Dokuzuncu Asırda Kahire’de Hadis
İslami ilimlerin teorik olarak kavranılması yanında tarihi arka planın da aynı şekilde bilinmesi, ilimlerin fehmi açısından bir bütünlük arz etmektedir. İslami ilimler dendiğinde özellikle hadis, fıkıh, tefsir ve kelam karşımıza çıkmaktadır. Bu ilimlerin tahsil sürecinde tarihi arka planın bilinmemesi alanda uzmanlaşmak isteyenler için büyük bir eksiklik olarak hissedilebilir. Bu hususta ele aldığımız kitap İslami ilimlerden hadis tarihine dair bir kesit sunmaktadır. Ele alınan kesit hadis tarihi açısından bereketli bir dönem denilebilecek Burci Memlükler dönemidir. Eser bir giriş yedi bölüm ve sonuçtan müteşekkildir.
İlk bölümde tarihi arka plan verilerek Bahri (Türk) Memlüklerden Burci Memlüklere geçiş süreci aktarılmıştır. Bölümün devamında Memlükler’deki devlet idaresi ve birtakım mansıplar aktarılmıştır. Memlüklerin çevresiyle ilişkilerine bakıldığında Eyyubiler, Haçlılar, Moğollar, Timur ve Osmanlılar ile gelişen (Memlüklerin) tarihi serüveni önemli noktalarıyla ifade edilmiştir. Bölgenin özellikle de Kahire’nin ticaret, eğitim ve sosyal hayatından bahseden müellif, dönemin önde gelen eğitim ve ticaret merkezi olan Kahire’ye dışarıdan ilim taliplerinin geldiğini ve birçok sayıda mektep-medrese gibi kurumlarının olduğunu aktarması bizlere ilme verilen önemin ve oradaki ilmin seviyesini göstermektedir. Hadis alanındaki faaliyetlerin dokuzuncu asırda daha çok kurumlara taşınması ve hadis aktarma hususunda daha çok muhaddis ailelerin ön plana çıkması dönemin dikkat çekilen bir özelliği haline gelmiştir. Müellif kurumsallaşmanın arttığı bir dönemde ilim için yapılan rihlelerin azalmadığını lakin küçük bir format değişikliğine gidildiğini bunun da “önceden ilim öğrenmek için yapılan rihlelerin bu asırda ilim öğretmek için yapıldığı görülmektedir” (s. 32) cümlesiyle anlamaktayız. Bunun yanında çeşitli ilmi meselelerin gündemde tartışılır hale gelmesi, hadiste hafızlık mertebesinin en son bu dönemde görülmesi ve hadis tarihi açısından muhalled eserler bırakan birçok hadis aliminin bu dönemde yaşamış olması dönemin önemini kavramak açısından son derece önemlidir.
İkinci bölümde hadis eğitim kurumlarından bahseden müellif tarafından öncelikle bölgedeki medreselerin (yirmi dört medrese) hadis müderrisliğine, talebelere, medresenin esas aldığı fıkhi mezhebe dair belli başlı özellikler verilmiş olup bunun yanında medreselerin çeşitli özellikleri de aktarılmıştır. Dikkatleri celbeden bir bilgi ise bazı müderrislerin hadis müderrisliği kadrosunun olup olmamasına göre medreseye hocalık yapma isteğinin değişmesi ve birtakım müderrislerin de hadis hocalığı kadrosunu satın almasıdır. Ardından asıl hadis eğitim kurumları olan iki darülhadisten (Kamiliye ve Şeyhûniye Darülhadisleri), dokuz camiden, beş hankahtan, üç ribattan, iki zaviyeden, umumi ve hususi kütüphanelerden son olarak da evlerden bahsedilmiştir.
