Yeni dönemde hangi başlıkları eklemeliyiz? Sorusuna; klasikten uzak, şahsına münhasır yazılar ortaya çıkarmak istediğimiz konuları seçme konusunda ortak bir karara vararak işe koyulduk. Şimdilerde biz, ayda bir düzenli formatımız ile okurumuza yeni keşifler sunmak için içeriklerimizi bir araya getirmeye ilk günkü heyecanımızla devam ediyoruz. Önünüze gelen dergi çalışmamızın işleyiş mekanizması bu şekilde güncellendi. Geriye kalan tek şey sayfayı ilerletip ikinci yılımıza ait yeni içeriklerimizle tanışmanız.
Güzel vakit geçirmeniz ve faydalanmanız dileğiyle, Değerli Okurlarımız…
Editör İşleri: Elif Yavuz
Kendi Halinde Yazarlar: Ayşegül Eroğlu, Ayşegül Taşalan, Elif Yavuz, Fatma Zehra Hamarat, Gülbahar Sebetci, Hatice Uysal, Kevser Betül Kurar
“Bu sayımızı; 75 yıldır Filistin’de İsrail hırsızlığından ve zulmünden topraklarını korumaya çalışan Filistin halkının mücadelesi için hazırlıyoruz. Ebu Ubeyde’nin selamını kabul ediyor, bizde kalemlerimizin sesiyle onların yanında Müslümanca bir duruş sergiliyoruz.”
- Kudüs Filistin’in Başkentidir!
Bakara 214
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذٖينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْؕ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِؕ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَرٖيبٌ
Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız? Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki peygamber ve yanındakiler, “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” demeye başladılar. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.
Şeyh Ahmed Yasin
Allah’ım! Ümmetin suskunluğunu Sana şikayet ediyorum!
Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah!..
Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim!..
Ben ki saçları ağarmış, ömrünün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belalarının estiği biriyim!..
Tek isteğim benim gibi, Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!..
Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helak olmuş ölüler!..
Hâlâ kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felaketler karşısında?..
Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok, Allah için ve ümmetin namusu için kızacak?..
Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak!..
Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken? ..
Siyonist katilleri ve uluslararası işbirlikçilerini görmezden gelirken!..
Omuzlarımıza el verecek ve göz yaşlarımızı silecek bir bakış!..
Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilatları ve bariz şahsiyetleri, Allah için kızmaz mı!? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye;
Ey Rabbimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mümin kullarına yardım et! diye çağıramaz mı!?..
Buna da mı gücünüz yetmiyor!?..
Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak:
Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık!..
Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek!..
Onları, bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız!..
Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin!..
Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim!..
Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın!..
Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin! ..
Temennimiz, Allah’ın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır!..
Umarız bizim aleyhimize olmazsınız! Allah aşkına, bari aleyhimize olmayın!..
Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları!..
Allah’ım! Sana şikayette bulunuyorum Sana şikayette bulunuyorum..
Sana şikayette bulunuyorum..
Gücümün azlığını, imkanımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı sana şikayet ediyorum..
Sen mustazafların Rabbisin Sen bizim Rabbimizsin Bizi kime bırakıyorsun?..
Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı?..
Allah’ım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına sana şikayette bulunuyorum…
Sana şikayette bulunuyorum! Gücümüz dağıldı ve Birliğimiz bozuldu Yollarımız ayrıldı Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini Sana şikayet ediyoruz…
Kral Faysal bin Abdulaziz
Kardeşlerim! Neden bekliyoruz?
Dünyanın vicdana gelmesini mi bekliyoruz?
Nerededir ki dünyanın vicdanı?
Mukaddes Kudüs’ü Şerif sizi çağırıyor. Kendisini kurtarmanızı bekliyor.
Neden korkuyoruz?
Ölümden mi korkuyoruz?
Allah yolunda cihad ederek ölmekten şerefli ve daha faziletli ölüm var mı?
Ey kardeşlerim, bizim istediğimiz İslam Milliyeti ve İslami uyanıştır.
Milliyetçilik, ırkçılık veya bloklaşma değildir arzumuz. Çağrımız İslami çağrıdır. Allah yolunda cihad etmeyedir çağrımız.
Dinimiz, inancımız, mukaddesatımız ve harimi İslâm içindir çağrımız.
Ne zaman ki hatırlasam Haremi Şerifimiz (Kudüs) ve mukaddesatımız işgal ve tecavüz altındadır ve aşağılanmaktadır ve orada günahla Allah’a isyan ve ahlaki çöküntüler sergilenmektedir; işte o zaman Allah’a halisane yalvarıyorum, eğer bana cihad etmek ve mukaddes topraklarımızı kurtarmak nasip olmayacaksa, beni bu dünyada bir an bile yaşatma.
Savaş Nedir?
