İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı
İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İlber Ortaylı, İstanbul: Timaş Yayınları, 2013, 335 s.
İlk önemli tezahürlerini 18. yüzyılda gösteren Türk modernleşmesi çokca tartışılagelmiş bir konudur. Modernleşme kavramı Türkiye açısından devamlı Batılılaşma ile özdeşleştirilse de ilk başlarda Osmanlı’nın kendisini Batı’ya karşı koruma güdüsüyle gerçekleştirdiği eylemleri karşılamaktaydı. Cumhuriyetle birlikte siyasal düşünce dünyasını yönlendiren kavramların başına geçen Batılılaşma aynı zamanda bu alanda karşılaşılabilecek en karmaşık kavramdır. Türkiye’ye dair hangi alanda çalışma yapılırsa yapılsın bir şekilde bahsedilen kavramlar ile ilişki kurulabilmekte. Nitekim modernleşme olgusunun Tanzimat’ın ilanı ile organik bir bağı olduğu göz önüne alındığında bu dönemin öncesi ve sonrası derinlemesine incelenerek, yorumlanması hayatî bir önem kazanmaktadır. Bu yönde yapılmış çalışmalardan biri de 1983 yılında ilk olarak Hil Yayıncılık tarafından basılan, 2015’te ise Timaş’ın 41. baskısını yaptığı İlber Ortaylı’nın “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” isimli eseridir. Akıcı bir dil, yetkin bir anlatı ve konuyu anlaşılır kılan başarılı bir tasnif ile Osmanlı modernleşmesini ele alan yapıta kendisinden sonra yapılan çalışmalar tarafından birçok atıf yapılmıştır. Bernard Lewis’in ünlü Modern Türkiye’nin Doğuşu’nda modernleşmenin Rusya ile karşılaştırılarak oluşturduğu anlatısı gibi Ortaylı’da Osmanlı modernleşmesinin aşamalarını Rusya’yla ilintilendirerek incelemektedir. Yazarın zaman zaman aşırı ayrıntıya varan bilgilere yer vermesi eserinin hitap ettiği kesimi daraltıyor görünsede sonuç olarak herkes tarafından okunabilecek bir metin ortaya çıkmıştır.
Önsöz ve kaynakça kısımları dışında dokuz ana başlık altında Osmanlı modernleşmesini inceleyen Ortaylı, çalışmasını klasik bir Akdeniz imparatorluğunun modern dünya şartları karşısındaki tutumunu ve yolunu anlamak için bir deneme olarak tanımlamaktadır.[1] Giriş kısmında Osmanlı için modernleşmenin ne anlama geldiğinden söz edilen eserin ikinci bölümünde ise Alemdar Mustafa ile Kavalalı Mehmet Ali’nin başrollerinde olduğu olaylar silsilesinin devlet için kaçınılmaz değişim kararının alınması sonucunu getirdiği üzerinde durulmuştur. Üçüncü bölümde Balkanlarda ulusculuk akımlarının Tanzimat dönemi devlet adamlarının Osmanlıcılık fikrini sahiplenlenmelerine nasıl etki ettiği işlenmektedir. Bu bölümden sonra Tanzimat’ın ilanı ile Babıâli Hükümeti’nin reformları, reformların eğitim, hukuk, askeri, toplumsal alanlarda etkileri konu edilmiştir. Osmanlı İmparatorluğunda reform 1839’da başlıyor değildi fakat Babıâli’nin iktidarı o gün başlamıştı. Babıâli’nin egemenliği bürokrasinin modernleşmesi ve Türkiye tarihinde modern merkeziyetçiliğin kurulması demektir. Ortaylı, Tanzimat döneminin tebaanın hakları konusunda köleliğin kaldırılması, müslim-gayrimüslim arasında eşitliği kurmak, yönetilenlerin can ve mal güvenliğinin sağlanması şeklinde üç aşamalı bir başlangıç oluşturduğunu savunmaktadır. Ayrıca Gülhane Hattı’nın ve Islahat Fermanı’nın Avrupa’nın etkileri kadar Tanzimatçı grubun dönemin bilincine erişmesiyle sık sık ilintilendirilmiştir.
Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma isimli eserinin önsözünde asıl amacının tarihsel olayların nasıl zorunlu olarak Cumhuriyet rejiminin gelişi doğrultusunda aktığını göstermek olduğunu söyler. Ortaylı, eserinde Berkes gibi açık olarak böyle bir amaç göstermesede ortaya koyduğu metinde aynı amaca yönelik bir kaygı gözlemlenebilmekte. Söz konusu kaygı eserin kimi yerlerinde yazarı modernleşmeyi olumlama anlamında kullanmasına, reformcu tanzimat adamlarını anlamsız yere yüceltmesine sebep olmaktadır. Dolayısıyla akademik objektifliğin arka planda kaldığı kısımlar oluşmuştur. Özellikle “Tanzimat Adamı ve Tanzimat Toplumu” adlı bölümde göze çarpan bu husus Tanzimat döneminin derinlemesine incelemesine ve sağlıklı yorumlar üreterek bilimsel yaklaşım ortaya koymaya ket vurur görünmektedir. Kemal Karpat, Tanzimat döneminde hakim bürokrasinin kapitalist sistemin düzenleyici bir alt mekanizması olarak faaliyette bulunmak değil, sistemin efendisi ve yöneticisi olmak istediğini ve bu dönemde güdülen iktisadi politikanın hedefinin Avrupa ekonomisinin üretim sistemini yüzeysel olarak ödünç almak olduğunu savunur.[2] Bu zaviyeden bakıldığında Tanzimatçı devlet adamlarının izledikleri ekonomi politikaları neticesinde kendi siyasi üstünlüklerini tehlikeye attıklarına ulaşılır. Ortaylı ise 19. yüzyılın Osmanlı devlet adamlarının sanayileşme girişimlerinde bulunarak çeşitli fabrikalar kurduklarını fakat bunların yolsuzluk ve rezaletler serisi ile iflas ederek kapandıklarını belirtmektedir.[3] Reformcuların bu başarısızlığını ise Osmanlı sanayisinin Avrupa ile rekabet edecek durumda olmadığını nihayetinde çağlarına uygun olmayan bir iktisadi altyapı devralmaları dolayısıyla Osmanlı modernleşmesinin çıkmaza girdiğini belirtir. Karpat ise aynı sebeplerden hareketle Tanzimat devrinde ekonomik kalkınma meselesine kafa yorulmadığı sonucuna ulaşmaktadır.[4] Uluslararası alanda tanınan bu iki akademisyenin farklı yorumları, çalışmalarını ortaya koydukları dönemlerin değişen şartları dolayısıyla açıklanabilir. Böyle bir açıklama kanaatimce yeterli olmamasının yanında ele alınan konunun kümülatif şekilde yapısallaşmasına imkan vererek isabetli çıkarımlar yapılmasını imkansız hale getirmektedir. Özellikle Tanzimat Fermanı ile açılan dönemin hâlen daha devam ettiğini göz önünde bulundurarak Osmanlı modernleşmesi adı altında yapılan çalışmaları değerlendirecek olursak meselelerin tamamen dış bağlantılar veyahut salt iç bağlantılarla açıklamanın sağlıklı sonuçlar ortaya koyacak metedolojiyi saklayacağı iddia edilebilir. Bu tür bir tutum aynı zamanda Tanzimat’ın getirdiği dualist yapıyı perçinleyerek günümüzde II. Abdülhamit çevresinde yoğunlaşan tartışmalarda görüldüğü üzere çözümsüzlüğü de beraberinde getirmektedir. Nitekim Şerif Mardin’in “mahalle baskısı” kavramı bu ikiciliğe temas etmektedir. Mardin’in Türk düşünce dünyasına dahil ettiği bu kavram modernleşme ile beraber toplum yapısının iki ana bloğa ayrılarak “mahalle” çerçevesindeki mücadelesi analizine dayanmakta. Bu kavramı merkeze alarak “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” okunduğunda toplumsal ayrımın oluşum aşamaları da anlaşılmaktadır. Eser açısından ise aynı kavram yer yer Tanzimat bürokratı ağzından yazılmış hissi gözlemlenebildiğinden bahsedilen dualist yapının üzerine çıkamamış bir görüntü sergilemektedir.
Ortaylı, Tanzimatçı devlet adamlarının ılımlı ve uzlaştırıcı bir yol izleyerek kendilerine karşı olanları bile hizmete aldıklarını ve günün muhaliflerini yarının çalışma arkadaşları olarak gördüklerini söyleyip hiç kimsenin burnunu kanatmadan eski bir imparatorluğu çağdaşlaşma yoluna çıkarmalarından söz eder.[5] Karpat’ın bu hususta ulaştığı yorum ise Tanzimat reformcularının kendi siyasi iktidarını tehdit edebilecek herhangi bir grubun yükselişine izin vermemiş olmalarıdır.[6] Her iki eserinde burada bu yönleriyle değerlendirilmeleri, çalışmaları değersiz göstermek amacından kesinlikle uzaktır. Aksine Ortaylı’nın eseri ele aldığı mevzular itibariyle litaratürde vazgeçilmez bir noktada durmaktadır. Bu kısa yazı yalnızca Türkiye’nin günümüz sorunlarını anlamak ile yakından ilgisi bulunan modernleşme serüvenimizin daha detaylı incelenerek genellemelerden ve duygusal yorumlamalardan kaçınmak gerektiğini söylemeye çalışmaktadır. “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” isimli çalışma gibi bu alanda yapılmış önemli çalışmalar eleştirilmeli ve şerh edilmelidir ki düşünce dünyamızın inşası sürekli ve sağlam şekilde ilerleyebilmeli.
Türk tarihçiliğinin son dönemlerde önemli simalarından olan İlber Ortaylı’nın eserinde takip ettiği tezlerden biri de Osmanlı modernleşmesinin yeteri kadar radikal olmayıp Cumhuriyetin radikalizmini kamçıladığı fikridir.[7] Bu fikir tarihin seyrinin zorunlu olarak Cumhuriyeti doğurduğu düşüncesi ile birleştirilerek tahlil edildiğinde karşımıza altyapısı tarihi olayları bilinçsiz gören bir anlayış çıkar. Modernleşme ve Cumhuriyet maceramızı bu şekilde değerlendirmek tarihe karşı bir önyargı yeşertmekle kalmayıp toplumda bireylerin ben idraklerinin referans aldığı birçok noktayıda karartır. Benim iddiam elbette tamamen tarihten hareketle kurulan bir fikri savunmak değil. Fakat örneklerde sayısız şekilde gördüğümüz gibi tarihten bir referans sağlamadan toplumsal kimlik inşasıda mümkün olamaz.
[1] Ortaylı İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, sf.7
[2] Karpat Kemal, Osmanlı Modernleşmesi, sf.92
[3] Ortaylı İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, sf.232
[4] Karpat Kemal, Osmanlı Modernleşmesi, sf.93
[5] Ortaylı İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, sf261
[6] Karpat Kemal, Osmanl Modernleşmesi, sf.93
[7] Ortaylı İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, sf.37