Felsefece Düşünmenin Yolları

Jozef Maria Bochenski, Felsefece Düşünmenin Yolları, Pharmakon Yayınevi, 2016,

Ankara, 114 s.

Jozef Maria Bochenski tarafından kaleme alınan Felsefece Düşünmenin Yolları, felsefenin temel konularını sade bir dille ve giriş seviyesinde ele alan ve genel okuyucu kitlesine hitap eden bir eserdir. Bu yazıda yazar kısaca tanıtıldıktan sonra kitabın genel bir portresi çizilerek eser değerlendirilmeye çalışılacaktır.

Polonyalı akademisyen, filozof ve yazar Jozef Maria Bochenski (d.1902/ö.1995) Polonya’da hukuk ve iktisat bölümlerini bitirdikten sonra eğitimine İsviçre Fribourg Üniversitesi’nde felsefe bölümünde devam etmiştir. Çeşitli üniversitelerde uzun yıllar felsefe ve mantık profesörlüğü yapan Bochenski, mantık ve felsefenin dini alanda kullanımına önem vermiştir. II. Dünya Savaşı sırasında Polonya ordusunda papaz olarak görev almış ve Soğuk Savaş döneminde de komünist ideolojiyle mücadelede önemli bir rol oynamıştır.

Eser, yazarın 1958 yılında Bavyera Radyosu’nda yaptığı bir dizi radyo konuşmasının metin haline getirilmesiyle ortaya çıkmıştır. 114 sayfa olan eser, ilk kez 1959 yılında “Wege zum philosophischen Denken Einführung in die Grundbegriffe” adıyla Almanca olarak basılmış ve dilimize Kurtuluş Dinçer’in çevirisiyle kazandırılmıştır. İlk basımı Ark Yayınevi tarafından 1994’te yapılan kitabın 8. ve mevcut son baskısı 2016 senesinde Pharmakon Yayınevi’nden çıkmıştır.

Kitap yalnızca felsefe alanı uzmanlarına değil genel okuyucu kitlesine hitap etmektedir. Eserin önsözünde yazar, amacını “felsefe konusunda tamamen hazırlıksız olan okuyucuya, kimi sorunlar aracılığıyla felsefenin ne olduğunu ve nesnelerine nasıl yaklaştığını açıklamak” şeklinde ifade eder. Bunu ise değinilen her bir başlıktaki temel yaklaşımları kıyaslayarak ve sonunda da kendi görüşünü açıklayarak yapar; zira yazara göre felsefi sorunların nesnel bir betimi mümkün değildir. Mesela Değer başlığında Goethe’nin kuram ile yaşamı karşı karşıya koymasını ele aldıktan sonra bu görüşü şahsi mantıksal gerekçelendirmelere dayanarak reddetmektedir. Böylece yazar, karşıt ve çoğunlukla uçlarda görünen yaklaşımlar arasında mutedil alternatif yollar bulunabileceğini göstererek okuyucuya adeta “felsefece düşünmenin yollarını” sunmaktadır.

Kitap, felsefenin temel kavramlarından müteşekkil on ayrı başlıktan oluşmakta ve her bir başlık altında bu kavramlar giriş seviyesinde anlatılmaktadır. Bu başlıklar sırasıyla Yasa, Felsefe, Bilgi, Doğruluk, Düşünme, Değer, İnsan, Varlık, Toplum ve Mutlak’ şeklindedir. Bochenski, söz konusu başlıkları seçerek aslında dolaylı yoldan ontoloji, epistemoloji, aksiyoloji, teoloji gibi felsefenin alt dallarına da değinmiş olmaktadır. Bu yazıda eserin muhtevasının daha yakından anlaşılabilmesi için bölümlerde değinilen belli başlı meselelere değinilerek kitap hakkında genel bir bilgi sunulacaktır.

Yasa adlı ilk bölümünde, söz konusu kavram hukuki anlamından ziyade doğa yasalarını ifade eden bilimsel bir anlamda ele alınmaktadır. İnsanoğlunun doğa üzerinde kurduğu tahakkümün bu yasaları keşfetmesine bağlı olduğunu söyleyen yazar, yasa denilen şeyin zorunlu olması yönüyle diğer tüm var olanlardan ayrı tutulduğunu ifade etmiştir. Yasanın ne olduğu konusunda üç temel görüş sayar ve bu görüşlerin her birini tek tek ele alarak eksik ve zayıf yanlarını vurgulamaktadır. Bochenski yasa bölümünü “Bu, felsefenin öncesiz ve sonrasız bir sorunudur, belki de bu kadar çok yasa bilen ve kendileri için yasaların pek önemli hale gelmiş olduğu biz çağcıllar için, herhangi bir başka çağ için olduğundan çok daha önemli bir sorun.” sözleriyle veciz bir şekilde bitirmiştir.

