Felsefeye Türkiye’den Bakmak II
Genel olarak İslam toplumlarında, özelde Osmanlı ve Türk dünyasında dönem dönem azalmış olmasına rağmen felsefi faaliyetlerin varlığını görmek hep mümkündür. Cumhuriyet dönemine gelene kadar bu alanda düzenli sayılabilecek çalışmalar yapılmıştır. Ne ki, Osmanlı’nın bitişi ve Cumhuriyet’in kuruluşuyla beraber, yeni bir devlet ve yeni bir insan/vatandaş kurma çalışmaları, yeni ile eski arasında bağları zayıflatarak kurulmaya çalışılmıştır. Bunu her alanda görmek mümkündür. Her ne kadar yapılan bazı icraatlar Osmanlının son döneminde tartışılmış ve yapılmaya çalışılmışsa da, Cumhuriyet dönemi keskin bir değişmeyi simgelemektedir. Bu keskinlik, bazı noktalarda eskiyi yok sayma, yüzyılların birikimini reddetmeye kadar varmıştır. Muhtelif kurumların modernleştirilmesi gibi eğitim kurumlarının da modernleştirilmesi gerekli görülmüştür. Nispeten yine hızlı gerçekleştirilmiş bu geçişin sağlıklı olup olmadığı tartışmaya açıktır.
Yeni eğitim kurumları – burada bizim ilgi alanımıza daha çok giren yeni üniversiteler ve felsefe eğitimi – modern bilim merkezli, batılı örnekleri göz önünde tutularak düzenlenmiştir. Felsefe özelinde, özellikle II. Dünya Savaşı’ndan kaçıp ülkemize gelen Alman Felsefeciler, buradaki eğitim şeklini biçimlendirmişlerdir. Alanlarında önemli olan bu insanlar, bir açıdan Türkiye’de felsefenin gelişimine önemli katkılarda, modern anlamda bir felsefe eğitiminin kurulmasında etkili olmuşlardır. Bu katkıyı, “bir açıdan” diyerek sınırlamamızın sebebi, Alman geleneğinin, özellikle felsefe tarihi yazımında bilinçli ya da bilinçsiz bazı yönlendirmelerinin olmasıdır ve bizim de felsefeye Alman yaklaşımıyla yaklaşmamıza sebep olmasıdır. Son yıllarda Batı’da bu felsefe tarihlerini eleştiren yeni eserler kaleme alınmıştır. Eski yaklaşımın, bir Yunan mucizesi üretme çabalarının, diğer açıdan Batı’yı Doğu’dan keskin bir şekilde ayırabilecek bir düşünce geleneğinin kurulmaya çalışılmasının, geçmişi yanlış yorumlamaya ve değerlendirmeye sebep olduğu vurgulanmıştır.
Yine felsefe tarihi içinde ele aldığımızda, önemli bir Alman geleneğinin olduğunu görmek mümkündür. Felsefe için Antik Yunan ne kadar önemliyse, Alman felsefesi de bir o kadar önemlidir, özellikle çağdaş felsefenin gelişimi açısından düşünürsek bunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu açıdan bakınca da, felsefeyi Alman hocalar ve Alman geleneği üzerinden yeniden ele almak yararlı olmuştur. Ne ki, düşünceyi çevre faktörlerden bağımsız olarak ele almak bir eksiliktir. Sadece düşünceyi ve düşünce biçimini almış olmak, o düşünceyi oluşturan tarihi gelişmeler ve şartları geçirmemiş olmak, kültürel benzerliğe sahip olmamak kötürüm bir yapı kurmaya sebep olmaktadır, yine bir açıdan olmuştur da.
Üniversite dışı felsefi faaliyetleri bir kenara bırakırsak (bir sonraki yazıda bunlara da kısaca değinilecektir) Türkiye’de felsefe tam olarak kendine has bir yaklaşım geliştirememiştir. Batılı, burada özellikle Alman yaklaşımı benimsenmiştir. Maalesef bu beraberinde kendi düşünce birikimine yabancı kalmaya sebep olmuştur. Felsefe tarihi içinde ele alınan sorunlara ve bunlara verilmiş cevaplara yeni bir bakış açısı getirmekten ziyade, bunları tekrar etmekten çok öteye gidilememiştir. Yine burada belirtilmesi gereken, bunun özellikle akademiye bağlı felsefe çevrelerinde böyle olduğudur. Akademi dışında felsefe ile ilgilenen insanlar biraz daha rahat hareket edebilmiş, farklı bakmaya çalışmıştır lakin kendine hiçbir zaman tam olarak yer bulamamıştır.
Yukarıda bahsi geçen, Türkiye’de modern felsefe eğitiminin kurucu öğeleri bugün baktığımızda, Batı’da aldığı eleştirileri de göz önünde bulundurduğumuzda, kendi geleneğimizi, geleneğimiz içinde farklı düşünce biçimlerini bir kenara bırakıp felsefi bir yaklaşıma zemin olmaktan uzak tutmamıza sebep olmuştur. Hem Türkiye’de oluşabilecek felsefelere, hem de genel felsefe tarihine bu anlamda farklı bir bakış açısı getirme, sorunlara çözüm bulma yolunda yeni bakış açıları sunma imkânı oluşturulamamıştır. Kaynaklara eskiye nispetle çok daha rahat ulaşılabilen günümüzde, felsefe bu anlamda Türkiye’de yeniden şekillendirilmelidir. Hem geleneksel kaynaklarımız, hem de felsefenin geleneksel kaynakları, belli bir yaklaşımın etkisiyle, duygusal tepkilerle sınırlandırılmadan yeniden değerlendirilmek durumundadır.