Üçüncü bölümde muhaddisler ve mansıplar ele alınmaktadır. En önemli mansıbın “müderrislik” olduğu ve müderris olmak için sadece ilim ehli olmayıp ayrıca “tedris ehliyeti” denilen icazetin de alınmış olması üzerinde durulan bir noktadır. Müderrislikten sonra “naip” mansıbı geldiğini belirten müellif bu vazifenin müderrislik sıfatına haiz olduğu için ayrı bir bahis açmadığını ifade etmiştir (Halit Özkan, 2014, s. 91.). Ardından sırasıyla şu mansıplar gelmektedir: Dersleri talebelere tekrar ettirene “muid”, bir alimin rivayetleri hakkında talebelere bilgi verip onlara yardımcı olana “müfid”, bir müderristen ders alan öğrencilere dersten önce veya sonra ek bilgiler verene “mütesaddir”, imla meclisini usulüne uygun başlatıp dersle ilgili kayıtları (zaman-mekan, hocanın adı, okunan kitap vs.) tutan ve hadisleri tekrar ederek onu işitemeyenlere aktarana “müstemli”, derslere gelip giden öğrencilerin kaydını tutana “katibü’l-gaybe”, talebeleri doğrudan bir ders üzerine değil de bir ilim dalıyla alakalı umumi çalışmalar yaptırana “müşteğil” olarak ifade edilmektedir. Bu mansıplar üç yol ile elde edilebilmektedir. 1. Tedris öğrenimi sayesinde icazet alarak; 2. Beşik uleması usulüyle aile fertlerinden gelen bir mansıbın varisi olarak; 3. Başka bir müderrisin mansıbını satın alarak.
Dördüncü bölümde dokuzuncu asır Kahire’sinde öne çıkan muhaddis aileler tanıtılmaktadır. Burada biraz ayrıntılı şekilde hakkında bilgi verilen muhaddis aileler şunlardır: Bulkini, Iraki, İbnü’l-Mülakkın, İbn Hacer, İbnü’l-Emâne aileleridir. Bunun yanı sıra bu asırda önemli görülen on beş muhaddisin ismi sıralanmıştır.
Beşinci bölüm hadis derslerinin içeriği ile alakalı kesitler sunmaktadır. Hadis dersleri daha çok medrese, darülhadis ve camilerde gerçekleşmiş ve dersin içeriğine ve hocasına dair telkinler vakıf tarafından belirtilen yönlerde vakfiyelere kaydedilmiştir. Müellifin de farklı vakfiyelerle desteklediği örneklerden anlaşılıyor ki vakıf ve müderris açısından geniş bir yelpazede salahiyet bulunmaktadır. Bu kurumlardaki dersler dışarıya kapalıdır. Bunun yanında halka açık yapılan imla meclislerinden ve bu konuda hadis alimlerinin hassasiyetleri aktarılmaktadır.
Miad adı verilen belirli bir metin üzerinden daha çok vaaz havasında giden mecliste de hadislerin okutulmasının yanında müellifin ifadesine göre bu, sırf hadis dersine mahsus bir durum değildir. Hadis meclisleri bazen de belirli zaman ve mekanlara mahsus olduğu ve bunlar arasında en meşhur olanın saray dersleri ve Ramazan ve üç aylarda yapılan hatimler olduğu vurgulanan bir ifade olarak karşımıza çıkmaktadır. Saray dışında da bizzat ümeranın veya ulemanın dersler tertip ettiği vaki bir durum olmuştur. Ayrıca sıkça olmasa da müellif tarafından ilginç bir ders olarak yorumlanan “kabristan dersleri” de tertip edilmiştir.
Altıncı bölümde klasik ilim tahsil etme yollarından olan rihlelerin dokuzuncu asırdaki durumu kısa ve öz bir şekilde sunulmaktadır. Bu asırda icazetlerin yaygınlaşmasının rihlelerin önemini kaybettirmediği ve bu geleneğin hâlâ devam ettirildiği belirtilmekle beraber bu yüzyıldaki rihlelerin önceki asırlardaki gibi olmadığı da dikkati çeken bir ifadedir.
Yedinci bölümde her devirde meydana gelmiş olan hadisle alakalı tartışma konuları ele alınmaktadır. Süyuti ile beraber “hadiste mutlak müçtehitlik”, Sahihi-Müslim’te zayıf hadis olmasına dair gerek ulema gerek avam arasında tartışılan hadise dair fetvalar, görüşleri tartışılan şahıslar; İbnü’l-Farız (v. 632/1235), İbn Arabi (v. 638/1240)- İbnü’l-Farız ve İbn Arabi hakkında daha çok hulul ve vahdet-i vücud tartışmaları olmuştur-, İbn Teymiyye (v. 728/1328) olarak yer alırken görüşleri tartışılıp küfre girdikleri sonucuna varılan Hurufiler yer almaktadır. Bölümün bir diğer ve son tartışma meselesi olarak intihal konusu zikredilmiştir. Başkasının eserinden alıp kendine mal etme olan intihal özellikle İbn Hacer (V. 852/1448) -Ayni (v. 855/1451), Suyuti (v. 911/1505)-Sehavi (v. 902/1497) ve Suyuti-Kastallani’nin (v. 923/1517) birtakım tenkitleri üzerinden anlatılarak durum ifade edilmiştir.
