İşgal Altındaki Kıble: Filistin İzlenimleri
Yazar: Abdulkadir Macit
İşgal Altındaki Kıble: Filistin İzlenimleri
Geçtiğimiz günlerde İLEM ekibi olarak Kudüs merkezli Filistin ziyareti gerçekleştirdik. Bu ziyaret kapsamında el-Halil, Kudüs ve Yafa şehirlerini -maalesef turist gibi- gezdik. Maalesef diyorum, çünkü hissedip de dokunamamak, idrak edip de müdahale edememek, görüp de değiştirememek, yaralara merhem olamamak ikilemlerini gezimiz esnasında her saniye hissettik. Bu yüzden şu an, geçen dört günün ardından şunu rahatlıkla söyleyebiliyorum: Hissettiklerimi idrak edebilseniz gitmek ister miydiniz bilemiyorum, ama mesele hissetmekten daha da öte bir şey olduğu için gitmek lazım geldiğini her bir şekilde ifade ediyorum.
Filistin, Üstü Açık Kapalı Bir Cezaevi
Biz esasen Filistin’e gittik ama -üzülerek söyleyeyim ki- zahiren İsrail Devleti’ne gittik. Görünen tablo ve gelinen nokta itibariyle Filistin, Yahudilerin sıkı kontrol ve terör estirmesi ile zor bir dönem yaşıyor. Bu sadece askeri işgal olarak değil şehirlerin demografik yapıları, siyasi ve idari mekanizmaları ve iktisadi hayat olarak da böyledir. Örneğin, Kudüs’ün 800.000 olan nüfusunun %65’i Yahudi, %33.5’i Müslüman ve %1.5 Hristiyan; Yafa’nın nüfusunun ise 500.000’i Yahudi, 25.000’i Müslüman. Müslümanların siyasi ve idari mekanizmalarda yeri yok. Müslümanların iktisadi olarak sadece evlerinin önündeki bahçelerde meyve sebze yetiştirmelerine müsaade ediliyor. Öyle tarım arazilerinde ziraat yapmaları söz konusu değil. Bir şehirden bir şehre girip çıkmalarına müsaade edilmiyor. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Filistin, üstü açık kapalı bir cezaevi gibidir. İslam dünyasında Müslüman ülkelerin arasını açma taktiği burada Filistinlilerin arasını açma olarak işletiliyor. Dolayısıyla ortak bir mücadele zeminine müsaade edilmiyor. Genel itibariyle El-Halil, Kudüs ve Yafa kentleri Yahudilerin, Batı Şeria, Yahudi işbirlikçisi Mahmud Abbas öncülüğündeki El-Fetih’in, Gazze ise çok zor şartlarda Hamas’ın kontrolünde mahkûmiyetini sürdürmektedir. Bütün bu durumları ve gelecek öngörüsünü sorduğumuz İslami Hareket’in başkan yardımcısı çok hazin bir şekilde ekibimize şöyle bir ifade kullanıyor: “Bırakınız haftayı, günü nasıl kurtaracağımızın derdindeyiz.” Bu cümle karşısında tarifi imkânsız mahzun oldum, acziyet hissettim.
Yahudilere Temas Etmek
Burası İstanbul’da miting, protesto veya Türkiye-İsrail maçı gibi etkinliklere katılarak “Kahrolsun İsrail” sloganlarının atıldığı bir yer gibi değil. Burası Yahudiler ile bizzat yüz yüze geldiğimiz ve farklı bir duyguyu içinde barındıran bir ortam. Yahudilere temas etmek, her köşe başında, Mescid-i Aksa’ya girerken Yahudi askerler ile muhatap olmak. Bunun getirdiği ürküntü, askerler tarafından ne ile karşılaşacağımızın meçhul olması. Burada savaşın yanında daha başka bir şey var. Yahudiler bilinçli ve sistematik bir aşağılama, psikolojik baskı, korku, tedirginlik hissettiriyorlar.
Kudüs şehrinin sur içindeki mahalleleri Yahudi, Hristiyan ve Ermenilerce ele geçirilmiş durumda. Başkent, Tel Aviv olarak resmiyette görünse de devlet Kudüs’ten idare ediliyor. Çünkü parlemento binası ve bakanlıklar Kudüs’te bulunmakta. Buraları gezdiğinizde yürek sızınız daha bir artıyor, nutkunuz tutuluyor. Filistin 1918 İngiliz işgalinden sonra 1948’de İsrail devletinin kurulması ile gün be gün toprak ve nüfus artışı ile Yahudi kontrolü artırılıyor.
