Çağdaş Türk Düşüncesinin Temel Meseleleri, Dönemlendirme ve Tasnif
Konuşmacı: Lütfi Sunar
Moderatör: Mahmut Hakkı Akın
26 Ocak 2021 Salı günü İLEM TV’nin YouTube kanalında gerçekleştirilen canlı yayında, Medeniyet Üniversitesi Sosyoloji Bölümü hocalarından Prof. Dr. Mahmut Hakkı Akın moderatörlüğünde Doç. Dr. Lütfi Sunar konuk edildi. “Türk Düşüncesi Üzerine Konuşmalar” seminer dizisinin üçüncüsünde konuşan Sunar’a, editörlüğünü gerçekleştirdiği ve dört cilt halinde yayınlanan Müslüman Dünyada Çağdaş Düşünce derlemesinin “Türk Düşüncesi” cildinde yer verdiği “Giriş” metni üzere duruldu.
Moderatör Akın, bu metinde Sunar’ın ilk olarak Türk modernleşmesi ile ilgili bir değerlendirme yaptığını, ardından Türk düşüncesinin dönemlendirilmesiyle alakalı bir alternatif ortaya koyduğunu ve Türk düşüncesinin sorun alanlarının neler olduğunu gösteren önceki birikimi de göz önünde tutan geniş kapsamlı bir çalışma sunduğunu ifade etti. Metnin bu akışı, konuşmanın seyrinde belirleyici oldu. Bu minvalde ilk olarak “düşünce” meselesi, ikinci olarak “dönemlendirme” ve “tasnif”, üçüncü ve son olarak ise Türk düşüncesinde “sorun alanları” meselesi gündeme getirildi.
Moderatör Akın, Sunar’a başlangıçta “düşünce üzerine düşünmenin ne demek olduğu, yani düşünmenin sosyolojisinin nasıl yapılacağı” sorusunu yöneltti. Sunar’a göre, düşüncenin tarihini ve gelişimini nasıl ele almalıyız soruları sıklıkla ele alınmış ve birçok yaklaşım ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşımlardan en çok karşılaşılan ikisi “düşünce tarihi yazımı perspektifi” ile “entelektüel tarih yazımı perspektifidir.” Düşünce tarihi yazımı perspektifinin, düşünceyi daha çok düşünürler ekseninde, kendi başına bir oluşum ve gelişim seyri içinde ele aldığı; entelektüel tarih perspektifinin ise düşünceyi bir sosyal bağlam içerisinde ve bir arka planla birlikte ele aldığı vurgulanarak, Türkiye’de daha çok birinci yaklaşımın ön planda olduğu ifade edildi. Sunar, sözü edilen dört ciltlik kitapta kendilerinin ağırlıklı olarak entelektüel Türk düşüncesi perspektifini benimsediklerine dikkat çekti. Çalışmanın düşünceyi, içinde oluştuğu bağlam ve içerisinde yer aldığı siyasi, sosyal, iktisadi ve tarihi olaylar çerçevesinde ele alma gayretiyle hazırlandığını dile getirdi. Çünkü Sunar’a göre düşünce, arka planından bağımsız şekilde ortaya çıkmayan, bağlamı ve zemini olan bir şeydir. Düşünceyi dönemselleştirmek, farklı mesele ve oluşumların akışlarının izlerini sürmek anlamında önemlidir. Sunar, Müslüman Dünyada Çağdaş Düşünce’de ortaya konan dönemselleştirmeyi İslam Düşünce Atlası’nda geliştirilen perspektifin bir devamı olarak görmenin mümkün olduğunu söyledi. Bu bağlamda eserde Türk düşüncesi; geçmiş ile gelecek arasındaki bir akış, bütünleşme ve etkileşim içinde, dışa dönük, farklı uygarlık