İran ile Turan

İran ile Turan, Osman Karatay, İstanbul, Ötüken Neşriyat , 2015 , 308 s.       

Tarihi Turan bölgesi Türk Tarihi açısından en önemli tarihi coğrafyaların başında gelmektedir. Bu bölgenin sınırları ve oluşumu tarih alanı içinde Türk Tarihi’ni anlamakta ve konumlandırmakta bize yardımcı olmaktadır. Bu bölgenin önemi Türk Tarihi’nin başladığı yer olarak görülmesinden gelmektedir. Türkler’in ‘‘Türenek Bölgesi’’ de dediği bu bölge çeşitli tartışmalara sahne olmaktadır. Örneğin Anadolu’nun da Türenek Bölgesi’ne dâhil olabileceği görüşü tartışmalarda kendine yer bulmaktadır. Osman Karatay ise İran Turan olgusundan bir pencere açarak konuya yaklaşmaktadır.

Bu kitap Türklerin Eskiçağ Tarihine yeni bir yaklaşım getirerek Tarihi Turan Bölgesinin Ural Altay havzasından farklı bir bölge olarak Orta Doğu bölgesinde aranması gerektiğini söyler. Bu söylem şüphesiz ki bilimsel açıdan tenkitleri üzerine çekebilecek yapıdadır. Osman Karatay bilimsel açıdan eskiçağ Türklerinin Orta Doğu temelli olmasını açıklarken bilhassa eleştirilerin farkında olarak bu durumu dil bilimsel açıdan anlatmanın yollarına başvurmaktadır. Eserde Ön Türkler dediğimiz olgunun Orta Doğu’da temelini ararken Hint Avrupa Dil Ailesinin Orta Doğu’dan çıkan kökleri ile Ural Altay Dil Ailesinin çıktığı kökleri birbirine bakarak karşılaştırır. Bu karşılaştırmalarda Karatay bilinen dil aile tasniflerinin günümüze gelişinde ve kategorizasyonunda gelişigüzel bazı tespitlerin yapıldığını ve bu dil ailelerinin yeniden düzenlenmesi gerektiğini belirtecek imalarda bulunmaktadır.

Eski çağ Orta Doğu’sundaki yerel halkların dilleri olan Sümerlerin dil özellikleri ve Türkçedeki kelime aynilikleri ile karşılaştırmalı olarak tenkit yapan Karatay bu dillerdeki benzerliklerin günümüzde tasnif edilmiş olan herhangi bir Hint Avrupa Dil Ailesindeki benzerlikten çok daha fazla olduğuna dikkat çeker. Kelime benzerlikleri Türkçe ve Eski Orta Doğu bitişken dilli halkların dilleri kadar benzerlik göstermeyen dillerin aynı kategori ile bir araya getirilmiş olmalarını yer yer de kasıtlı olarak tasnif edilmiş olabileceğini belirtir ve Avrupalı bu yaklaşımı eleştirir. Kitapta sık sık bu bitişken diller ile Türkçe kelimelerin benzerlikleri örneklerle açıklanmaktadır. Günümüzde ki bilinen Hint Avrupa Dil Ailesinde ki dillerin Türkçeden oldukça fazla bir şekilde beslendiğini ve Türkçenin zenginliği ile bu dillere Eski çağlarda Kaynaklık etmiş olabileceğine dikkat çekerek örneklendirir. En çok bilinen dillerden İngilizce ve Türkçe kelimelerin karşılaştırılması gibi pek çok örnek kitapta kendine yer bulur.

Bu dil benzerliklerinden yola çıkarak Orta Doğu’nun Türklerin türenek bölgesi olabileceğini ve buradan Ural Altay bölgesi başta olmak üzere dünyaya yayılmış olabileceklerini açıklar. Bilinenin aksine Karatay’a göre Orta Asya türenek değil anayurttur. Karatay’ın Batılı Bilim Adamlarından çok farklı olarak ortaya attığı bu sav tartışılmaya açık ve dünya tarihinin yeniden yazılması manasına gelmektedir. Bu kadar önemli bir sav olmakla beraber bilimsel açıdan yetersiz kaldığını veyahut çoğunluk açısından kabul görmeyen bir görüş olarak kenarda durduğunu belirtmek gerekmektedir. Karatay’ın Turan Bölgesinden sonra kitapta bilhassa dikkat çektiği diğer şey ise Sakaların İranî bir kavim olarak gösterilmesinin yanlışlığı üzerine anlattığı ve açıkladığı görüşleridir. Sakalardan geriye kalan maddi kültür ve çıkan arkeolojik kaynaklar Sakaların Türk olduğunu ispatlar niteliktedir ancak Sakaları İranî bir kavim olarak gösterme niyetinin İran’ın kendisini Tarih öncesi dönemlere kadar kadim bir halk olarak tanımlamak istemesinde yattığını söyler. Sakalar Kafkaslardan Mısır’a kadar geniş bir coğrafyayı işgal edip hakimiyetleri altına almış, tarihte önemli bir yeri bulunan eski bir kavimdir. Bu kavmin etnik unsurunun neden kasıtlı olarak İranileştirildiğini anlamamıza medeniyetlerinin genişliği ile açıklayabiliriz. Karatay Saka bahsinden sonra oğuz Kaan ile fars kahramanı Feridun’u karşılaştırır ve farsların milli kahramanlarının da Oğuz Kaan’dan alıntılandığını açıklar. İran ile Turan bölgesinin yakınlığı ve medeniyetlerini birbirlerine aktarmaları doğal bir süreçtir ancak bazı noktaların aydınlatılması için eleştiri ve mantığı kullanmanın gerekliliğine vurgulayarak eserini noktalar.

