Direniş ve İşgal Arasında Mültecilik

Direniş ve İşgal Arasında Mültecilik Paneli, Yusuf Adıgüzel, Necmettin Kızılkaya, Yusuf Çalışkan, Ahmet Koyuncu, 19 Aralık 2015 Cumartesi, 17.00

İhtisas Çalışmaları Toplum Çalışma Grubu’nun düzenlemiş olduğu “Direniş ve İşgal Arasında Mültecilik” konulu panelde konu birkaç farklı bağlamda ele alındı. Moderatörlüğünü Mustafa Tekin’in yaptığı programda, Yusuf Adıgüzel, Akdeniz’den Avrupa’ya Mülteci Göçünün Uluslararası Ekonomi-Politiği; Necmettin Kızılkaya, Geniş Arz, Dar Sınırlar Arasında Kalmak: Geçmişten Günümüze Mültecilik; Yusuf Çalışkan, Türk Hukukunda ve Uluslararası Hukukta Mültecilik Sorunları ve Ahmet Koyuncu, Göçün Topluma Kazandırdıkları başlıklı sunumları ile yer aldılar.

İlk olarak sözü alan Yusuf Adıgüzel, istatistikî veriler üzerinden mültecilerin ülkelerine komşu olan çevre ülkelere ve genel olarak coğrafi bölgelere nasıl göç ettiklerinin dağılımını gösterdi. Sınır hatlarının göç yollarını doğrudan etkilediğine vurgu yaparak sınır politikalarının mültecileri zor durumda bıraktığı olayları anlattı. Mülteciler, ilk olarak tercih ettikleri Orta Akdeniz göç yolunu, dalgaların ölümlere ve kayıplara yol açması nedeniyle değiştirmeye başladılar. Mülteciler, Doğu Akdeniz ülkeleri olan Yunanistan ve Türkiye üzerinden kara sınır hatlarını zorlayarak yeni bir göç yolunun kapısını araladılar. Adıgüzel, sözlerine denizdeki ölümlerin geç de olsa dünyada yankı bulması üzerine Avrupa ülkelerinin sınırlarını mültecilere açmak zorunda kaldığını ekledi. Böylece daha cazip bir yol olarak 2015’ten itibaren Doğu Akdeniz yolu tercih edilmiştir. Toplamda bir milyon civarında mültecinin sekiz yüz bine yakınının Yunanistan üzerinden göç hareketini gerçekleştirdiğine de değinen Adıgüzel, bu sayının üçte birinin Suriyeli mültecilerin oluşturduğuna dikkat çekti. Burada Eritre, Afganistan, Irak, İran, Somali vb. ülkelere ait mültecilerin de diğer üçte ikilik kısmı oluşturduğunu sözlerine ekledi. Yusuf Adıgüzel,  Avrupa’ya olan göçlerin din faktörüne de değinerek buralarda göçle birlikte artan Müslüman nüfusa değindi. Buna göre Müslüman nüfusun doğum oranları ile beraber ileriki yıllarda daha da çoğalması tahmin edildiği ve bu nedenle de mülteciler arasında ayrım yapılmaya başlandığını ifade eden Adıgüzel, Müslüman nüfusun Avrupa’da 2050’den sonra yüzde yetmiş üçe varacağını istatistikî olarak ortaya koydu. Son olarak, Avrupa ülkelerinde mülteci oranların yüzde 6’yı geçmemesine rağmen Avrupalıların kendi ülkelerinde mülteci oranlarının yüzde 40-50 civarında olduğunu düşünmelerinin, Avrupa’da çeşitli gruplar/partiler üzerinden ırkçı hareketlerin artışına yol açtığını vurgulayarak konuşmasını sonlandırdı.

Bir sonraki panelist, Necmettin Kızılkaya, Geniş Arz, Dar Sınırlar Arasında Kalmak, Geçmişten Günümüze Mültecilik adlı sunumuyla göç pratiğinin Müslümanlar üzerindeki tecrübelerini tarihsel bağlamda ele aldı. İlk olarak sunumunda içinde bulunduğumuz dönemde göç hareketlerinin hem kavramsal hem de pratiksel olarak tıkanmış bir düzlemde yol aldığının altını çizdi. Tarihi dönemlere, özellikle Müslüman toplumlar için bakacak olduğumuz zaman göç hareketlerinin hiçbir zaman olumsuz anlamda konuşulduğunu ve ele alındığını göremediğimizi bilakis o zamanki dönemlerde daha çok bilgi ve sanat alanında ilerlemelere vesile olduğunu görmekteyiz, dedi. Tarihsel süreçte belli şartlar yüzünden göç eden toplumların göç ettiği yerde o yerin bir parçası olmuş olduğunu ifade etti. Şimdi ise hem göç edilen yerin halkının göç edenlere gidecek gözüyle bakması hem de göç edenlerin gitmiş olduğu yeri bir şekilde kendinden hissedememe duygusu taşıması ve bölge halkıyla da iletişim kurmada zorlanması gibi olumsuz ve kardeşliğe zarar veren etkiler oluştuğunu dile getirdi. Göç olgusunun Müslüman toplumlar nezdinde önemine dikkat çekerek Osmanlı döneminde kurulan göç komisyonunda yerleşke değiştirme meselesini muhacirlik veyahut benimsetmeci politikalar bağlamında ele alınıp aslında şu an mülteci, sığınmacı gibi kavramsallaştırılan eylemin hicret ve muhacirlik kavramları üzerinden bir pratiğe dönüştürme kaygısı güdüldüğünü vurguladı. Kızılkaya, 1576/96 yılları arasında Osmanlı’ya 1.2 milyon kişilik bir göç olduğunu belirterek Devlet/Egemenlik ve Ülke/Toprak-İnsan/Vatandaş kavramlarını da inceledi. Hiçbir zaman hukukî bir sınırlama konulmadığı ve aslında dinî hükümlerin bu konuda yeterince belirleyici olduğunun altını çizdi.  Hukukî sınırlama olarak yalnızca II. Abdülhamid Han’ın Yahudilerin Filistin’e yerleşmelerini yasaklayan hükmünü örnek verdi. Tüm bu örnekleri ve anlattıklarının Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde bulunduğunun altını çizen Kızılkaya, bu örneklere rağmen Müslümanların şu anki mültecilik meselesine bakışlarının zayıf kaldığını belirterek sözlerini tamamladı.