Savaş ile ilgili tek bir tanım yoktur. Geçmişten günümüze savaş kelimesi farklı cümlelerle tanımlanmıştır. Bunlardan birkaçı şunlardır:
“Devletler arasında gerçekleşen ve taraflarca savaş niteliği kabul edilen silahlı çatışma.”
“Ülkeler, hükümetler, bloklar ya da bir ülke içerisindeki toplumlar, isyancılar veya milisler gibi büyük gruplar arasında gerçekleşen silahlı çatışma.”
Savaşlar genellikle dini, milli, siyasi ve ekonomik amaçlara ulaşmak için gerçekleştirilmiştir. Savaş; kullanılan silahlara, amaçlara, taraflara ve gerçekleştiği yerlere göre farklı şekillerde adlandırılmaktadır.
Fakat yeryüzünde hiçbir kitapta mazlum bir milletin topraklarını haksız yere işgal edip bebekleri, kadınları ve savunmasız sivilleri katletmek “Savaş” olarak tanımlanmamıştır.
Savaş Hukuku Nedir?
Savaşa girişmek için kabul edilebilir gerekçeleri ve savaş sırasında sergilenen davranışların sınırlarını belirleyen hukuk dalıdır.
Savaş hukuku; savaşan ülkelerin birbirleriyle ve savaşa katılmayan ülkelerle olan ilişkilerini düzenlemekte, ayrıca bireylerin savaştaki hak ve sorumluluklarını belirtmektedir.
Günümüzde savaş hukuku kurallarını içeren sözleşmeler; La Haye tipi sözleşmeler, Cenevre tipi sözleşmeler ve New York tipi sözleşmeler olmak üzere üç gruptur.
Uluslararası Savaş Hukuku (Uluslararası İnsancıl Hukuk)
Devletler arasındaki silahlı çatışmalar sırasında uygulanan hukuki kuralları ve prensipleri düzenleyen bir hukuk dalıdır. Uluslararası Savaş Hukuku’nun temel amaçları şunlardır:
- Savaşın insan ve mal kayıplarını en aza indirmek.
- İnsan haklarını korumak.
- Savaşın etkilerini sınırlamak.
Bu amaçların gerçekleştirilmesi için ayrım ilkesi, orantılılık ilkesi, savaş esirleri ve sivil mahkumlar, kimyasal ve biyolojik silahların yasaklanması, silahsızlanma ve barış görüşmeleri olmak üzere birtakım prensipler ön plana çıkmaktadır.
Peki siz bu fotoğraflarda hangi savaş suçlarını görüyorsunuz?
7 Ekim’den bu yana Filistin halkının elinde kalan son toprak parçasını da almak için saldırıya geçen İsrail bir aydan fazla süredir savaş suçu işlemeye devam ediyor. Siyasi lider vasfını kendi halkının gözünde bile kaybeden İsrail başbakanı Netenyahu, tüm dünyanın gözü önünde “saldırılara devam edeceğiz, vazgeçmeyeceğiz” şeklinde söylemler kullanarak adeta “Hitler”vari, kaybettiği gücünün üzerini katliam kanı ile kapatmaya çalışıyor. Dünyanın çeşitli bölgelerinden gelen tepkilere ve yapılan yürüyüşlere, gösterilere rağmen İsrail tavrını ve stratejisini değiştirmemekte kararlı. Bizde aşağıdaki linkte bulunan yazımızda İsrail işgaline Filistin halkının yıllardır nasıl direndiğini anlatmaya çalıştık.
Tarih Bize Ne Anlatıyor?
Kavga etmek ve zorbalık yapmak arasındaki farkı hiç düşündünüz mü?
İki çocuk aynı oyuncakla aynı anda oynamak istiyorsa karşılıklı olarak tartıştıklarında ne olur? Evet, kavga etmiş olurlar. Peki bir çocuğun diğerinin oyuncağını almak için kasıtlı olarak tek taraflı şekilde saldırması ne anlama gelir? Gücü eline geçirmiş olanın asıl oyuncak sahibine zorbalık yaptığını gösterir. Yani saldırganlığın tek taraflı, kasıtlı, planlı, tekrarlı ve güç dengesizliğinden faydalanılan çeşidi zorbalık olarak isimlendirilir.
Büyük, organize ve güçlü bir örgütün başka bir topluluğa kimliğinden ötürü zorbalık yapmasında boyut değişir ve adı soykırım olur. Devletlerin, milletlerin veya grupların sebebi ne olursa olsun silahlı kuvvetlerini içeren orduları ile birbirine saldırması savaştır.
Soykırımda ise sivillerin su, yemek, güvenlik, iletişim, sağlık gibi temel ihtiyaçlardan sistematik bir şekilde mahrum edilerek ölüme terk edilmesi gibi insanlık suçları işlenir. Gazze’nin içindeki tüm insanlarla beraber yok edilmesi gerektiğine inanan ve bu doğrultuda saldırılar düzenleyen İsrail bir SOYKIRIM yapmaktadır.