Bu kontrolü ziyaret ettiğiniz her mekânda muhakkak hissediyorsunuz. Buna El-Halil kentine gittiğinizde Hz. İbrahim, Hz. Sare, Hz. İshak ve Hz. Yusuf peygamberlerinin kabirlerinin içerisinde olduğu Hz. İbrahim camiinin durumu tipik örneklerden birisidir. Zira ziyaretimiz esnasında Yahudilerin caminin %60’ını sinagog yaptıklarını, peygamber kabirlerini gasbettiklerini, ayın çoğunda ezan okutmadıklarını, dahası cemaatle namaz kılınmasına müsaade etmediklerini ve belirli vakitlerde Yahudilerin mescide ayakkabıları ile girerek bin bir türlü rezalet içerisinde eğlenceler düzenlediklerini görmek yüreklerimizdeki koru daha da alevlendirdi. Korkuluklar ve aramalar içerisinde camiye girişimiz, okunan Kuranlar karşısında yan taraftan -söylemeye dilim varmıyor ama- “Muhammed -haşa- hınzır” bağrışmaları… Nasıl ve niçin tepki ver(e)miyoruz, ellerimiz neden taşlara gitmiyor. Bu sorular hala beynimizi kurcalayan, derin bir ah çektiren muammalar olarak duruyor. Hâlbuki bu mekânlar özelinde İslam’ın bütün birikimlerinin tahribatı ve yok edilmesi ile karşı karşıya olduğumuzu anlamak için daha kaç insanımız şehit edilecek, kaç mabedimizin kudsiyeti çiğnenecek, kaç şehrimiz işgale uğrayacak!?
Bizim kanaatimiz odur ki, nüfusun artması için ve Kudüs’te baki kalmak için dindar Yahudiler çok çocuk sahibi olmaya teşvik edilmektedir. Bu yüzden caddelerde bazı ailelerin ardında 10-15 çocuk görebilirsiniz. Normalde kız-erkek her Yahudinin 3 sene askerlik yaptığı İsrail’de bu dindar Yahudiler askere gitmemekte, çocuklarını Talmut okullarında okutmakta, hatta bunlara devlet tarafından maaş dahi bağlanmaktadır.
Bu ve benzeri uygulamalar ile Yahudiler, algı operasyonu ve manipülasyonun en ileri düzeyde faaliyetlerini sürdürmektedirler. Yurt dışından gelen veya getirdikleri turistlere Kudüs üzerindeki bütün varlıkların kendilerine ait olduğunu kanıtlamak için akla hayale gelmeyen oyunları sergilemektedirler. Gerçekte bu durum Müslümanlara ait olan hemen hemen tüm birikimleri kendilerine mal etme çabasıdır.
Bütün bunlar karşısında açıkça söylemek gerekirse şahsen ziyadesiyle kinlendim, dişlerimi biraz daha fazla sıktım. Ancak bir tarafıyla da bileylendim, yaptıklarımızın yapmamız gerekenlerden ne kadar az olduğunu idrak etim.
Filistinli Murabıt Müslümanlar
Yahudilerin dünyayı arkasına almış, şımarık ve zalim bir eda ile gerçekleştirdiği bütün zulümler karşısında direnen, mücadele eden, yardımlaşan bir kitle görmek gönlümüze az da olsa su serpmiş oldu. Onların metanetleri ve bilinç düzeyi ümidimizi perçinledi. Yaşananlar karşısında örneğin; “Batıl yapması gerekeni yapıyor, biz de yapmamız gerekeni yapmalıyız” diyerek taat ehli olmaya çalıştıklarını gördük. Yani Filistinliler, hayatları cihad ile geçen bir millet görüntüsü arzediyorlar. Onlar devrin İsrail’i olan Roma’sına karşı mücadele eden günümüzün Meryemleri, İsaları ve Yahyalarıdır. Sabahtan akşama mescitte hizmet eden, Yahudilerin giriş çıkış yaptığı Burak kapısı önünde gün boyu bekleyen, dua eden, Kuran okuyan, herhangi bir müdahalede set olmaya çalışan, tekbirler ile yüreklere korku salan murabıt kadınlar… Yine Mescid-i Aksa’nın kapılarında, alanında nöbet bekleyen murabıt erkekler…
Kıble Mescidi’nin kıble tarafının sol alt katında yıllarca Süleyman ahırı olarak nitelenen, zamanında Haçlılar tarafından ahır olarak kullanılan Mervani Mescidi’nin açılma sürecine dair yaşananlar Kudüs Müslümanlarının belirttiğimiz hususiyetlerine şahitlik etmektedir. Bunlar arasında; mermer yüklü kamyonların Mescid-i Aksa’ya girişine izin vermeyen İsrail’in bu kararı üzerine yüzlerce Filistinlinin elden ele mermeri taşıması; dinle diyanetle ilkin yakından alakası olmayan Türk mermer ustasının mermerlerin döşenmesi esnasındaki tevbesi; elinde bir poşet ile gelip neredeyse 2 kg’lık kendisinin, kızlarının ve gelinlerinin altınlarını infak eden kadının örnekleri dikkate şayandır.
