Evlerin Dönüşüm Serüveni
Yazar: Mehmet Furkan Ören
İnsanoğlunun hayatında önemli bir yere sahip olan evler; sıcaklığı, samimiyeti, mahremiyeti, özel anıları temsil eder. Evler, bir bireyin mekanla bağının güçlü olduğu yerdir. Bu mekanlar anlam örgümüzün şekillendiği, hayatımızın en tatlı dönemi olan çocukluğumuzu geçirdiğimiz, karakterlerimizin şekillenmeye başladığı alanlardır. Yerindeliği, sabiteleri, belirli bir çerçeveyi imleyen mekan ile aidiyet kurmak, o mekanda birkaç nesil oturmayı ve uzun süre ilişki kurmayı gerektirir. Mekanla hemhal olmak, oradan anılar toplamak, oraya bağlanmak ve mekanla diyalojik bir ilişki içerisinde onu yeniden kurmak mekanın özel anlam kazanmasını sağlar. Bu çerçeve içerisinde özel mekanları simgeleyen evler, bir toplumun üretim biçiminin, değerlerinin, hayata bakış açısının merkezidir. Toplumun değişimini konuşmak, evleri konuşmaktan geçer. Ne var ki evler statik yerler değildir. Sosyal ortama bağlı olarak konumları ve işlevleri değişir. Nitekim tarım toplumundan sanayi toplumuna, sanayi toplumundan dijital topluma geçiş süreçlerinde evin konumu/konumlandırılması bu dönemlerdeki değişimlerle paralel olmuştur.
Tarihçiler, insanların tarihi serüvenini çeşitli dönemlere göre kategorileştirerek olguları açıklamaya çalışırlar. İlk Çağ, Orta Çağ, Yakın Çağ… Tarım dönemi, modern dönem, post-modern dönem bu kategorileştirmenin örneklerindendir. Bu tür dönemselleştirmeler kimi indirgemeci riskleri barındırsa da olguları anlaşılır kılmakta işlevseldir. Tarihsel süreç içerisinde evlerin durumu toprak, demir ve sanal/dijital dönemler çerçevesinde ele alınabilir. Bu kategoriler tarım, modern/ sanayi ve dijital/post-modern olarak da tercüme edilebilir.
Tarım toplumunda evler hayatın merkezinde yer almaktaydı. Bunun başlıca nedeni evlerin üretimin merkezinde bulunmasıydı. Tarlada elde edilen hasılat evlere taşınır, burada işlenir, ihtiyaç kadarı kenara ayrıldıktan sonra kalanlar alış-veriş için dışarıya aktarılırdı. Evle işyeri birbirinden ayrı yerler değildi. Ev hem işyeri hem hayat alanıydı. Evler tüm süreçleriyle hayatın merkezinde yer aldığı için komşuluk ilişkileri de ev merkezliydi. Misafirlik, birbirine gidip gelmeler, önemli gün ve gecelerde evlerde toplanmalar olağan durumlardı. Düğünler, taziyeler, önemli toplantılar evlerde yapılırdı. Evlere ne zaman girilip çıkılacağı belli değildi. Saatler insan hayatının önemli parçalarından biri olmadığı için evlerle ilişki belli bir sınırlamanın içerisinde yürümemekteydi. Hayatın merkezinde yer aldığı için evlerden kopmak, oradan uzaklaşmak veya onu başka birine devretmek acı vericiydi. Evin dışında olmak bir tür mekansızlaşma hali olarak kurgulanıp, gurbet olarak telakki edilmekteydi. Tarımsal üretim doğası gereği, beklemeyi, mekanla hemhal olmayı gerektiren bir süreçti. Evle tarla arasındaki diyalojik ilişki, evlere yönelik sıkı aidiyet duygularının gelişmesine de zemin hazırlamaktaydı. Bu açıdan özel mekan olarak evden uzakta olmak, bir tür travma haliydi. Evler, üç kuşağın beraber yaşadığı ve bir önceki kuşakların hikayelerinin, anılarının sindiği mekanlardı.
Sanayi dönemine geçişle birlikte toprağın yerini demir alacak, tarla yerini fabrikalara bırakacak, insanlar geleneksel evlerinden uzaklaşacaktır. İngiltere’de meydana gelen sanayi devrimi, pek çok olgunun değişmesini beraberinde getirecektir. Bunlardan birisi, belki de en önemlisi, evlerin değişen konumudur. Sanayi süreciyle birlikte fabrikaların kurulması ve “işyeri” kavramının ortaya çıkması evin merkezi konumunda dramatik değişiklikler meydana gelmesine zemin hazırlayacaktır. Evin merkezi konumunu fabrikalara bıraktığı ve mesai kavramının geliştiği bu süreçte, ev ve fabrikada geçirilecek zaman belli çizgilerle birbirinden ayrışacaktır. Fabrikalarla mütemmim olan modernitenin belirgin özelliklerinden birisi “sınır” kavramıdır. Ulus devletlerin sınıra vurgu yapması, hastaneler, karakollar, okullar gibi sınırları ve çerçevesi çizilmiş yapılanma biçimlerinin ortaya çıkması ve çizilen bu sınırlara sıkı bir şekilde riayet edilmesi bu durumun bir göstergesidir.
