Bir Dostluk Gemisi: Ertuğrul Fırkateyni
İslamcı Dergiler Türkiye kültür ve yayıncılık tarihinde zengin bir birikimi temsil ediyor. İslamcı Dergiler Projesi kapsamında çok sayıda dergi taranıp araştırmacıların hizmetine sunuldu. Biz de bu yazımızda İslamcı dergiler tarihinde önemli bir etki ve yere sahip olan Büyük Doğu dergisinin 1965 tarihli sayısında yayımlanan Ertuğrul’un Macerası başlıklı yazının İslamcı bir dergide nasıl ele alındığı değerlendirdik.
Yaklaşık iki yıl önce (2015) Japon-Türk ortak yapımı ile tekrar gündemimize gelen Ertuğrul Fırkateyni’nin hikayesi bundan 42 yıl önce Büyük Doğu dergisinde Ertuğrul’un Macerası[1] başlığı altında anlatılmıştır. II. Abdülhamid’in Uzak Doğu’ya yönelik izlediği politikanın bir neticesi olarak Çin ve Japonya ile ilişkiler gündeme gelmiş ve 1887 yılında Osmanlı’ya gelen Japon heyetine karşılık bir yıl sonra Japonya’ya dostluk görüşmesi için Ertuğrul Fırkateyni gönderilmiştir. Yazının konusunu oluşturan haberde dönüş yolunda yakalandığı tufan sebebiyle paramparça olan Ertuğrul Fırkateyni anlatılmaktadır. Bu olay neticesinde kendi vatanlarından kilometrelerce uzakta olan 609 kişilik mürettebattan sadece 69’u kurtulabilmiş, 540 mürettebat şehit olmuştur. Japonya ise şehitlerimiz için bir abide inşa ederek bu olayı ölümsüzleştirmiştir.
II. Abdülhamid dönemi söz konusu olduğu zaman akla ilk gelen kelimelerden ikisi Halifelik ve Panislamizm olsa gerektir. Halifeliğin ön plana çıkarılarak İslam birliğinin gündeme geldiği bu dönemin bir İslamcı dergide yer alması dikkate değerdir. Çünkü ortaya konulan iddia İslam birliğidir. Ancak haberin son cümlesi ilginç bir şekilde Ertuğrul Fırkateyni’nin sonu ile II. Abdülhamid’in başına gelenler arasında irtibat kurmaktadır. Yani nasıl Ertuğrul Fırkateyni karşılaştığı tufan karşısında dayanamayıp paramparça olduysa, II. Abdülhamid de kendi kafasındaki fikirleri yürürlüğe koyamamış ve uluslararası dengeler karşısında dayanamayarak paramparça olmuştur. Son dönemlerdeki Ulu Hakan mı Kızıl Sultan mı? tartışmasını da akılda tutarak II. Abdülhamid’in sonunun yaşanan bir vakıa üzerinden bu şekilde anlatılması ve aktarılması üzerinde düşünülmeyi hak etmektedir.
31 Ağustos 1876 günü tahta çıkan II. Abdülhamid (1876-1909) dış politikaya önem vermiş ve imparatorluğun barış içinde yaşamasını temin etmeye çalışmıştır. İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı olarak tavsif edilen bu dönemde II. Abdülhamid devletin karşılaştığı tehlikeler karşısında dayanılacak mecra olarak Müslüman tebaayı görmüş ve onlara öncelik vermiştir. Bu bağlamda Panislamizm politikasıyla Halifelik unvanını da ön plana çıkararak Güney Afrika ve Japonya gibi ülkelerde İslamiyet’in yayılması için teşebbüslerde bulunmuş ve Pekin’de Hamidiye adında bir üniversite açmıştır.[2]
Bu süreçte 1887 yılında Japonya ve Osmanlı Devleti arasındaki ilişkileri geliştirmek için İstanbul’a gelen Japon heyetinden sonra, bir nevi iade-i ziyaret olarak 2 Temmuz 1888’de İstanbul’dan hareket eden Ertuğrul Fırkateyni 7 Haziran 1889 tarihinde Japonya’nın Yokahoma limanına demir atmıştır. Bu tarihlerde Japon imparatoru olan Meiji (1867-1912) uzun yolları aşarak gelen Ertuğrul’u büyük bir coşkuyla karşılamış ve Japonya’da kaldıkları yaklaşık üç ay süresince 609 kişilik mürettebatı gayet güzel bir şekilde ağırlamıştır.
Ancak İstanbul’a dönüş için hareket edecekleri zamanın tayfunların yoğun olduğu bir döneme denk gelmesi üzerine Japonlar, Ertuğrul’un kumandanı olan Tuğamiral Osman Paşa’dan yaklaşık otuz yılını dolduran gemiyi tamir etmeleri için izin istemişlerdir. Ancak Osman Paşa’nın cevabı nettir: “Geminin hareketini tehire mezun değilim, alâkanıza teşekkür ederim.”