Gözler önünde yapılan bu SOYKIRIMDA üçüncü tarafların durumu ne olabilir? Oyuncak oynayan çocuklara geri dönelim, zorbalığı yapan ve zorbalığa maruz kalan çocuğun yaşadıklarını uzaktan izleyen bir yetişkine bu denklemde ne denir? Zorbalığa tanık olan. Peki nasıl bir sorumluluğu vardır tanık olanın? Zorbalığı gerekli yerlere bildirmek, durdurmak ve engellemek için arabuluculuk yapmak. İnsani bir vazifedir bu. İsrail’in Filistin topraklarında işlediği İNSANLIK SUÇLARINA ve yaptığı SOYKIRIMA dünyanın geri kalanında şahit olan ve bu durumu sonlandırmakla yükümlülüğü olan uluslararası kurum, kuruluş ve kişiler ne yapıyor? Hem SOYKIRIMA şahit olup hem de onu durdurma görevini yerine getirmeyenler zorbalığı yapandan daha mı az zorba oluyor sizce? Tüm bu soruların cevabını vicdanınıza ve insanlığınıza bırakıyoruz.
Hiç aklınıza herhangi bir eşyanıza el koyan birine yerleşimci demek geldi mi? Mesela ilkokulda çok sevdiğim bir kalemim çalınmıştı. Çalan kişiyi gördüm. Utandığı için ona hırsız demedim. Ama bir ismi olsaydı bu hırsız olurdu. Öyle ki Devlet statüsü taşıyan İsrail; yıllardır halkına hırsızlık eğitimi veriyor. Evet doğru okudunuz ve bu eğitimin adı “yerleşimcilik”. Bir ev var lakin size ait değil. Herhangi bir ödeme yapmadan oraya yerleşiyorsunuz. Sizden önce kimin olduğu, yerleştiğiniz evdeki eşyaların kimlere ait olduğu ve bundan sonra o insanların nasıl yaşayacağı mühim değil. Siz artık yerleşimcisiniz. Tebrikler. İsrail halkı yerleşimcilerden oluştuğuna göre, tüm hırsızlar İsraillidir.
“Filistinliler, açgözlü dedelerinin sattıkları topraklar üzerine kurulmuş İsrail’e intihar saldırısı yaptı.”
Geçtiğimiz günlerde, ünlü bir sunucunun Twitter (X) platformu üzerinden paylaşmış olduğu bu ifadeleri[i] çoğunluk tarafından büyük tepki çekmiş olsa da, kamuoyunda hiç de azımsanamayacak bir kesimin kanaatini yansıtmakta.
Bu ifadelerin yalnızca halk arasında yaygın bir kanı değil, eğitimli kesimde de destekçileri olan bir görüş olduğu; jeolog Celal Şengör ve tarihçi İlber Ortaylı’nın konuk olduğu bir programda yaptıkları açıklamalar üzerinden de görülebilmektedir[ii].
Bu konuda arşiv belgelerine bakıldığında Yahudilere toprak satışının gerçekleştiği, bunun yanı sıra Yahudilerin meşru olmayan yollarla da toprak elde etmiş oldukları açıkça görülmektedir. İncelenen tarihi belgelere göre, Celal Şengör’ün, “satılmadı diyenler zır cahillerdir”[iii] ifadesine nereden dayanak sağladığı da açığa çıkmış oldu.
Öte yandan tarihçi ve Milli Savunma Üniversitesi rektörü Erhan Afyoncu: “Hayatı boyunca konuyla ilgili bir tane bile belge görmemiş kim varsa “Filistinliler, Yahudilere toprak sattı” diye konuşuyor. Yahudiler, Filistin’de Osmanlı yönetiminin bütün yasaklamalarına rağmen, 19. yüzyılın sonlarında hileli yollarla bir miktar toprak satın aldılar. Ancak 1900’de Yahudilerin elindeki 218 bin 170 dönümlük toprak, Filistin’in bütün yüzölçümünün sadece yüzde 0.73’üydü[iv],” ifadeleriyle Şengör’ün yukarıda alıntılanan iddiasını doğrularken, yine Şengör’ün “büyük ölçüde toprak satılmıştır” ifadelerini de yalanlamaktadır.
Sadece Erhan Afyoncu değil, Brahim Bouazi (2011)[v] ve Prof. Dr. Zekeriya Kurşun[vi] gibi pek çok isim toprak satışı konusundaki, sayısal ifadeler arasında asgari farklar olmakla beraber, toprak satışının minimal düzeyde olduğunun altını çizmektedir.
Aynı şekilde tarihçi Emrah Safa Gürkan da bu görüşe katılmaktadır ve bu konudaki görüşlerini -mealen- şu şekilde ifade eder:
“Çok basit, Google’a yaz yüzdesi çıkar. Bunlar çok bilindik şeyler, yüzde onun altındadır. Hem satmış olsalar ne olacak? Bu, 3 kuşak torunlarının bombalanması için gerekçe teşkil eder mi? Hani suç kişiseldi?
