Klasik Fıkıh Usûlünde Bilgi Anlayışı

Değerlendiren: Nevriye Sümeyra Budak

Klasik Fıkıh Usûlünde Bilgi Anlayışı, Adem Yığın, 19.04.2014 Cumartesi, 16.30

“Klasik Fıkıh Usûlünde Bilgi Anlayışı” başlıklı doktora çalışmasının sunumunu gerçekleştiren Adem Yığın, çalışmasını “tarihi arka plan”, “usulcülerin temel bilgi meselelerine bakışı” ve “bilgi ile bağlantılı temel ilkeler” şeklinde üç başlık altında ortaya koydu. Yığın, bilgi kavramına yönelik felsefî, mantıkî ve tasavvufî açıklamaların yanında özellikle usulcülerin bu açıklamalara vermiş olduğu tepkiler ve bu hususların fıkıh usulünde nasıl ele alındığını ayrıntılı bir şekilde tahlile tabi tuttu.

Bilginin, batıda felsefî olarak tartışılması M.Ö. 5. yy ’da başlarken İslam Dünyası’nda İslam felsefesinde Kindî (ö.873) ile başlamıştır. Felsefe içerisinde mantık bahisleri ve psikoloji içerisinde yapılan tartışmaların, 10. yy’ ın ilk yarısından itibaren bu alanın dışında yapılmaya başladığından bahseden Yığın, örneğin bu bahsin Maturudi’nin Te’vilât isimli eserinin giriş bölümünde yer aldığına dikkat çekti. Fıkıh usulü eserlerinin telif edilmeye başlandığı dönemden itibaren de belli usul eserlerinde bilgi bahislerinin yer almaya başladığına değindi.

Fıkıh usulünde bilgiyle alâkalı kelamî ve felsefî açıdan ortaya konulan çeşitli bahis ve meseleler vardır. Bu mesele ve bahislerin usul eserlerinde yer aldıkları konumlar da bir birinden farklılık arz etmektedir. Bu çerçevede dört yaklaşımın bulunduğu ifade edilebilir:

  1. Grup, usûlcüler bilgiyi fıkıh usûlüne giriş yapmadan önce ve giriş yaptıktan sonra bilinmesi gerekenler hususunda ele almaktadırlar.
  2. Grup, bilgiyi, mebadi yani bir ilme başlamadan önce başka bir ilimde ispatlanmış ve ele alınan ilimde gerekli olan ilimler şeklinde ele almaktadır.
  3. Grup, usûlü tanımlarken geçen ilim ifadelerini bilgi ile açıklamaktadır.
  4. Grup ise konu içerisinde tartışılacak bahislerde yer alan kelimelerin önceden bilinmesi adedinde bir terimler sözlüğü gibi bilgiyi açıklamaktadır.

Usulcüler bu bahis ve meseleleri ele alırken bilginin mahiyeti, bilginin kaynağı, bilginin değeri gibi sorulara cevap aramaktadır. Örneğin Razî bilginin tanımlanamayacağını belirtir ve bilginin insanda zarurî olarak var olduğunu kabul eder. Çocukların bilgiyi tanımla öğrenmediklerini de buna en büyük delil olarak sunar. Gazzalî, Cüveynî, Kuşeyrî ise bilginin tanımlanabileceğini belirterek bunun takdir ve temsille olabileceğini ifade etmektedirler. Hanefiler temsil yolunu kullanarak bilgiyi, gözün baktığı şeyi görmesi gibi kalb(akıl)in incelediği şeyi görmesi şeklinde tanımlamaktadırlar.

Bilginin mahiyeti konusuna gelince, usulcüler ve kelamcıların bilgiyi; Allah’ın bilgisi ve İstidlalî bilgi şeklinde bir ayrıma tabi tuttuğu görülmektedir. İstidlalî bilgi, hakkında şüphe ortaya çıkması mümkün olan bilgi olarak tanımlanırken aynı zamanda çaba sonucu elde edilen bilgi olarak da ifade edilmektedir.

Bilginin temel kaynakları olarak usulcüler, duyular, akıl ve haber olmak üzere üç bilgi kaynağı kabul etmektedir. Onlara göre bunların birbirine üstünlüğü yoktur ve birbirlerini desteklemektedirler. Mamafih usulcüler duyulara bilgi kaynağı olarak çok az yer vermektedirler. Ayrıca usulcüler, bütün iç ve dış duyu verilerinin insanda zaruri bilgi ortaya çıkardığı konusunda ittifak halindedir.

Aklı, mükellefiyet yükleyen şey şeklinde tarif eden usulcüler, onun niteliğine değil işleyişine bakmaktadırlar. İbn Hazm ise konuya can alıcı bir noktadan yaklaşmakta “Eğer kişi Allah’ın isteklerine yönelik hareket ediyorsa, o akıllıdır” demektedir. Akıl ise “garîzî” yani baştan beri var olan akıl ve  “mükteseb” yani sonradan kazanılan akıl şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Usulcüler aklı kullanarak bazen kesin bilgiye, bazen de kesin olmayan bilgiye ulaşılabileceğini söyleyerek aklın bilginin elde edilmesi noktasındaki yerini göstermektedir. Kelamcılar ise zarurî bilgilerin kullanılarak nazarî bilgilere ulaşılacağını ifade ederek aklın işleyişine vurgu yapmaktadırlar. Eş’ari, her ne kadar akıl olsa da vahyin ve peygamberin zorunlu olduğunu belirtmektedir.

Üçüncü bilgi kaynağı olan haber, doğruya ve yalana muhtemel olan şey olarak tarif edilirken Mütevatir Haber, Meşhur Haber, Haber-i Vahid şeklinde Hanefilere göre bir ayrıma tabi tutulurlar. Cumhur ise haberi, Mütevatir ve Haber-i Vahid şeklinde ayırmaktadır. Haberin doğruluğu kesin olarak bilinenler, Peygamber’in ve vahiyden gelen, zarurî ve iktisabi bilgilere uyan bilgiler şeklinde tarif edilirken; yanlışlığı kesin olarak bilinenler, vahye, zarurî ve iktisabî bilgilere uymayan bilgi şeklinde ifade edilmektedir.

Bilginin değeri konusunda; usulcüler ve İslam alimleri, vahyin dikkate alınmadığı ne bilgi teorisi ne de kavramı muteber bir bilgi kaynağı olarak kabul etmemektedirler. Vahiy kavramların üretilmesi ve neticelere varılması konusunda akıl kullanılmıştır. Ancak akla mutlak bir hakimiyet yüklenilmemiştir.

Sunumu sırasında usûl dışında diğer alanlara da nüfuz ettiği görülen Yığın, gerek içerik gerek kullanılan kaynakların zenginliği bakımından insanın zihninde oluşan birçok soruya cevap verdi. Ancak insan aklın ve bilginin sınırlarının hâlâ tartışıldığı dönemimizde bu konunun daha farklı alanlarda da konuşulması gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

Leave a Comment