Karatay’ın eserinde kullandığı üslup anlaşılır ve konuyu temel bir anlatımla anlatmaya yöneliktir. Konuyu salt akademik bir üslupla yazmayarak konuya aşina olmayan okuyucunun da anlayabileceği seviyede tutmuş ve hitap ettiği kitleyi genele indirgemiştir. Karatay’ın bu eseri bilinen tarihi gerçekliklere yeni bir yaklaşım getirmesi ve yeni bir sav söylemesi açısından önemli ve dikkate değerdir. Mantık silsilesi ile yaklaştığımız zaman bitişken dilli Orta Doğu halkları ile Türkçenin benzerlikleri bizleri düşünmeye sevk ediyor ancak yinede temkinli yaklaşıp Ön Türkler denen bu olgunun doğruluğunun hala ispatlanmamış olduğunu ve teori olarak kaldığını da unutmamamız gerekmektedir. Eski çağ Orta Doğu halklarının kendi bölgelerine ve dönemlerine ait oldukları ve Türklerle alakalarının olmadığını söyleyen genel kanı bilimsel gerçeklikte ve bilimsel camiada kabul görmüş olan ana fikirdir. Ancak Karatay’ın bu savı da üstünde tartışılması gerektiği gerçeğini de değiştirmez.

Dünya var olduğu zamandan itibaren çeşitli medeniyetlere kaynaklık etmiş ve günümüze gelene kadar pek çok medeniyet ölüp yenileri doğmuştur. Eski çağdaki bu Orta Doğulu halkların ne kadar Kürt Türk ya da Ermeni oldukları gerçeğini bir kenara koyarsak elimizde ana gerçeklik şu kalır; Tüm bu etnik unsurlar ve medeniyetler öyle veya böyle bir şekilde birbirlerini etkilemişler ve birbirlerine kaynaklık etmişlerdir alışveriş kaçınılmaz olmuştur. Tarih içerisinde bu etnik unsurlar göçler ve çok çeşitli sebeplerle kendi aralarında kaybolmuşlardır. Türk Aşiretleri arasında kaybolan Kürtler ve Kürt aşiretleri arasından zamanla kaybolan Türkler gibi bu durum kaçınılmaz ve medeniyetin var olmasını sağlayan çeşitliğe katkısı olan ana unsurdur. Osman Karatay da eserinde bu gerçeği yansıtmaya çalışmış tartışılan bu etnik gerçeklerin esasında aynı bölge halkları için akrabalık akraba halklar olarak görülmesinin doğru olacağına dikkat çekmektedir. Karatay’ın bu görüşüne katılmakla birlikte eski Orta Doğulu halkların ön Türkler olarak adlandırmanın şu anlık bilim dünyası için yeterli olmadığını da dikkat çekmemiz gerekmektedir. Eski çağ uzmanları bu görüşün bilimsel açıdan şu anlık ispatlanmadığını ve bilimsellik bakımından yetersiz görüldüğünü söylemektedirler.

Karatay’ın eseri İran Turan olgusunun yeniden anlaşılması ve tenkit edilmesi bakımından önemli bir eserdir. Bu alana ilgi duyan Türklerin Eski çağ yaşantılarını araştıran araştırmacılar için okunması gereken eserler arasına zikredebiliriz. Alışıla gelmiş ve baskın batı biliminden sıyrılarak kendi savlarımızın ortaya atmamız ve bunu tartışmaya açmamız bakımından örnek bir eserdir. Osman Karatay zaten eserinde bu olgudan bahsetmiştir. Bilinen ezberlenen batının oluşturduğu bir Türk tarihi yerine bizim kendi iç dinamiklerimiz ve zihin dünyamız ile yeniden savlar oluşturmamız ve akademik dünyaya duyurmamız önemlidir. Bazı Eski çağ uzmanlarının ön Türkler fikrini tamamen yok sayıp küçük görmeleri de yanlış bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır. Orta Asya hiç şüphesiz Türklerin ana yurdu ve medeniyetlerini oluşturdukları ana merkezdir ancak Selçuklu zamanında Ana doluya akın eden Türklerin burada kendilerine benzeyen bitişken dilli Eski çağ halklarının kalıntıları ile karşılaşmış olabilecekleri de önemli bir görüş olarak ortada durmaktadır. Bu görüşü tamamen yok saymamalı ve bilimsel açıdan nasıl ispat edilebilir olduğu üzerine düşünmeliyiz bu açıdan Karatay bize yeni bir ufuk açarak bu alanı tartışmaya açmaktadır önemli olan nokta da bu olmaktadır.

Leave a Comment