…
Bilgiye dedektif gibi de ulaşabilirsin, avukat gibi de. Avukat gibi ulaşmaya çalışırsan, işine geleni alırsın[vii]”.
Yazının tamamına linkten ulaşabilirsiniz.
النكبة اصل الرواية والعودة حق - “Aslında Nekbe hikaye, gerçek olan Dönüş.”
نكبة kelimesi Arap Dilinde “felaket, sıkıntı, afet, zorluk, facia, yıkım” gibi anlamlara gelmektedir. النكبة اصل الرواية والعودة حق cümlesinde geçen Nekbe kelimesinin anlamı ise “büyük felaket” tir.
14 Mayıs 1948 tarihinde Filistinliler, işgalcilerin Filistin toprakları üzerinde uygulamış olduğu korsan devlet ilanı ile zorunlu göçe ve katliama maruz kalmışlardır. Gerçekleşen bu durum günümüze kadar devam eden sancılı sürecin başlangıcı olmuştur. Filistin halkı bu tarihin hemen akabindeki günü, 15 Mayıs’ı, Nekbe (Büyük Felaket) olarak adlandırmaktadırlar.
Bu süreçten sonra Filistin halkı sürgün, katliam, yağma ve askeri saldırılara maruz kalmışlardır.
Devlet statüsünde görülen İsrail’in sürgüne zorladığı Filistinli halkın bir kısmı farklı ülkelerde mülteci olarak yaşamaya başlarken bir kısmı ise kendi memleketinde direnmiş ve işgalciler tarafından saldırıya uğrayarak evlatlarını şehit vermişlerdir.
لن نرحل - “Ayrılmayacağız” “Biz burada kalacağız”
1948 yılından beri Filistin toprakları işgal güçlerinin saldırıları ile karşı karşıya. Bu süreçte yağmalanıyorlar, zarar görüyorlar ve evlerinden çıkmaya zorlanıyorlar. Ancak onlar İslam’ın cengaverleri; evlerini, yurtlarını terk etmek yerine canları, aileleri, sevdikleri tehlikede olsa bile her şeyimiz Kudüs’ e feda olsun diyorlar.
إن عشت فعش حرا أو مت كالأشجار وقوفا “Yaşayacaksan hür yaşa. Yahut ağaçlar gibi dimdik öl!”
“Bir duruşun olsun! Omuzlarında taşıdığın bir dava var. Öyle hemen pes edemezsin.”
Filistin halkı işgal güçlerine karşı yıllardır dimdik bir duruş sergileyerek vatanlarını terk etmiyor, düşmana boyun eğmeyi reddediyorlar. Yaşayacaksam hür yaşarım yahut ağaçlar gibi dimdik ölürüm diyorlar.
İİT ne yapabilir? - Taha Kılınç
Taha Kılınç’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan bu yazısı gerçekten çoğumuzun merak ettiği bir soruyla başlangıç yapıyor. “İslam İşbirliği Teşkilatı ne yapabilir?”. Yazıyı okurken zaman zaman tarihte belli anlara ışınlanıyor, aynı zamanda siyasi hamlelerin ne derece ve kimler tarafından yapıldığını da öğrenmiş oluyoruz. Hemen hemen her yazısında bakışları genişleten yazar olan Kılınç, bu yazısıyla da Müslümanlara farklı bir perspektif sunuyor.
https://www.yenisafak.com/yazarlar/taha-kilinc/iit-ne-yapabilir-4570817
Bugün Değilse Yarın - İbrahim Tenekeci
“Acımız büyük ama umudumuz acımızdan daha büyük olmalı.” sözünü sindirmiş bir şuurla Tenekeci, bu yazısında günü yorumlarken “Neler yapılabilir/yapılmalıdır?” sorularına da cevaplar vermiştir. 28 Ekim Cumartesi günü İstanbul’da yapılan mitingin anlam ve önemine de yer veren yazar, tarihten verdiği örneklerle yüreklere bir parça su serpti. Zulümle abad olacağını sananlar, tarihte olduğu gibi zulümlerinden daha büyük sonlarına razı gelmek zorunda kalacaklardır.
https://www.fikriyat.com/yazarlar/ibrahim-tenekeci/2023/10/31/bugun-degilse-yarin
Kibirden zillete İsrail’i şok eden 10 saat - Marwan Bishara
Al Jazeera’da üst düzey siyasi analist olan Marwan Bishara’nın yazısı, Kudüs Araştırmaları Platformu tarafından tercüme edilmiştir. Yazı siyasi ve askeri açıdan İsrail’in karşılaştığı şoku ve bundan sonrasında olması muhtemel tahminleri ortaya döküyor. Yazarın analizi okunduğunda üzerinden bir ay geçen savaşın seyri hakkında oldukça doğru tahminlerde bulunduğunu görebiliyorsunuz. Bishara, Filistin tarihi hakkında bildikleriyle de yapmış olduğu analizinin sağlamlığını tartışmasız kılmıştır.
https://kudusarastirmalari.org/kibirden-zillete-israili-sok-eden-10-saat/
İngiltere, Yemen, Irak, Venezuella
Qatar, ABD, Cenevre, Sidney, Endonezya
Elimizden Ne Gelir?