havzalarını ve farklı düşünce çevrelerini etkileyen ve onlardan etkilenen, alan ve alımlayan bir biçimde düşünceyi kavrama çabasıyla ifade edilmiştir. Akın, Türk düşüncesinde modernleşme tarihinin yazımı için “arayışlar dönemi” ifadesini kullanmanın bir tarih yazımı tercihini de yansıttığına dikkat çekti. Burada Sunar’ın “düşüncede kopuş olmaz” ifadesini ve düşüncenin tarihsel bir sürekliliğe muhakkak surette dayanması gerektiğiyle ilgili yaptığı vurguyu gündeme getirerek, son 200 yıllık tarihimizi düşündüğümüzde kendi içerisinde bir hikayesi olduğu, ancak sürekliliklerle beraber kopuşların da olduğu bir süreç şeklinde görülebileceğini söyledi. Bu bağlamda Akın, konuşmada dönemselleşme açısından bir kronoloji takip etmeyi teklif etti. Buna göre Sunar’a, Osmanlı modernleşmesi bağlamında Türk düşüncesinin oluşumunda hangi konuların öne çıktığını ve nasıl düşünce alternatiflerinin meydana geldiğini sordu. Sunar; “kopuşlar ve krizler ekseninde değerlendirilen bir düşünce, çoğunlukla temellerin nasıl oluştuğu, nasıl farklılaştığı ve yeni ortaya çıkan hususların da hangi açıdan yeni, hangi açıdan farklı olduğunu belirleme hususunda çok önemli sorunlar oluşturuyor” dedi. Bu anlamda Osmanlı-Türk modernleşmesi arasında -zaman zaman aksi düşünülse dahi kurumsal açıdan, siyasal açıdan ve hepsinden önemlisi entelektüel açıdan bir süreklilik olduğu örneklerle ifade edildi. İslam düşüncesinin bazı tanımlayıcı ve betimleyici özelliklerine temas eden Sunar, tarih boyunca Müslümanlar tarafından üretilen düşüncenin etkileşim içinde, farklı uygarlıklardan öğrenme ve farklı sorunlara getirilen çözümleri alma-alımlama yoluyla ihtiyaca adapte etme konusunda açık olduğuna vurgu yaptı. Dolayısıyla kopma veya sapma gibi görünen modernleşme macerasını da bir alma-alımlama süreci olarak değerlendiren Sunar, Müslüman entelektüellerin modernleşme döneminde İslam düşüncesinin bu önemli hususiyetini sürdürdüklerini ve farklı uygarlıklardan öğrenmeye ve özel olarak da Batı uygarlığından öğrenmeye devam ettiklerini ifade etti. Sözü Osmanlı-Türk modernleşmesinde kimlik arayışına getiren Akın, 20. yüzyılın başındayken Osmanlıcılığın bir karşılığı olduğunu ancak yaşanan tarihsel bazı süreçlerin Türk düşüncesini etkileyerek, Osmanlıcılık anlayışının fiiliyatta Tanzimat’tan sonra ortaya çıkan en önemli düşünce olmasına rağmen tekrar o denli gündeme gelmediğini ifade etti ve pan-İslamist (İslamcılık), pan-Türkist (Turancılık) ve Batıcılık düşüncesinin güçlendiğini ortaya koydu. Akın, daha sonraki düşüncelerde de etkili olduğunu ifade ettiği bu üç düşüncenin üçünün de bir imparatorluk ufku taşıdığına dair bir değerlendirmesi olduğunu belirtti. Sunar’ın bu konudaki düşüncelerini ve özellikle Batılaşma bağlamında bir imparatorluk ufku açısından nasıl değerlendireceğini sordu.