Felsefe bölümünde genel olarak felsefenin insan için hayatîliğine vurgu yapılmaktadır. Yazara göre, hepimiz, bilinçli ya da bilinçsiz olarak bir şekilde felsefe yaparız ve yapmamız da gerekmektedir. Felsefenin önemine değindikten sonra yazar felsefenin alanına dair farklı yaklaşımları özetlemiştir. Bu görüşlere değindikten sonra yazar: “Felsefe belirli anlamda bir evrensel bilimdir, alanı öteki disiplinler gibi dar, belirlenmiş bir şeyle sınırlanamaz.” İfadesi ile konu hakkındaki kendi yaklaşımını açıklar. Bochenski’ye göre felsefe, bilimlerin bilgi olarak vaz ettikleri şeyleri daha derinden sorgulamaya devam etmesinden ötürü bir “kök bilimi” olarak da adlandırılabilir. Böylece felsefenin çerçevesini az çok ortaya koyan yazar, felsefenin zorluğuna ve bununla beraber çekiciliğine atıfta bulunarak bölümü tamamlamaktadır.

Bochenski Bilgi bölümüne Gorgias’ın “Hiçbir şey yoktur, olsaydı bile bilemezdik, bilebilseydik bile bunu başkalarına aktaramazdık.” şeklindeki önermesiyle başlar ve okuyucuyu bilginin imkânı üzerine bir düşünme yolculuğuna davet eder. Bu bağlamda Descartes ve şüphecilik üzerine de mülahazalarda bulunan yazar daha sonra hiçbir şeyin bilinemeyeceğini söylemenin bile bir yargıda bulunmak olacağını, dolayısıyla bu önermenin kendisini yanlışladığını ifade ederek Gorgias’a katılmadığını belirtir. Ara sıra yanılmış olmaktan bunun hep böyle olduğunun çıkarılamayacağını söyleyen yazar bu görüşünde makul görünmektedir. Bununla beraber Bochenski, Gorgias’ın filozofların içine ektiği kuşku tohumunun çok mühim olduğunu ve abartıya kaçmadan şüphe etmenin felsefe için doğru bir tutum olduğunu da ekleyerek Bilgi faslını sonlandırır.

Doğruluk bölümünde bir önceki bölüme çok yakın konular ele alınmaktadır. Doğruluğun türlerinden, göreliliğinden ve bu konudaki iki temel yaklaşım olan idealist yorum ile gerçekçi yorumdan söz edilmiştir. Bilgimizin mi nesneleri yarattığı yoksa nesnelerin mi bilgilerimizi şekillendirdiği sorunsalı etrafında dolaşan yazar bu konuda orta yolcu bir tutum benimsenmemesi gerektiğini savunur. Bu açıdan bakıldığında yazar için kitabın neredeyse diğer tüm bölümlerinde göze çarpan ılımlılık-orta yolculuk doğruluk kavramı için geçerli olmamaktadır.

Düşünme bölümünde Bochenski okuyucuları adeta düşünme üzerine düşünmeye davet etmektedir. Düşünmeyi tasarıların ve kavramların devinimi olarak tanımlayan yazar, gelişigüzel düşünce ile bilimsel düşünce arasında bir ayrım yapar. Bochenski, bilimsel düşünmenin bir takım yöntemleri olduğunu ve amacının da bilmek olduğunu ifade eder. Mesela doğa bilimlerinde sıkça kullanılan yöntemlerden biri verilenlerden verilmeyene ulaştıran çıkarsama yöntemidir. Yine de yazara göre hangi metodu kullanırsa kullansın bütün bilimsel bilgiler kesin değil olasıdır.