Bu şartların içerisinde evlere biçilen rol ya da evlerin almak zorunda kaldığı konum, az zamanın “harcandığı”, sınırları çizilmiş, saatleri belirlenmiş daha çok yatma ve dinlenme mekanı olmaktır. Modern iktisat ve üretim biçimi, bireylerin evle az bir şekilde hemhal olmasını, evde az vakit geçirmesini imleyen ve gerektiren bir çerçeveye sahiptir. Bu açıdan bireylerin evleri mümkün olduğunca az kullanacakları ve daha çok dışarıda vakit geçirecekleri bir çerçevenin oluşması önemlidir. Bu durum hem dışsal hem de içsel olmak üzere iki bağlamda gerçekleşmektedir. Dışsal olarak başta işyeri olan fabrikalar, daha sonra çeşitli bağlamlarda paylaşımlarda bulunulacak olan düğün salonları, taziye evleri, konferans salonları, oteller, restoranlar, hatta uyku düzenini değiştirecek “gece hayatı” anlayışı, modern bireyi evin dışına çekecek şartların oluşmasında rol oynadılar. İçsel olarak bulaşık makinaları, çamaşır makinaları, elektrik süpürgeleri gibi aletler evdeki iş ve işlemlerin azalmasını sağladılar. Modern konseptin içerisinde evlere biçilen rol bir çeşit “oteldir”. Anne babanın çalıştığı/çalışmak zorunda kaldığı bu konseptte çocuklar kreşlere verilir. Yemekler dışarıda yenir, duruma göre eve dönülerek dinlenmeye geçilir. Modern anlayışın saat merkezli zaman tasavvuru evler için de geçerlidir. Evlere hangi saatlerde girileceği, evlerden hangi saatlerde çıkılacağı, evin ne zaman ve nasıl kullanılacağı bellidir.
Modern sanayi konseptinin içerisinde evler, anlamsız ve değerlerden azade bir bağlama oturmakta, piyasanın koşullarına göre kolay alınıp satılan bir nesneye dönüşmektedir. Evler; tıpkı bir nesne gibi alınıp satılan, getirisine bakılan, konfor, konum, ulaşım, genişlik ve lükse göre değerlendirilen bir çerçeveye oturmaktadır. Günümüz ortalama kent insanlarının çoğu, hayatı boyunca birkaç ev değiştirmekte, evler kolay değişebilen mekanlara dönüşmektedir. Tarım toplumunda üç kuşağa aynı anda mekandarlık yapan evler, modern konseptin aile biçimi olan çekirdek aileye mekandarlık yapmakta, bu durum da evlerle bağ kurmayı zorlaştıran bir sürece işaret etmektedir. Eskiden bir evin “satılması” anıların, değerlerin ve anlam dünyasının satılmasıyla eş değerdi. İnsanlar çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık dönemlerini çoğunlukla aynı evde geçirdiğinden, evlerin anılar içindeki yeri büyüktü.
Modern iktisadi şartlarda daha çok dinlenme yerleri olarak öne çıkan evler; bilgisayar, telefon ve total olarak dijitalleşme şeklinde adlandırılan sürecin sonucunda dinlenme yerleri olma özelliklerini kaybettiler/kaybetmektedirler. Bunun ilk işaretleri “homeoffice” çerçevesinde gelişen iş anlayışıdır. Bu kavram, evlerin yeniden üretim merkezi olabileceğiyle ilgili doneler taşıyan bir ifade olarak esnek çalışmayı, evden de üretim yapmayı imleyen bir iktisadi konsepttir. Bunun için de önemli araçlar; telefon, bilgisayar ve internettir. Üretimin “mekansızlaşmasını”, her yere entegre olması ve daha çok evlere taşınmasını ifade eden “homeoffice” konsepti, evlerin dinlenme yeri olan kategorik çerçevesini silikleştirerek bu özel mekanları üretimin bir parçası haline getirmektedir. Covid-19’la mücadele ettiğimiz bu günlerde evlerin “otel” konseptinden “homeoffice” konseptine geçiş süreci hız kazanmış bulunmaktadır. Ev, üretim için merkezi konumunu tekrardan kazanıyor gibidir. Bu süreçte bilerek, isteyerek ve kimi açılardan zorunlu olarak dinlenme mekanlarımızı, özel hayat alanlarımızı üretime açmış bulunuyoruz. Evlerde çalışılmakta, dersler verilmekte, mesailer belirsizleşmektedir. İnternet olanaklarıyla birlikte evlerde alışverişler yapılmakta, konferanslar verilmekte, sempozyumlar düzenlenmekte, kongreler gerçekleştirilmektedir. Bu süreçlerde üretim ve kamusal alanla özel alanlar birbirine geçmekte, özel ve özenli yerlerimiz olan evlerimiz dünyaya açılmakta, dinlenmek için gideceğimiz/kaçacağımız mekanlar kalmamakta, kendimize ayıracak özel zamanlarımız/mekanlarımız piyasanın insafına bırakılmaktadır. Modern paradigmada ev, “otelleşme” sürecine girse de mesai denilen bir çerçeve vardı. İnsanlar mesai dışında kalan zamanını nasıl kullanacağıyla ilgili fikir sahibiydi. Oysa günümüzde mesai kavramının giderek anlamını yitirdiği görülmektedir. İnsanlar gece geç saatlere kadar toplantılar yapmakta, geç vakitlere kadar fikir alışverişlerinde bulunmakta ve bu süreçte “Zoom” evlerimize teşrif etmektedir. Toplantıya iştirak edenlerin kimisinin perdeleri, kimisinin mutfağı, kimisinin kitaplığı objektiflere takılmakta, kameralar “özel mekanlarımız” olan evlerimizi afişe etmektedir. Evler giderek kamusal alan haline dönüşmekte, ev ve işyeri birbiriyle buluşmakta ve evin özel statüsü (mahremiyeti) yok olmaktadır.