Sunar, modernleşme dönemi Türk düşüncesinin temelde iki soruna cevap arama noktasında şekillendiğini ifade etti. Birincisinin mevcut düşüncenin karşı karşıya kaldığı modernite ve Batı problemi ile yüzleşme, ikincisinin ise Osmanlılık içinde yoğrulmuş çok çeşitli, farklı bileşenlerle oluşmuş mürekkep bir imparatorluk kimliğini, daha homojen ve daha bütünlüklü yeni bir kimlikle ifadelendirme sorunu olduğunu belirtti. Özetle, modernleşme dönemi Türk düşüncesinde, bir kimlik oluşturma ve bir tehdit ile karşılaşma, yani bir düşünceyi alma-alımlama ve yeni bir şey üretme probleminin olduğuna dikkat çekti. “Modernleşmeyle yüzleşme” diye çok genel bir biçimde ifadelendirilen şeyin, esasında yeni bir teknik dünya ile, yeni bir ilişki evreniyle, geçim biçimiyle, yeni bir üretim şekli içerisinde şekillenen bir düşünce evrenine tekabül ettiğinin göz önünde bulundurulması gerektiğine de işaret edildi. Nitekim Sunar’a göre, düşüncenin bağlamı, çerçevesi, araçları ve enstrümanları değiştiğinde düşüncenin içeriğinin değişmesi kaçınılmaz olur ve bu bağlamda, 19. yüzyılda Türk düşüncesinin hedefi imparatorluğu korumaktır, ancak o dönemki entelektüeller o imparatorluğu kuran zeminin artık ortadan kalkmış olduğunun da farkındadır. Bunun için yenilenme ve Meşrutiyet fikri gündeme gelir. Bu süreçle beraber entelektüeller arasında imparatorluğu koruma fikrinin irtifa kaybederek ulus-devlet fikrinin yolunun açılması dikkat çekicidir. Dönemin entelektüellerinden olan Ziya Gökalp’in, altı yıl gibi kısa bir zaman önce imparatorluğu korumak için fikir serdederken 1923’e gelindiğinde bir ulus-devlet düşünürüne dönüştüğü, 1930’lara gelindiğinde ise pek çok entelektüelin Türkiye Cumhuriyeti sanki yüz yıldır varmış gibi düşünceler ortaya koyduğu, çünkü tezahürlerini bu tarihlerde gösteren düşüncenin aslında uzun yıllar alan bir düşünsel ön hazırlık evresi olduğu ifade edildi. Moderatör Akın, Sunar’ın makalesinde yaptığı altı dönemlendirmeye işaret etti: Erken Modernleşme Dönemi 1860-1923, Ulus İnşası Dönemi 1923-1945, Farklılaşma Dönemi 1945-1960, Fraksiyonel Çeşitlenme Dönemi 1960-1980, Çoğulculaşma Dönemi 1980-2000 ve son olarak Küreselleşme Dönemi 2000-2021. Akın Sunar’a, neden Cumhuriyet dönemini 20 veya 25 yıllık sürelerle dönemlendirdiğini ve niçin bu adlandırmaları kullandığını sordu.
Sunar, Türkiye’de en önemli üç tarihin 1923-1960-1980 yılları olduğu konusunda ittifak olacağını ifade etti. Zira dönemlendirme yapmada çoğunluğun ya iktisadi ya da siyasi gelişmeleri ve özellikle darbeleri esas aldığını vurguladı. Örneğin, 1960-1980 döneminin darbeyle başlayıp darbeyle bitmesi ve darbelerin siyasi ve ekonomik etkiler meydana getirmesi nedeniyle bir dönem olarak herkes tarafından ittifakla kabul edileceği zikredildi. Bunun dışında Sunar, düşünce tarihi yazımında dönemlendirme yapabilmek için “düşünceyi dönüştüren şeyler nelerdir, düşüncenin dönüştüğünü nasıl anlar ve takip ederiz” soruları çerçevesinde bir fikir oluşturmak gerektiğini ifade etti. Ancak bu noktada düşüncedeki dönüşümlerin net ve kesin tarihleri olmayıp zamana yayılan ve tezahürlerini zamanla gösteren bir süreç olduğunu göz önünde tutmanın önemine değindi. Sunar, bu yüzden düşünce tarihini şekillendirirken yapılan tarihlendirmeleri okurların bir miktar “gri bölgeler” olarak görmesini rica etti. Türk düşüncesinde bir dönüm noktası olarak görülen 1923 tarihli rejim değişikliği tartışmalarının 1926’daki Takrîr-i Sükûn Yasası’na kadar sürmesi örnek verildi.