‘Benim elimden ne gelir?’ sorusunun şüphesiz, sayısız cevabı var.
Bu soruyu Zekeriya Kurşun: “…alanımız akademi olduğu için akademide ne yapabiliriz düşüncesiyle özellikle Türkiye ve Türkiye dışında bu coğrafyanın mülkleri meselesiyle ilgili bir arşiv çalışması ve bu arşiv çalışmasının bir şekilde tasnifini yapıyoruz…Gerektiğinde, eğer vicdanlı bir dünya oluşursa, bunun hukuk arayışlarında bir destek oluşmasını sağlamak için oradaki tapuları araştırıyoruz.” (dk. 4.57-6.05) şeklinde cevaplamıştır.
Kaç yaşındaysan, hangi işle meşgulsen, kısacası her kimsen öyle mücadele edebilirsin. Kendini hangi eylemle, hangi varoluş biçimiyle tanımlıyorsan Filistin mücadelesini bu tanımla harmanlayarak ve bunu görünür kılarak farklı alanlardaki farklı insanlara hitap etmek suretiyle bu mücadeleye destek olabilirsin.
Son olarak yapabileceğimiz belkide en faydalı şey, dijital faşizmle mücadelede yapabileceğimiz en önemli şeylerden biri, ‘kendimizi eğiterek’, bilinçli bir dijital medya okuryazarlığı kabiliyeti kazanmak suretiyle dezenformasyon ve algı operasyonlarına karşı mücadele edebilmek.
…
Ve Kudüs Şehri.
Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.
Altında bir krater saklayan şehir.
Kalbime bir ağırlık gibi çöküyor şimdi.
Ne diyor ne diyor Kudüs bana şimdi
Hani Şam´dan bir şamdan getirecektin
Dikecektin Süleyman Peygamberin kabrine
Ruhları aydınlatan bir lâmba
İfriti döndürecek insana:
Söndürecek canavarın gözlerini
İfriti döndürecek insana
Ve Kudüs’ü terk ettiğin o ikindi
Birinci Cihan Harbi günü vakti
Kan sızdırıyor kaburga kemikleri
Karlı dağlardan indirdiğin atların
Bir evde perdeyi indiriyor bir kadın
Mahşerin perdesini kıyametin perdesini
Ağlıyor yere inen saçları
Göğü yırtan kefen beyaz elleri
Ve Kudüs şehri.
Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.
Yeşile dönmüş türbelerin demiri
Zamanın rüzgâr gibi esen zehriyle
Ve yatırlar patır patır kaçıyor geceleri
Boşaltıyorlar işgal edilmiş bir şehri boşaltır gibi
Kaçıyorlar Lût şehrinden kaçıyor gibi
Tuz heykele dönüşmemek için Tanrı gazabıyla
Susmuş minarelerin azabıyla
Yıkılmış cami kubbelerinin ıstırabıyla
Ve şehit kemiklerinin bakışı bir başka bakış
Artık burada taş bile durmak istemez
Ve ayı görmek istemez zeytin ağaçları
Eğilerek selâmlamazlar hilâli hurmalar
Artık ne Zekeriya ve ne İsa var
Sararmış bir tomar mı mucizeler
Ölülerin dirilişi şifa veren kelimeler
Ve ne de Miraçtan bir iz
Yerden yükselen kaya
Ve Kudüs şehri.
Artık yer şehri, toprak şehri.
Bakır yaprakların, çelik göğdelerin, acımasız yüreklerin
Demir köklerin, tunçtan ve uranyumdan dalların.
Kurşundan çiçeklerin şehri.
Gülle kusuyor ana rahmi
Bomba parçalıyor beynini bebeğin
Tanklar saldırıyor evlere bir anda ev yok tank var
Uçak var gök yok utanç var
Ve kime karşı bütün bunlar
Masum Müslümanlara karşı
Binlerce yıl oturdukları yurtta kalmak isteyenlere karşı
Ve kim tarafından bütün bunlar
Romanın, Babilin, Asurun ve Firavunların
Ve nice milletlerin zulmünü görenler tarafından
Zalime olan öcünü mazlûmdan almak
Zalim olmak ve en zalim olmak
Ve artık ne İbrahim ne Yakup ve ne Musa var
Tersinden okunan Tevrat hükümleri
Karaya boyanmış mezmurlar
Ve Kudüs şehri.