Daha sonra Yusuf Çalışkan sözü alarak konunun hukukî boyutunu eleştirel bir analize tâbi tuttu. Çalışkan, mültecilere kavramsal açıdan bile yabancı bakıldığını söyleyerek öncesinde sunumunu yapan Necmettin Kızılkaya’ya katıldığını belirtti ve ilk olarak Türkiye’nin bu bağlamda her ne kadar iyileştirmeler olsa da halen yetersiz ve iyileştirilmesi gereken hukukî zemini olduğuna dikkat çekti. 2013’te çıkarılan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ve Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün kurulmasının önemli adımlar olduğunu ama uygulamada problemlerini var olduğuna vurgu yaptı. Mülteci, sığınmacı (şartlı mülteci) ve geçici koruma kavramlarını ele alarak aslında bu tür meselelerin Avrupa’da ortaya çıkan bağlamlar üzerinden analiz edilip belirli sonuçlara ulaşılmaya çalışıldığını ve bunun ciddi problemler doğurduğunu söyledi. Mültecilere sağlık, eğitim gibi konularda imkânlar sağlanması gerektiğini ifade ederek vatandaşlık verilip verilmemesi hususunda da ciddi çalışmalar yapılması gerektiğinin önemini belirtti.

Son olarak Ahmet Koyuncu, sözlerine günümüzde sıkça tartışılan ve küresel bir kriz haline dönüştürülen mültecilik probleminin kriz özelliği taşımasının sebeplerini başta ekonomi, kültürel, sosyal ve güvenlik başlıklarında ele aldı. Aslında bu başlıklarda ortaya çıkan bütün problemlerin temelde devlet mekanizmalarında çözüm üretilemediği veyahut bir şekilde işin içinden çıkılamadığı ve böylece de meselenin yalnızca olumsuz yanlarının öne çıktığı bir durumla karşı karşıya kaldığımızın altını çizdi.  Mültecilik meselesinin olumsuz yanlarının haklılık payı olduğunu da söyleyen Koyuncu, “zihin hinterlandımızın” dar olduğuna vurgu yaptıktan sonra bu problemlere karşı etkin çözüm yollarını “anlam haritalarımızı” daha iyi konumlandırarak ortaya koymamız gerektiğine değindi. Konya ayakkabı fabrikası örneğini vererek burada Suriyeli mültecilerin aslında, daha çok beğenilmeyip de işe girilmeyen sektörlerde istihdam edilerek o sektörde nasıl daha çok üretim gerçekleştirilebildiği örneğini verdi. “Göç, ekonomisini de yanında taşır.” diyerek nitelikli işgücünün göçü ve göç edenlerin ekonomik bağlamdaki sermayesinin göç edilen ülke için önemli bir kaynak oluşturduğuna değindi. Koyuncu, göçlerin sosyolojik olarak da ülkedeki vatandaşların, iş gücünü oluşturanların statüsünün bir derece artmasının da vesilesi olduğunu dile getirdi. Gelen göçmenlerin ihracat ve ithalatta lojistik destek olabilecek bağlantılara sahip olanlarının ekonomiye bu alanda artı değer kazandıracağını ve ülke ekonomisinin büyümesinde önemli bir faktör olabileceğini aktardı. Satılık ev ve kiralık ev fiyatlarının artışının ülke vatandaşı ile alakalı bir durum olduğunu burada vatandaşlara da telkinlerde bulunulması gerektiğini vurguladı. Kamusal alanda görülen Suriyeli mültecilerin çoğunu dilencilerin oluşturduğu ve bunun bir neticesi olarak toplumda Suriyelilere olumsuz bir bakışın olduğunu ve bu bakış açısının yanlış olduğunu belirtti. Son olarak mültecilerin ciddi bir veri tabanı zenginliğine ulaşmamızı sağladığı, bu veri tabanının hassasiyetle hazırlanıp en başta dile getirdiği ekonomi, kültür, sosyal ve güvenlik konularında artı değer sağlamaya yönelik çözümler üretilmesi gerektiğine vurgu yaptı.

Nihai olarak günümüzde çok defa televizyon programları, radyo programları, sosyal medya gibi iletişim araçlarına konu olan ve aslında uzun yıllar boyunca hiç bu kadar gündeme gelmeyen göç ve mültecilik, adeta küresel çapta bir kriz haline getirilmiş durumdadır. Avrupa ülkeleri başta olmak üzere Ortadoğu ve Asya’daki birçok ülkenin ilk gündem maddesinde artık mültecilik yer alıyor. İLEM’in düzenlediği bu panelde ise mesele birbirini tamamlayan/destekleyen bağlamlar kapsamında ayrı ayrı ele alınmış oldu. Birçok yerde tartışılan mültecilik konusu, burada yapıcı bir eleştiriyle ele alındı ve sunumlar bu bağlamda gerçekleştirildi. Aynı zamanda mültecilik meselesine yeni bakış açıları da getirilebileceği ve böylece daha etkin çözümlerin ortaya konulacağı sağlıklı bir zemin de sunulmuş oldu.

Leave a Comment