Sunar’a göre 1923-1945 tarihleri, Osmanlı’daki imparatorluk anlayışının daha bürokratik daha katı ve merkezi askeri bir form içinde şekillendirildiği tek parti dönemi olmasının yanı sıra Osmanlı devletinin dağılmasından dolayı ortaya çıkan yaraların tamir edildiği bir dönemdir. Akın, 1920’lerin ortalarının Almanya, İtalya, Sovyetler Birliği gibi ülkelerde dünya genelinde totaliter rejimlerin bulunduğunu ve Türkiye’deki rejimin dünyadan kopuk olmadığını söyleyerek katkıda bulundu. Bu bağlamda Akın, o dönemi “Türkiye’deki dindarlara yukarıdan bir baskı uygulanıyor” şeklinde görmenin geniş çerçeveden bakıldığında yanıltıcı tarafları olduğu ve kolaycı bir yaklaşım sunduğu şeklindeki değerlendirmesini Sunar’ın nasıl yorumlayacağını sordu ve lisans bitirme tezi olup yayınlanan Kadro Dergisi üzerine yaptığı çalışmadan bahsetmesini istirham etti.
Sunar, 1930’larda çıkarılan bu dergiyi incelerken, örneğin İtalya’da yayınlanan bir kitaba bir hafta sonra değerlendirme yazılmasını etkileyici bulduğunu ifade etti. Dünyada olan bitene dair diri bir zihin ortaya koyan bu dergide Türk düşünce tarihi açısından Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedimtör, İsmail Hüsrev Tokin ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi önemli entelektüellerin bulunduğuna ve bu dergideki tartışmaların CHP içinde yankılandığına, tartışmaların parti içinde alternatif karşıt komprestik, devletçi ve daha liberal görüşlere zemin oluşturduğuna dikkat çekti. Ayrıca salt siyasal tarih açısından bakıldığında bu tarz düşünsel noktaların aydınlatılamadığı vurgulandı. Zira bu açıdan bakıldığında 1945 sonrası dönemde şiirde, sanatta, eğitimde, siyasette birdenbire tahmin edilemeyecek bir çeşitlilik ile karşılaşılmasının, entelektüel yaşamın siyasal tarihten okunamayacak örüntülere sahip olduğunu gösterdiğine dikkat çekildi.
Sunar, 45-60 dönemleri anlaşılmazsa sonrasının da anlaşılmayacağını ifade etti. Akın, kendisinin de Sunar’a katıldığını ancak söz edilen çeşitliliğin genelde 60’lara ait olduğunun söylendiğini beyan etti. Bu dönemin tek parti iktidarından sonraki dönem olması, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi, çeşitliliklerin ortaya çıkması, dışa açılmanın güçlü olması ve bunların düşünceye yansıyıp Kemal Karpat, Şerif Mardin gibi Türk düşüncesinin önde gelen isimlerinin bu dönemde çıkmasına dikkat çekti. Akın, konuşmayı 1960-1980 dönemine yönlendirerek bu döneme “fraksiyonel çeşitlilik” denilmesi yoluyla aslında yeni bir tarih yazımı tartışması açıldığını ifade etti ve konuyla ilgili neler söylenebileceğini sordu. Sunar, fraksiyonel kelimesinin bir yandan dağılmayı, parçalanmayı ve çeşitlenmeyi ifade ettiğini ama bir taraftan da fraksiyonların daha yapılaşmış görüş açılarının ortaya çıkmasına yol açtığını söyledi. Buradan hareketle 1960’ların sonlarına doğru sol ve sağ düşünceler içinde bir taraftan fraksiyonelleşmenin ortaya çıktığı, bir taraftan da yapılaşmış ve ideolojikleşmiş, dolayısıyla katılaşmış düşüncelerin oluştuğu ifade edildi. Yani sağ-sol gibi farklı düşünce biçimlerinin, birbiri arasındaki çatışmalarının yanı sıra bir de kendi içlerinde çok ciddi çatışmalar yaşadıkları bir dönem olduğuna dikkat çekildi. Bu nedenle Sunar, 60-80 arası dönemin bir taraftan çeşitlilik içerdiğini bir taraftan da görüş alanlarının ve fikir akımlarının farklılaşarak birbirinden kopmaya başladığını düşündüğünü ifade etti.
