Bir Amelî Felsefe Yazım Tarzı Olarak Şerhu’l Ahlâki’l Adudiyye

Bir Amelî Felsefe Yazım Tarzı Olarak Şerhu’l Ahlâki’l Adudiyye, Kübra Bilgin, 22 Şubat 2014 Cumartesi, 16.00

Kübra Bilgin, 15. yüzyılda Herat bölgesinde kaleme alındığı bilenen ve yazma halinde bulunan Ahlâku Adudiyye metnine yapılan bir şerhin tahkikini ve değerlendirmesini yaptı. Bu şerh üzerinden nazari ahlakın ana problemlerini gözlemleyen Bilgin, bunun yanında bir yazım tarzı olarak şerh geleneğinin izlerini sürdü.

Adûduddîn el-Îcî’nin mezkûr risalesine yazılmış şerhlerden birisi olan bu eser, gerek telif edildiği dönemde gerekse sonrasında amelî felsefe yazım geleneğinin sürekliliğini göstermesi açısından önem arz etmektedir. Esas metin olan Ahlâkı Adudiyye, 3-4 varak, kısa ama derinlikli bir klasik ameli felsefe risalesidir. Eser, aslen medrese tahsili gören talebeler için düşünülmüş muhtasar ve müfid bir ahlâk metnidir. Bilgin, Ahlâku Adudiyye eseri üzerine çeşitli zamanlarda yazılmış bilinen beş şerhin olduğunu belirttikten sonra kendi araştırmaları sonucu üç farklı şerhin daha gün yüzüne çıktığını aktarmaktadır. Bunlar: Kirmani şerhi (13.yy), Bilgin’in çalıştığı şerh (15.yy), Taşköprüzade şerhi (16.yy), Müneccimbaşı şerhi (18.yy), İstanbulî şerhi (19.yy), Melzimetülahlâk serbest tercüme şerhi (20.yy), sonradan varlığı tespit edilen Kazeruni şerhi ve bir tane daha Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi’nde olduğu bilinen bir şerh. Bilgin, bu son şerhin yazıldığı dönem hakkında henüz bilgi sahibi olmadıklarını sözlerine ekledi.

Şerhin de dahil olduğu amelî felsefe yazım geleneğinin tasnifi ve içeriğine dair sorular, tezin oluşumunda etkili olan sebeplerden biridir. Hem Îcî metninin hem de şerhin temel kaynağı, Nasîruddîn Tûsî’nin Ahlâk-ı Nâsırî adlı eseridir. Bu eserin Şerhu Ahlâkı Adudiyye üzerinde yaptığı etkinin süreklilik arz eden ve farklılaşan boyutlarıyla takip edilmesinin zarureti, Bilgin’i bu çalışmaya sevk etmiştir.  Bilgin, çalışma yöntemini açıklarken söz konusu şerhi merkeze aldığını belirtmektedir. Ayrıca üçlü amelî felsefe yazımını sistemleştiren Ahlâk-ı Nâsırî’nin referans gösterdiği kaynak olan İbn Miskeveyh’in Tehzîbü’l-ahlâk adlı eserini de takip etmiştir. Böylelikle şerhin ele aldığı meselelerin ilkelerini belirleyen yakın ve uzak sebepleri izleme imkânına sahip olmuştur. Ayrıca Tûsî düşüncesi üzerindeki etkisi açısından İbn Sînâ ve Fârâbî, Aristoteles, Platon gibi filozofların temel ahlâk problemleri hakkındaki görüşlerini çalışmanın kapsamına dâhil etmiştir. Bilgin, esasında kafasındaki soruları dindirmek için böyle bir çalışmaya giriştiğini ancak işin tabiatı gereği daha fazla soruya muhatap kaldığını anlattıktan sonra, bu meseleler etrafında çalışmalarının devam edeceğini söyledi. Bilgin, şerhin 15. yüzyılda Timurlu Devleti hükümdarı Baysungur’a ithafen kaleme alındığını yazmanın giriş kısmından öğrendiğini, ancak şarihin kimliğini uzun araştırmalarına rağmen tespit edemediğini söyledi. Bilgin, Timur’un oğlu Şahnuh tarafından oğullarına tevdî edilen Herat ve Semerkant bölgeleri hakkında sosyokültürel bilgiler verdikten sonra kimliği meçhul şârihin sûfî bir bakış açısına sahip olduğunu bizlere aktardı. Şârihin ahlâkın mücahede ve riyazet ile tekâmül ettirileceğine dair ifadelerini buna delil olarak getirdi.

