavvurunu ortaya koymuştur.

Bu medeniyet sadece Mekke ve Medine içerisinde yaşayan Müslümanları değil, diğer etnik kökenlere sahip olan Müslümanları da içine almaktadır. Bu sebeple Hz. Peygamber efendimizin (s.a.v.) tesis ettiği pazar, tüm bâtıla karşı hem psikolojik, hem motivasyon, hem de birlik ve beraberlik açısından uyguladığı siyasi bir stratejidir.

O zamanlarda ister Yahudi olsun, ister Hristiyan, ticaret ve pazar gibi müesseseler tüm bireyler için en büyük güç unsuru olmuştur. Peygamber efendimizin (s.a.v) bu hamlesi ise bâtıl kesime karşı, kendilerinin bağımsız bir güç olduklarını göstermektedir.

“Müslümanlar asla ‘Arapların mallarından ne kapsak kardır; bu hususta mesul ve günahkâr olmayız. Çünkü hak yolda değiller…’ zihniyetine sahip Yahudilerin insafına terk edilemezdi (…) İlk iş müstakil bir pazar kurmaktı. Hz. Peygamber (s.a.v.) Nebit pazarına giderek birtakım incelemelerde bulundu ve “Bu asla sizin pazarınız olamaz.” buyurdu. Sonra ileride (Medine pazarı adını alan) bu pazara döndü, etrafını dolaştı ve “(İşte) sizin pazarınız budur; bu (pazar) daraltılmayacak ve buradan vergi alınmayacaktır.” [4] diye buyurdu. “Tecrübeli bir tacir olan Hz. Peygamber (s.a.v.) pazar vergisi almadığı takdirde satıcıların yeni pazarı tercih edeceklerini biliyordu muhakkak. Zira kâr arzusu ticaretin en önemli dürtüsüdür ve vergisiz kazanç daha fazla kâr demektir. Ayrıca verginin kalkması, maliyetleri azaltacağından, buna paralel olarak fiyatlar da düşme eğilimi gösterecekti. Tabiatıyla, diğer pazarlara nisbetle düşük fiyatlarla işlem gören mamuller daha fazla müşteri çekecektir.” [5]

Hz. Peygamber (s.a.v.) kendi kurdurduğu pazarla bir taraftan mevcut pazar anlayışına alternatif ve rakip olmak isterken bir taraftan da kendisinin getirdiği mesajları burada uygulayarak insanlara ulaştırmak istemiştir.” [6] Aynı zamanda Medine pazarı, Müslümanların İslami kaideler çerçevesinde ticaret yapabilmelerine olanak sağladığı gibi, ticaret yoluyla dışa bağımlılıktan kurtulabilme imkânına da fırsat sağlamıştır.

[1] Vecdi AKYÜZ, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam 3. Cilt, Ensar Yayınları, istanbul, 2007, s. 327
[2] Vecdi AKYÜZ, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam 3. Cilt, Ensar Yayınları, istanbul, 2007, s. 321
[3] Vecdi AKYÜZ, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam 3. Cilt, Ensar Yayınları, istanbul, 2007, s. 327
[4] Lütfi BERGEN, Medeniyet, MGV Yayınları, ANKARA, 2014, s. 201
[5] Vecdi AKYÜZ, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam 3. Cilt, Ensar Yayınları, istanbul, 2007, s.330
[6] Lütfi BERGEN, Medeniyet, MGV Yayınları, ANKARA, 2014, s. 202

Leave a Comment