Öte yandan 60-80 döneminin Türkiye’de eğitim genişlemesinin yaşandığı, yeni üniversitelerin kurulduğu, liselerin gittikçe yaygınlaşıp arttığı; şehirleşme açısından ise kadının kamusal alanda daha fazla görülmeye başlandığı, daha önce kamusal alanda tezahür etmeyen dinî yapıların bir şekilde alan bulmaya başladığı dönem olduğunu söyledi. Akın, 1980 sonrası döneme işaret ederek sadece Türkiye’de değil bütün dünyada yeni bir dönem başladığını ifade etti. Sunar, küreselleşmenin sosyolojide, “malların, hizmetlerin, insanların ve fikirlerin daha hızlı dolaşıma girdiği bir dönem” olarak tanımlandığını ifade ederek küreselleşmeyi sadece ekonomik bir form olarak görmediğini, küreselleşmenin fikri entelektüel akışın da ivme kazandığı bir dönem olduğunu ifade etti. Bu anlamda 80 sonrasında dünyada yeni bir dönem başladığına, mesela son sömürgelerin bağımsızlığını ilan ettikten sonra sömürgeciliğin fiili olarak tarihe karıştığına ve sosyalist dünyada bir ihtilaf ve çeşitlenme söz konusu olduğuna yani Avrupa, Çin, Sovyet bölgelerinin sosyalizmden koptuğuna temas etti. İslam dünyası açısından da İran’da, Pakistan’da, Arabistan’da 70’ler boyunca yeniliklerin olduğuna değindi. Dünyadaki bu değişimlerin 80’lerde sonuçlandırıldığını ifade etti. Ancak bu döneme Türk düşüncesi açıcısından küreselleşme demenin uygun olmadığına, çünkü küreselleşmenin Türk düşüncesine 2000’lerden sonra yansıdığına işaret etti. Bu dönemi, Türk düşüncesi açısından çoğulculuğun ve çok seslilik fenomeninin anlattığını ifade etti. Nitekim Sunar’a göre, darbe ile yukarıdan aşağı oluşan baskı, aşağıda çok ciddi bir çoğulculaşma doğuruyor; giyim-kuşamın renklenmesi, radyo istasyonları, yeni gazeteler, 90’ların ortalarında internetin hayatımıza girmesi bu dönemde çoğulculuğun kamusal alanda entelektüel olarak kendisine alan bulduğunu gösteriyor. 2000’lerde ise küreselleşme metaforu öne çıkıyor.
Türk düşünce okulları -hatta en kapalı gruplar dahi- bütün dünyaya hitap eden, bütün dünyadan öğrenen, bütün dünyayla etkileşim içinde olan bir form alıyor. Dışardan etkilenerek dışarıya hitap eden bu formun sağlıklı bir gelişme olduğunu ifade eden Sunar’a göre, sağlıklı bir düşünce yaşamı günlük hayatta, siyasal yaşamda ve toplumsal alanda ortaya çıkan sorunlara duyarlı bir düşünce alanıdır. Akın dönemleştirmeyi konuştuktan sonra Sunar’a Türk düşüncesinin sorun alanlarını sordu. Sunar, öncelikle Türk düşüncesinin bir krizde olduğuna inanmadığını ifade etti ve Türk düşüncesinin kökenlerine, devraldığı mirasa, doğu ile batının kavşak noktasında olması bakımından bulunduğu coğrafyaya vurgu yaptı. Ancak bunlara bakılarak Türk düşüncesinin, potansiyelini imkana dönüştürme konusunda bazı sorunlar yaşadığını ve bu sorunları yedi başlık altında değerlendirdiğini ifade etti. Bunlar; “köken ve süreklilik problemi, sentetikleşme sorunu, zayıf tarihsellik, gelenek eksikliği-geleneğin inşa edilmemişliği, popülizm sorunu, yabancılaşma-marjinalleşme ve siyasal kutuplaşmanın düşünce yaşamına sirayet etmesi”dir.