Son olarak yazar, bilimin insanlık için faydalı olmayan (atom bombası gibi) icatlarda da bulunabileceğini buna karşın felsefenin kesin yargılara mesafeli olması dolayısıyla bilimin tehlikelerine karşı bir fren görevi gördüğüne dikkat çeker. Ona göre “Felsefenin en önemli işlevlerinden biri, ululamaya ve saçmalamaya karşı ciddi düşünceyi savunmaktan başka bir şey değildir.”

Yazar, Değer bölümüne Goethe’nin “Her kuram boz renklidir.” şeklindeki veciz ifadesiyle başlar. Goethe bu sözle salt kurama odaklananları eleştirmektedir. Öyle ki Bochenski’nin de katıldığı üzere insan yaşam sahnesinde hem seyirci hem de oyuncudur. Dolayısıyla insan şeyleri değerlendiren bir varlıktır. Yazar, değerlerin kültürlere göre değiştiği, göreli ve verili olduğu konusunu çok çarpıcı bir örnekle anlatır. Değerlerin ahlaki, estetik ve dini olmak üzere üç büyük öbeği bulunduğunu ifade eden Bochenski, değer konusundaki pozitivist ve idealist yaklaşımları ele alır. Yazar burada değer ile değerlendirme kavramları arasında bir ayrım yaparak pozitivistleri eleştirir. Ona göre pozitivistler kendi göreli değerlendirmelerini değermiş gibi sunmaktadırlar. İdealistler ise değerlerin sabit olduğunu, değerlendirmelerin değişken olduğunu öne sürerek daha makul bir açıklama yapmaktadırlar. Bu mülahazalardan sonra Bochenski sözlerini şöyle noktalar: “Şimdi, yalnızca anlamak isteyen kuramsal felsefe ile ne yapılacağını öğreten kılgın (pratik) felsefe arasındaki sınıra yanaştık.”

Felsefenin en geniş konularından biri olan Varlık bölümünde Bochenski, çok sayıda filozofun bir ontoloji biliminin varlığını ve sorunlarının anlamlılığını reddettiğini belirtir. Dolayısıyla sözlerine okuyucuyu ilk olarak ontolojinin varlığı veya yokluğu üzerine düşünmeye sevk ederek başlar. Varlık ile var olan kelimeleri arasında bir ayrım yaparak var olanı tercih ettiğini belirtir. Varlık kategorilerinden de söz ettikten sonra bu kez hiçlik problemini ele alır. Sonrasında töz, nitelik ve ilişki gibi kavramları açıklar. Nihayet ontoloji biliminin zorluğuna ve bununla beraber yaşamımızı biçimlendirici çok güçlü bir etkisi olduğuna işaret ederek bahsi kapatır.

Toplum bölümünde ise yazar devlet, siyaset, hukuk gibi toplumsal meselelerden ve birey-toplum ilişkisinden bahseder. Felsefenin toplumla ilişkisini ise etik kavramı üzerinden kurar. Örneğin siyaset devletin iktidarını hedefler; felsefe ise bu hedefin etiğini, meşruiyet kaynaklarını ve doğruluğunu sorgular. Felsefenin bu alandaki bir diğer konusu da bireyin mi toplum için var olduğu yahut toplumun mu birey için var olduğu sorunsalıdır. Bölüm sonunda Bochenski birey ve toplumun eşdeğerli ve birbirini tamamlayıcı nitelikte olduğu kanaatini ifade ederek sözlerini bitirir.

Son bölüm olan Mutlak bölümünde sonsuzluk, tanrı gibi hususlar ele alınır ve filozofların metafiziksel tanrısı ile dinin kutsal tanrısı arasındaki ilişki sorgulanır. Bochenski’ye göre Tanrı’ya giden iki yol vardır: din ve felsefe. Bunların farkı; din Tanrı’ya en başta inanç yoluyla ulaşırken, felsefe Tanrı dışındaki tüm alanların sorgulanmasından sonra ancak Tanrı fikrine –o da bazen- varmaktadır. Yazar, tarih boyunca asıl tartışmanın Tanrı’nın varlığı/yokluğu tartışmasından ziyade onun mahiyeti üzerinde döndüğünü belirtir. Yazar, çoğu büyük düşünürün Tanrıyı bir yaratığa benzeten insanbiçimciliğin anlamsızlığı ile bir o kadar saçma olan Tanrının mutlak bilinemezliğinin anlamsızlığı arasında hep bir orta yol aradıklarını ifade eder. Böylece eser Tanrı üzerine ilgi çekici mülahazalarla birlikte son bulur.