İçiyle ve ruhuyla suskun
Göklere kaçmış hayaliyle
Bir pervane gibi ışığa uçmuş gönlüyle
Bir başka âleme göçmüş hakikati
Tanrı katına varmış
İki elini kavuşturup divana durmuş
Hüküm istemiş
Yeryüzüne yeryüzü kadısına
Hüküm ki:
Haksız yere bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir
Ve haksız yere insan öldürenin cezası ölüm
Ve fitne, arzı fesada verme, daha büyük suç adam öldürmekten
Fitne bastırılıncaya kadar savaşın!
Yeryüzünden fesat kalkıncaya kadar
Ey insanlık, ey insanlar
Ey gündüzden daha gündüz,
Hakikatten daha hakikat
Müslümanlar.
Kudüs’e İkinci Yenice Bir Bakış
Edebiyatımızda Kudüs ekseninde yazılmış şiirleri düşünürken aklımıza şu sıralar o topraklarda gerçekleşen direnişe ithafen Diriliş Şairi’nin yani Sezai Karakoç’un kaleminden çıkan Alın Yazısı Saati geldi. Oldukça uzun olan bu şiir İslamiyet için muhtelif sebeplerden önem arz eden 9 şehir üzerine kurulmuş bir mimari eser gibi bentler oluşturur. Bu şehirler; Mekke, İstanbul, Bağdat, Şam, Kahire, Beyrut, Kabil, İslamabat ve Kudüs’tür. Kudüs kısmına geldiğimizde bugünlerde olduğu gibi boğazımız düğümleniverir. Şairin … “Ve Kudüs, gökte yapılıp yere indirilen şehir…” dediği noktada Türk şiirinde Kudüs için söylemiş dizelerin en mükemmeli yaratılmış olur. Devamında Şair muhatabına “Hani Şam’dan bir şamdan getirecektin?” diyerek cinas sanatına başvururken bizi, araştırmalarımızda bulamadığımız bir anlam dehlizine çeker.
Bu şamdan gerçekte neyi simgeler bilemeyiz. Lakin bu değişik imgeler ikinci yeninin alametifarikalarındandır. Bu şamdanın Şam’dan geleceğini, ruhları aydınlatıp ifriti insana döndüreceğini, canavarın gözlerini söndüreceğini belirtmiş, bizi de acaba bu Şamdan ile Mehdi Aleyhisselam’a atıfta mı bulunuluyor diye düşünmeye itmiştir. Hz. Mehdi ile ilgili rivayetlerden bazıları Şam’da zuhur edeceği, bereketli topraklarda asırlardır süren savaşı bitireceği, Müslümanların huzur ve barış ortamına kavuşacağı teminatıdır. Ancak ifrit ile aynı baş harfi paylaşan devlet insanlığa tekrar döner mi, dönse de kanlı ellerinden arınabilir mi bilemiyoruz. Bu oluşuma “sözde” devlet demek gerektiğini düşüyoruz çünkü başkenti dahi Burak’ın kanatlarına atlayıp Mescid-i Aksa’ya uçmak isteyen milyonlarca Müslümanın hayallerinden çalıntıdır.
Şairin bizi tarihin tozlu raflarına taşıyan bir dizesi daha gelir peşi sıra:
“Kudüs’ü terk ettiğin o ikindi, Birinci Cihan Harbi günü vakti…”
Böylece Kudüs’ün Osmanlı toprağı olmaktan çıktığı birinci dünya savaşı hatırlatılır ve o tarihten itibaren o bölgede kan akmaya devam etmektedir, vurgusu yapılır.
Diğer bentte ise Kudüs’ün adeta bugünlerdeki hali tasvir edilir. “Tanrı Şehri” dediği şehrin sakinleri Lut kavminin helak anındaki halleri gibi kaçışmaktadır.
Minareler susmuş, camilerin kubbeleri yıkılmış, her yeri şehit kemikleri doldurmuştur. Ardından “…Ancak öyle bir zaman gelecek ki Müslümanlar onları kırıp mahvedecek, onlardan bir kimse bir ağaç veya bir taşın ardına saklanacak olsa taş dile gelip ‘İşte arkamda!’ diye haber verecek.” hadisine atıfta bulunarak “Artık burada bir taş bile durmak istemez.” der. Kalbi Kudüs için atan her insanın sorduğu şu soruyu sorar: “Kime karşı bütün bunlar? Binlerce yıldır oturdukları yurtta kalmak isteyenlere karşı…”
Son beyitte şair adeta bugünler için fermanı verir. Bu ferman ki dirilişin ölümle bastırılmak istenen sesidir:
O halde,
Fitne bastırılıncaya kadar savaşın!
Yeryüzünden fesat kalkıncaya kadar.
Ey insanlık, ey insanlar!