Bu sorunların Türk düşüncesinin potansiyelini ortaya çıkması önündeki engeller olduğunu vurguladı. İlk olarak köken ve süreklilik sorununun 1920’lerde genç Cumhuriyet’in kendisini Osmanlı’dan ayırma politikasının bir kamusal kopuşu beraberinde getirdiğini ifade etti. Nitekim Sunar, Osmanlı düşüncesinin İslam düşünce geleneğindeki yenilenme anlayışına uygun olarak modern olana ve başka medeniyetlerden alımlamaya açık olduğunu söyleyerek, Cumhuriyet’ten sonra oluşan bürokratik baskı ile yukarıdan aşağıya salt kurumsal bir değişim içinde yorumlanmaya başlanan modernleşmenin, toplumsal yaşamda katı bir tepkisellik ve kapalılık meydana getirdiğini ifade etti. Bunun iki tür köken sorunu oluştuğuna işaret etti; muhafazakarlık ve modernlik. İki düşüncenin de geçmişi donuk ve değişmez formlar olarak görmesi açısından onları birbirine benzeten Sunar, bunlardan birinin geçmişi bütünüyle reddederek diğerinin de geçmişi dondurarak bir köken ve süreklilik sorunu doğurduğunu söyledi. Sunar’a göre bu durum, geleneğin inşa edilmemişliği ve sentetikleşme gibi başka sorunlar da ortaya çıkarıyor. Sentetikleşme, iki unsurun birbirini besleyecek şekilde bir araya gelmemesidir.
Türk düşüncesinde değişim kendi tâbiliğinde merkeze alınmadığında ve hayatın dinamizmi ile düşüncenin dinamizmini eşleştirilemediğinde düşünceyi donuk bir şekilde ele alan sentetik form ortaya çıkıyor. Bu sentetikliği aşmanın en önemli yolu, değişen ve sürekli gelişen bir geleneğin varlığıdır. Bahsedilen üç sorunun zayıf bir tarihsellik ortaya çıkardığı dile getirildi. Buna göre, bugün Türkiye’de tarihin ideolojik kullanımını ve tarihin kurucu rolünü tanıyan, tarihle bağını sağlıklı bir şekilde kurmuş, onunla hesaplaşmasını sağlıklı bir şekilde yürütmüş bir düşünce dünyamızın olmamasının bu zayıf tarihselliğin sonucu olduğu ve derinlikli, esaslı bir tarih anlayışına ihtiyaç olduğu değerlendirilmesi yapıldı. Bahsedilen sorunların hepsinin birbirine bağlı olduğunu ifade eden Akın, Sunar’ın popülizm sorunuyla alakalı yorumlarını sordu. Sunar, “bugün popülizm çağında yaşadığımız, yani otoriteryen liderlerin demokrasiyi askıya aldıkları, kitle imajını ve algıyı yönetmeye çalıştıkları popülist bir demokrasi çağına girdiğimiz söyleniyor” dedi. Sunar’a göre, kuruluşundan bugüne Türkiye’de bu çağ belki hiç kapanmadı. Siyaset zirvede kalma sanatı olduğu için siyasal hayatta bunu tabii karşılayanlar olabileceğini ama düşünce yaşamı içinde popülizmin çok belirleyici olduğunu ve daha önce sayılan etkenlerden bağımsız olmadığını ifade etti. Kıymetli soruların sorulduğu ve önemli cevapların verildiği soru-cevap faslı ile İLEM TV’de yayınlanan program sona erdi.