Buraya kadar kısaca içeriklerine değindiğimiz tüm konu başlıkları ve içerikleri bizzat insanın problemleri ve sorgulamaları olduğundan, kitaptaki İnsan başlığını ayrıca ele alarak daha derinden irdelemek faydalı olacaktır. Tarih boyunca filozofların hatta tüm insanların en asli sorularından biri “İnsan nedir?” olmuştur. Zira bu soruya verilecek her cevap insanın yaşayışına dair birçok cevabı da beraberinde getirecektir. Dolayısıyla yazar, sözlerine bu soru ile başlar. Evvela insanın hayvani/biyolojik yönünü ele alır. Bochenski, donanımları ve bir takım ihtiyaçları bakımından insanı bir hayvan olarak ele alır ancak yazara göre insan dikkate değer bir hayvandır. Çünkü insan diğer hayvanlardan bedence daha zayıf ve korunaksız olmasına rağmen dünya ve diğer canlılar üzerinde muazzam ve kimi zaman da haksız bir tahakküm kurabilmiştir. İnsanoğlu bunu, diğer canlılarda daha zayıf olan bir şeyle yapmıştır: zekâ.

İnsanın en kuvvetli silahı zekâsıdır. Buna bağlı olarak insanı diğer türlerden ayıran bir dizi özellik sayılabilir: teknik, gelenek, gelişme, öbür hayvanlardan çok başka düşünme yeteneği ve kendine dönük düşünebilme. Bu son özellik insanın çok mühim bir vasfıdır. İnsan bu sayede soyutlamalar yapabilmekte, geleceğe dönük tasarılarda bulunabilmekte ve tikel olaylardan genel çıkarımlar yapabilmektedir. Yalnızca insan hayatının anlamını sorgular, dini inançlar besler ve öleceğinin bilincindedir. İşte felsefi insan biliminin temel sorusu, insanın hayvani yönü olan bedeni ile tinsel yönü olan ruhunun nasıl bir arada bulunabildiği sorusudur. Yazar, bu soruya verilen farklı yanıtlara değinir. İlk görüş, insanın tamamen bedenden ibaret olduğunu savunan katı maddeci görüştür. İkinci görüş insanın hem bedene hem de ruha sahip olan bütünsel bir varlık olduğunu savunur. Son görüş ise insanın tamamen ruh olduğunu ve bedenin yalnızca bir görüntü olduğunu iddia eder.

İnsanın ruhsal yönünün ancak sonsuzlukla doyabileceğini söyleyen Bochenski bunun ancak bu yaşamın dışında bir yerlerde mümkün olabileceğini belirtir. Öyle ki bir zamanlar Platon bunun ancak Tanrıdan gelen bir vahiyle mümkün olabileceğini söylemiştir. Bochenski insan bahsini şu veciz sözlerle kapatır: “Ne ki bu artık felsefe değil, dindir. Felsefi düşünce, birçok başka alanda olduğu gibi, soruyu burada keser. İnsanın susarak, artık aydınlanmayan karanlığa baktığı sınıra dek kılavuzluk eder bize.”

Felsefece Düşünmenin Yolları, üslubu, içeriği ve metoduyla bizlere filozofların dünyasına daha yakından bakma fırsatı sunmaktadır. Kuru metinsel bir anlatım yerine sıcak bir sohbet tadındaki üslubu, okuyucuya felsefeyi sevdirmekte, yazarın özgün akıl yürütmeleri ise felsefe yapmaya değil üretilmiş felsefelerin tarihini okumaya alışmış bizler için sağlam bir örnek teşkil etmektedir. Yazarın, bir filozofa yaraşır şekilde şahsi kanaatlerini mutlak kanaatmiş gibi sunmaktan uzak duruşu takdire şayandır. Öte yandan yazarın Bilgi-Doğruluk, Felsefe-Düşünme gibi birbiriyle çok yakından ilişkili konular için ayrı başlıklar açması bütünselliği az da olsa zedelemiş görünmektedir. Yine de seçilen konuların hayatîliği, konulara verilen anlaşılır örnekler ve bir radyo programından uyarlanmanın verdiği doğallık bizlere sözü edilen pürüzleri fark ettirmeyecek şekilde bir okuma zevki vaat etmektedir.

Leave a Comment