Ey gündüzden daha gündüz,
Hakikatten daha hakikat, Müslümanlar…
Ne Zeytin Dalı Ne Ak Güvercin
Kalbimizin Filistin ile attığı şu günlerde, sizlere eskilerden bir lideri, bir bağımsızlık savaşçısını hatırlatmak istedik: Yaser Arafat’ı, Filistinlilerin seslenişiyle Ebu Ammar’ı, gerçek ve bir hayli uzun adıyla Muhammed Abdurrahman Abdurrauf el Kudva el Hüseyni’yi…
1929’un ağustos ayında Kahire’de doğdu (Yaser Arafat Kudüs’te doğduğunu söylemesine rağmen kayıtlarda Kahire’de doğduğu bilgisi vardır). Afrika topraklarında doğmuş olsa da onun mücadele meşalesi Asya topraklarında yanacaktı. Nitekim kendini hep Kudüs doğumlu gibi yansıttı. Başında daima Arapların yerli örtüsü olan kefiyesi vardı.
İlk gençlik yıllarından itibaren başkenti Kudüs olan bağımsız Filistin devleti için faaliyetlerde bulundu. İlerleyen süreçte İsrail’in yayılmacı politikalarına karşı bir silahlı direniş örgütü olan El-Fetih’i kurdu.
Ayrıca Filistin devletinin uluslararası platformlarda temsili için Arap ülkeleri tarafından kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) liderliğini de yürüttü. İlk başlarda silahlı direnişin şart olduğunu savunuyordu. Filistin Milli Güvenlik Konseyi’nin başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulduğunu ilan etmesinin ardından daha sakin ve uzlaşımcı bir tavır izledi. İsrail ile bir çözüm sürecine gitmek amacıyla oturulan Oslo masasında İsrail’i resmen tanımış oldu. Bu anlaşma kendisine ve İsrail Başbakanı İzak Robin’e Nobel Barış Ödülü’nü kazandırsa da İsrail’in içindeki soykırımcı ruhu bir süreliğine dahi dizginleyemedi. Anlaşma şartlarına uymayan ve Filistin halkına türlü eziyetler yaşatan İsrail’e karşı insanlar tekrar ayaklandı. Tüm bunların sonucunda ise Yaser Arafat Batı Şeria’nın Ramallah kentinde ev hapsine mahkûm edildi. Söz konusu İsrail olduğundan elbette bu tecrit süreci de pek insani olmayacaktı. 2004 yılında basit gibi görünen bir gribe yakalandı. İyileşemediği gibi günden güne sağlığı kötüye gitmeye başladı. İsrail tedavi için Paris’e gitmesine müsaade etti lakin aylar sonra vefat etti. FKÖ’deki pek çok arkadaşının akıbeti gibi onun da bir suikaste kurban gittiği konuşulup duruldu ta ki 2012 yılında otopsi için mezarı açılana kadar…
İsviçreli bilim insanları Arafat’ın kanında yüksek miktarda polonyum tespit etti ve ölümünün büyük oranda zehirlenme olduğu fikrini beyan etti. Hastalığı süresince tedavi olmayı bile reddederken Rabbinden istediği 2 şey vardı: Biri bağımsız bir Filistin diğeri ise Kalbinin doğduğu Kudüs’te gömülmek.
Arafat’a ne yaşarken Kudüs’te özgürlüğe doğru uçan bir ak güvercin görmek nasip oldu ne de öldüğünde bedeninin Kudüs topraklarına karışması.
Tüm devletlerin sus pus olduğu, halkın “Neredesin ey Mehdi” diyerek kurtuluş beklediği şu günlerde Yaser Arafat’ın Birleşmiş Milletler kürsüsünde söylediği şu söz çınlasın kulaklarımızda: “Elimde bir zeytin ile bir özgürlük savaşçısının silahını taşıyorum. Zeytin dalının elimden düşmesine izin vermeyin!”
O zeytin dalı şu an yerde olsa da o topraklara atılan her bomba birer karpuz tohumu…
Çünkü verilmiş bir söz var…
Çünkü bir söz verilmişse tutulur…
Hele bir de bu söz Allah’ınsa…
Filistin Hakkında Konuşmalıyız
“Filistin Hakkında Konuşmalıyız” Nurdan Albamya İnce tarafından yazılan ve canlandırılan tek perdelik bir tiyatro oyunu.
Oyunda penceresi Mescid-i Aksa’ya açılan küçücük evinde kuşu ve çiçeğiyle beraber yaşayan Meryem’in yaşam öyküsü anlatılıyor. Evini işgalcilerin bütün zulümlerine rağmen vermemeye direnen Meryem ile Filistin’in direnişine tanıklık ediyoruz.