Bilgin, daha sonra eseri, üslup ve muhteva açısından değerlendirdi ve diğer şerhler içerisinde nasıl bir yerde durduğuna ilişkin fikirlerini paylaştı. Şerh edilirken daha ziyade lafzî açıklamalar yapıldığını anlattı. Bunun yanında bolca ayet, hadis ve kelâmı kibar kullanılmıştır. Bilgin, ayrıca dönemin anlayışının etkilerini aktarırken metnin felsefi olmasına rağmen ehlisünnet vurgusunun çokluğuna ve Bâtıni karşıtlığına dikkat çekti.

Amelî felsefe yazımı üçlü bir yapı üstüne bina edilmiştir: şahsi ahlak (ilm i ahlak), tedbiru’l-menzil (ev idaresi), tedbiru’l-müdün (devlet idaresi). Bilgin, yetkinleşme neden bu üçlü yapıyla ele alınmaktadır sorusunu sorduktan sonra şârihe göre; esas olan şahsi ahlâktır vurgusunu yaptı. Diğerleri onun mütemmim cüzüdür. Şahsi ahlâk kısmında daha yoğun tahlillerin bulunduğunu belirten Bilgin, diğer iki kısmın normatif bilgiler içerdiğini dile getirdi. Ev idaresi bölümündeki ahlâki davranışların önemli ölçüde örfi olduğunu belirtti. Örfün amelî felsefedeki konumu, ayrı bir merak konusu olarak ortaya çıktığı için tezinde “Amelî Felsefenin İçeriği ve Mahiyeti” bölümünü açtığını hatırlattı. Şârihin, Ahlâku Adudiyye’yi çok önemli bulması ve kendi döneminde iyi bir şerhinin olmadığını düşünmesi sonucu bu şerhi yazma ihtiyacı hissettiğini bizlere aktardı. Hatta şârih, mütekaddimun ve müteahhirun ayrımı yaptıktan sonra bu eserin müteahhiruna yol göstereceğini ima etmiştir. Bu şerhin diğer şerhlere göre hem sayfa sayısı (37 varak) hem de muhtevası açısından dönüştürücü bir yapıda olmadığını söyledi.

Bilgin, analizlerini yaparken bazı temel soruları esas aldığını ifade etti: İci’nin fikirlerine şârihin katkısı olmuş mudur ve varsa bunlar nelerdir? Kendisinden önceki âlimlerin ve şârihlerin görüşlerinden etkilenmiş midir? Bu konuda çok önemli iki isim olan İbn Miskeveyh ve Nasiruddin Tusi’nin fikirleriyle karşılaştırmalar yaptığını ekledi.

Bilgin’in bir başka sorusu ise temel erdemlerin (iffet, şecaat, hikmet ve adalet) kendi aralarındaki ilişkileri nasıldır? Daha özele inilecek olursa bu temel erdemlerin alt erdemleri ile arasında nasıl bir alâka vardır? Çalışmada bu son sorunun gözetilmiş olması, aynı zamanda onu diğer tezlerden ayırmaktadır. Bilgin, tezinde bu ilişkileri anlamlandırmaya çalışırken cins-tür ilişkisi ve genellik-özellik ilişkisi bakımından incelemelerde bulunmuş, sonuç olarak da cins-tür ilişkisi olduğu kanaatine ulaşmıştır. Benzer şekilde Tusi’nin de eserlerinde bunu ima ettiğini ilave etmektedir. Bilgin’in diğer bir sorusu ise, amelî felsefenin bölüm ve muhtevasının mütekaddimun ve müteahhirun dönemde nasıl şekillendiğidir? Örneğin İbn Sina etkisini bu eserde görmek mümkün müdür?

Sonuç olarak amelî felsefenin “dördüncü” kısmının muhtevada bazı izleri görülmekle beraber şerhlerde geleneksel üçlü tasnifi dönüştüren bir yanı yoktur. Şerhu Ahlâkı Adudiyye, muhtasar bir ahlâk risalesine yazılmış bir şerh olarak ahlâkî tasnif ve meselelerin akışında etkin olacak bir muhteva barındırmamaktadır. Daha ziyade, döneminin paradigmasını devam ettiren ve ilmî sürekliliği sağlayan unsurlardan biridir.

Leave a Comment