Sonuç bölümünde; müellif dokuzuncu asrın Memlükler ve hadis tarihi açısından önemini kurumlardan kişilere varan mahiyette altını çizerek vurgulamış ve hadis eğitimiyle artık muhaddis ailelerin ortaya çıktığını ifade etmiştir. Ne kadar çok kurumsallaşma olmuşsa da ferdi eğitim bu asırda da devam eden bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Kurumsallaşmayla beraber birtakım mansıplar ve bu mansıptaki kişilere ücret hususu gündeme gelmiştir. Ferdi olarak yapılan hadis dersleri ücretsiz bir şekilde düzenlenirken mansıp sahibi kişiler ücret alıyorlardı. Bu tür kurumlar-medreseler müellifin ifadesine göre bugünkü müfredat gibi bir yapıya sahip değildi. Kadınların hadis tedrisindeki rolleri ise dokuzuncu asır Kahire’sinde müphem kalmış bir durum olarak zikredilmekle beraber kadın muhaddislerin olduğu da ifade edilmektedir. Son olarak “Ekler” bölümünde çeşitli bilgi, vesika ve bibliyografyalarla çalışma zenginleştirilmiştir.
Son olarak ifade edelim ki hadis tarihi açısından en değerli Sahih-i Buhari şerhi olan Fethu’l-Bari bu dönemde yaşamış olan İbn Hacer tarafından telif edilmiştir. Yine aynı şekilde Ayni’nin şerhi Umdetu’l-Kari de bu dönemde yazılan diğer önemli Sahih-i Buhari şerhidir. Dönemin önemini görmek açısından bunlar önemli olmakla beraber medreselerin çoğalması ve az da olsa dokuzuncu asır Kahire’sinde darülhadislerin kurulması hadis tedrisinin kurumsallaşması açısından güzel adımlardır. Hadis eğitim kurumlarından mansıpların önemi de bilhassa ücreti mukabilinde olması açısından önemli bir konum olarak görülmüştür. Çünkü hadis eğitim kurumlarındaki mansıplara gelebilmek için icazet vs. alabilerek atanmaya çalışan veya direk bu mansıpları satın almak isteyenler vaki olmuştur. Tabii günümüz açısından mansıp satma işlemi belki ilginç bir durum görülse de o günkü şartlarda bu normal olarak karşılana bir durumdu. Rihle faaliyetleri dokuzuncu asırdan önce önemli olmuşsa da bu dönemde de önemini korumuş olmakla beraber rihle anlayışında farklı durumlar meydana gelmiştir. Ayrıca her devrin vazgeçilmez bir özelliği olan tartışma-tekfir meselesi de bu dönemde çeşitli kişiler arasında çeşitli konular üzerinde yer bulmuştur. Hadis tarihi günümüz hadis araştırmacıları tarafından genellikle hicri ilk üç asır incelenmektedir. Bu araştırmanın ise farklı bir tarih olan Burci Memlükleri ele almış olması hadis alanı için eşsiz bir çalışma olmuş ve bu tür eserlerin devamı hadis araştırmacılarını daha velüd kılacak özellik taşımaktadır. Memlük hadis tarihi denince 2019 yılında Nagihan Emiroğlu tarafından tamamlanan “Türk (Bahri) Memlükler Dönemi’nde Hadis İlmi (Hicrî VII-VIII. asırlar)”[1] isimli doktora çalışması Halit Özkan hocamızın çalışmasıyla beraber Memlük döneminin hadis tarihi açısından bir bütün olarak görmeyi sağlamaktadır.
[1] Sözü geçen eser için bkz. Nagihan Emiroğlu, “Türk (Bahri) Memlükler Dönemi’nde Hadis İlmi (Hicrî VII-VIII. asırlar)”, (Adana: Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2019).