Tek perdeli tek kişilik bu tiyatroda Nurdan Albamya İnce, Meryem aracılığıyla Filistin tarihini ve işgalci İsrail’in Filistin halkına yaptıklarını ağlatan, güldüren ve düşündüren bir dille anlatıyor. İçerisinde masalların, hikayelerin, kuklaların yer aldığı oyun her dakika katman katman açılıyor. Meryem’in geçmişiyle, bugünüyle, hüznüyle, heyecanıyla, endişesiyle ve sevinciyle bütünleşip onunla beraber yüreğiniz ağzınızda “Gözümüz kapıda, senden gelecek güzel haberleri bekliyoruz.” cümlesini yaşarken buluyoruz kendimizi.
Kuvvetli bir aktarım gücüne sahip bu oyunun tüm izleyenlerine önemli bir mesajı var: sadece yoğun bombardımanlar olurken değil, her daim Filistin Hakkında Konuşmalıyız!
https://www.instagram.com/filistinhakkindakonusmaliyiz/?hl=en
https://biletinial.com/tiyatro/filistin-hakkinda-konusmaliyiz-ankebut
@selvanuryzc - Instagram
@palestinianyouthmovement - Instagram
@alijadallah66 - Instagram
"سوف نبقى هنا” - “Burada Kalacağız”
Sanat, tüm farklı dallarında mesajını ulaştırma konusunda evrensel bir güce sahip. Sınırlı kelimeler, ritim, müzik, renkler, fotoğraflar, semboller ve daha nice araçlar uzun açıklamalardan daha etkili birer araca dönüşebiliyor. Mesleklerini yapmalarını engelleyen bütün zulümlere karşı sağlık personellerinin hastane önünde Filistin halkının sesini duyurabilmek için seslendirdiği video ile karşımıza çıkan “سوف نبقى هنا” yani “Burada Kalacağız” isimli parça da önemli bir simge haline gelmiş durumda. Burada Kalacağız, Filistinlilerin haklı direnişlerinde kendi ana vatanlarını terk etmeyeceklerini ve zalimin karşısında boyunlarını bükmeden topraklarında kalacaklarını net ve gür bir sesle duyuruyor tüm dünyaya. Yapılan tüm zulme, haksızlığa, düşmanlığa ve sinsiliğe karşı harekete geçmeyi teşvik ederken aynı zamanda acının geçeceği ve mutlulukla beraber sevinç dolu melodilerin tekrar geleceği güne dair umutları tazeleyen bu parçayı aşağıdaki linklerden dinleyebilir, sözlerine ulaşabilirsiniz.
https://lyricstranslate.com/tr/sawf-nabqaa-huna-we-will-stay-here.html
Beytü’l Makdis Çalışmalarına Giriş - Kudüs Araştırmaları Platformu
Beytü’l- Makdis Çalışmalarına Giriş video serisi “Bir yerlerden başlamak istiyorum ama nasıl?” sorusunun izindeki izleyicilerin yolunu açacak bir çalışma. Ekip, seriyi “Kudüs ve Mescid-i Aksa’ya karşı imani ve duygusal ilginin yalnızca duygusal bir boyuta sahip olmadığını; esasın, Beytü’l Makdis ile ilgili uzman ve bilimsel çalışmalara dayandığını gösteren bir video serisi” olarak betimlemekte.
Abdullah Ma’rouf Omar sunumuyla Rwaq (Revak) kanalında Arapça olarak yayınlanan 33 videoluk Beytü’l Makdis Çalışmalarına Giriş serisinin çeviri ve düzenlemeleri, Kudüs Araştırmaları adına Elif Dığıroğlu, Esra Betül Korkut, Erva Demirci ve Akile Serra Tüzgen tarafından gerçekleştirilmiş.
Abdullah Ma’rouf Omar’i Bi Dünya Haber’e verdiği 18 Temmuz 2022 tarihli röportajla kendi dilinden yakından tanıyoruz. İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi İslam Tarihi Bölümünde öğretim üyesi Omar; 19 yaşındayken Kudüs çalışmaları yolculuğuna başlıyor. İkinci intifadanın başında Mescid-i Aksa’da medya ve halkla ilişkiler sorumlusu olarak çalışmış. 2002’de işgal sebebiyle vatanı Filistin’den ayrılmak zorunda kalmış. 2004’e kadar Kudüs çalışmalarıyla doldurduğu heybesini Birleşik Arap Emirlikleri’nde verdiği Kudüs eğitimleri ve aynı tarihlerdeki televizyon programlarıyla etrafına açmış. İngiltere’de Aberdeen Üniversitesinde yüksek lisans ve doktora düzeyinde çalışmalarıyla Filistin meselesini akademik alanda dert edinmiş, Arapça ve İngilizce pek çok yayın yapmış.. Omar’ın uzmanlık alanı 7.ve 11. yüzyıllar arasında Orta Doğu ve Kutsal topraklar tarihi olan Marouf, bir süredir yaşadığı Türkiye’de Mescid-i Aksa ve Filistin meselesi konusunda pek çok çalışmada karşımıza çıkmakta.