14 Eylül 1889 tarihinde Yokahoma limanından hareket eden Ertuğrul, yolculuğunun üçüncü gününde Japonların uyardıkları tayfunla karşılaşmıştır. Gemi mürettebatı ve kumandalar ellerinden gelen her şeyi yapsalar da maalesef sonucu değiştiremeyeceklerdir. Öğle saatlerinden akşama kadar dayanan Ertuğrul, akşam saat 9 sularında sanki kendisini yeryüzünden kaldırmaya ahdetmiş dalgalara daha fazla dayanamayarak infilak etmiş ve 30 yıldır denizlerde görev yapan Ertuğrul’dan geriye bir şey kalmamıştır. Toplam 609 kişilik mürettebatın sadece 69’u kurtulabilmiştir. Bu olaydan iki üç gün sonra deniz sakinleşmiş ve Japonlar günlerce Ertuğrul’a dair parçaları toplamışlardır. Akabinde bu toplanan parçalar iki harp gemisi ile İstanbul’a gönderilmiştir. Şehitlerimiz ise Oşima Adası’nda Koşinoza’daki deniz fenerinin civarına defnedilmiş ve Japonya kadirşinaslığını göstererek bir abide ile bu olayı ölümsüzleştirmiştir
Günümüzde de bu konuda yazılan eserlerin başlıklarına baktığımızda “facia” ve “dostluk” kelimelerinin yan yana olması süreci gerçekten de iyi yansıtmaktadır. Bir taraftan yüzlerce insanın şehit olması gibi bir durum söz konusuyken diğer taraftan bu olayın güzel neticeleri olmuş ve iki ülke arasında dostluk vaki olmuştur.
Dönüş yolunda dalgalarla boğuşurken kumandanların muhabereye girerken üniformalarını giymeleri adet olduğu için Osman Paşa da üniformasını giymiş ve mürettebatı filikalara bindirse de kendisi binmeyerek sonuna kadar görevinin başında kalmıştır. Dostluk ilişkilerini geliştirmek ve pekiştirmek için Japonya’ya giden Ertuğrul Firkateyni 540 mürettebatını şehit ederek kendisine verilen görevi tamamlamıştır.
Büyük Doğu dergisinde bu yazıyı yazan Biraderoğlu’nun haberin sonunda yaptığı yorum olayın 76 yıl sonra nasıl anlaşıldığını bize göstermektedir. Biraderoğlu Ertuğrul Fırkateyni’nin feci akıbetini II. Abdülhamid’in sonu ile karşılaştırmış ve bu iki olay arasında bir benzerlik kurmuştur.
Biraderoğlu’nun benzerlik kurduğu II. Abdülhamid’in halʿi ise şu şekilde gerçekleşmiştir: 33 yıllık hükümdarlıktan sonra gelişen olaylar neticesinde II. Abdülhamid’in halʿine dair ilk müsvedde Elmalılı Hamdi Efendi (Yazır) tarafından yazılmıştır. Ancak bu fetvayı imzalamak için çağrılan Fetva Emini Hacı Nurî Efendi II. Abdülhamid’in halʿi için gösterilen nedenleri ( 31 Mart Vakʿasına sebep olmak, dinî kitapları tahrif etmek ve yakmak, devlet hazinesini israf etmek) haklı bulmayarak fetvayı imzalamaktan imtina etmiştir. Önerdiği teklif ise II. Abdülhamid’e saltanattan feragat etme teklifinde bulunulması olmuştur. Bu karar meclise bırakılmıştır. Ancak Meclis Başkanı Said Paşa feragat önerisini gündeme getirmeden doğrudan hilafet ve saltanattan halʿini oylamaya sunmuş ve II. Abdülhamid’in halʿi oybirliği ile kararlaştırılmıştır. Akabinde Mahmud Şevket Paşa mahlûʿ (halʿ edilmiş) padişahı hiç vakit kaybetmeden Selanik’e göndermiştir. Üç yıl gibi bir süre Selanik’te kalan mahlûʿ padişah 1912 yılında İstanbul’a getirilerek Beylerbeyi Sarayı’na yerleştirilmiş, altı yıl sonra 10 Şubat 1918 tarihinde vefat etmiştir.[3]
Uzun sayılabilecek bir dönem Osmanlı Devleti’nin başında bulunan ve son dönemlerde birçok tartışmanın da ekseninde yer alan II. Abdülhamid’in saltanatında gerçekleşen bir olayı anlatan bu haber son iki cümleye kadar bir yargı ve yorum değeri taşımayan, sadece olayın naklinden ibarettir. Ancak son iki cümlede yapılan yorum bize 1965 yılının bir panoramasını küçük bir örnek üzerinden sunma imkânına sahip gözükmektedir. Bir tarafta “o güne kadar teşebbüs edilmemiş” bir hakimiyet ideali söz konusuyken cümlenin sonu bu idealin “inkisarla neticelenmesi”nden bahsetmektedir.
Sonuç olarak bu haber örnekliğinde şunlar söylenebilir: İslamcı dergilerde yer alan bu tarz tarihî haberlerin özellikle başlık ve sonuç kısımları bu yazıların yayımlandığı dönemdeki genel havayı koklamamıza ve anlamamıza yardımcı olabilir. Bizim ele aldığımız haberdeki sonuç kısmı yazarın olaya nasıl baktığını açık bir şekilde yansıtmaktadır. Belki de yapılması gereken bir İslamcı derginin belli dönemlerini ele alıp belli konuları araştırmaktır. Bu tarz bir çalışma neticesinde ulaşacağımız resim, 1965 yılında İslamcı dergilerdeki ele aldığımız konunun genel hatlarıyla nasıl anlaşıldığını ve aktarıldığını bize söyleyecektir. Böylece günümüzde de sürekli konuşulan ve tartışılan meselelerin Cumhuriyet tarihimiz boyunca nasıl algılandığını görülecek ve bir ihtimal bu meselelerin halli noktasında bir imkân sunulabilecektir.
[1] A. Biraderoğlu, “Ertuğrul’un Macerası,” Büyük Doğu Dergisi, Sayı: 15, 1965, Sf. 10.
[2] Cevdet Küçük, “Abdülhamid II,” Diyanet İslam Ansiklopedisi, cilt. I, s. 219-220.
[3] Cevdet Küçük, “Abdülhamid II,” Diyanet İslam Ansiklopedisi, cilt. I, s. 222-223.