İşte, bütün bunlardan dolayı, Kudüs’te aşk var, dava var ama davanın sürecine dair bir imkân ve sistematik sürdürülen bir yol haritası maalesef yok. Nasıl olsun ki, karşısında dünyayı arkasına almış bir İsrail, birbirine düşmüş ve Filistin’i gündemlerinden düşürmüş olan İslam ülkeleri, hatta kardeşlerini ölüme terk etmiş Arap devletleri varken ne bekleyebiliriz.
Halledilmesi gereken tarihi bir mesele olarak görebileceğimiz, temel öneme sahip olan bir söylenti, Filistinlilerin toprak satımına dairdir. İsrail işgalci, terörist bir devlettir. Filistin topraklarını zorla, silah gücü ile işgal etmektedir. Yahudiler bu maksatla baskı, tehdit ve yerine göre vaatlerle satın alma işlemleri de yapmaktadırlar. Ancak Filistinlilerin bu satışlara tepkisi bizim için önemlidir. Zira bir örnek bunu bize kanıtlamaktadır. Zeytin Dağı’nda bulunan, mevki olarak Mescid-i Aksa’yı tam olarak karşısında gören ve satılan bu evin sahibi Filistinliler tarafından öldürülmüştür. Yahudiler bu olaydan sonra satış yapanların yurt dışına çıkarılacağı garantisini vermiştir. Dolayısıyla burada gözden kaçırılmaması gereken hakikat, manipüle edilen Filistinlilerin toprak satma yalanının açığa çıkmasıdır.
Mühim Tespitler ve Yapılması Gerekenler
Bu ziyaretimiz bize şunu kanıtladı: Kudüs ve Mescid-i Aksa davasına ait çok az şey biliyoruz. Sadece Kudüs değil Filistin’in diğer bütün şehirlerinin kaderi benzer bir durumu yaşıyor. Filistin’in siyasi, idari, iktisadi ve dini yapılarının bütünsel bir bakış açısı ile idrak edildiğini söylemek hiç de öyle kolay değildir. İdrak edilmediği için de Filistin’e yönelik parçalı veya tam idrak edilmeyen bir anlayışımız var. Halbuki İslâm’ın hem Hz. Âdem’den Rasulullah’a (sav)bölgede tutunarak yerleştiği bir merhaleden günümüze kadar sahip olduğu birikimlere baktığımızda Filistin’in Kudüs merkezli bütünsel okunması gerektiği vuzuha kavuşmaktadır. Diğer taraftan burada dinler ve medeniyetler iç içe bulunmaktadır. Sadece Kudüs bile başlı başına üzerinde hakimiyet kuran devletlerin şehre kattığı eserlerini, mekânlarını görebilmemiz ve sahih bilgiye ulaşabilmemizde ehemmiyetli bir rol oynamaktadır.
Bu yüzden Kudüs literatürü, bilgi bankası ve paylaşımı sağlanmalıdır. İlmi olarak çalışmalar zayıf olduğundan dolayı güçlü bir şekilde artırılmalıdır. Bu ihtiyacı, Mescid-i Aksa yazma eserler bölümünü gezerken daha çok hissediyorsunuz. İmam Gazzali zamanında 1600 civarında ders halkasının olduğu bir ilim merkezinin bugün içinde bulunduğu hazin tablo dizleri dövmenin ötesinde işbirliği içerisinde çalışmalar yapmamızı bize tekrar tekrar hatırlatmaktadır. Süleymaniye Kütüphanesi başta olmak üzere yazma eserler üzerine çalışmalar yapan kurumlar seferber edilmelidir. Kudüs davasının sahih olarak ve vurguladığımız üzere bütünsel olarak bilinmesi için tercüme faaliyetleri yapılması ve bunların gündemde tutulması gerekmektedir. Bu sayede Kudüs ve Filistin davasındaki tecrübenin aktarımı da kuvvetlenecektir.
Filistin’de yaşayan diğer inanç mensuplarının haksız, zalim ve nankör uygulamalarını görünce İslam’ın ve kutsallarının kıymetini anlamak daha bir kolaylaşıyor. Bu noktada elde tutulmaya çalışılan son mevzinin/istinatgâhın İslam’ın ve Kudüs’ün gözbebeği olan Mescid-i Aksa olduğu ciddiyetle kavranmalıdır. Bu son istinatgâh durumu, bundan asırlar önce Haçlıların işgalinde iken de hissedilmişti. Bu durum karşısında Selahaddin-i Eyyubi’nin âlimleri çağırarak “ümmeti hazırlayın” çağrısını ve sabah namazı vurgusunu hatırlamamızda fayda bulunuyor. Unutulmamalıdır ki, Mescid-i Aksa’nın cemaati arttıkça göz bebeğimiz parlar. Cemaati canlı tutmak gerekmektedir. Bir sonraki safhada Selahaddin-i Eyyubi’nin cemaatin hazır olduğundaki cihad ilanının mahiyetini iyi tahlil etmemiz elzemdir. Bütün bunlar bize miracın merkezi Mescid-i Aksa’da ve şahsımızda namazın ancak özelde sabah namazının ehemmiyetini anlamamızda önemli tarihi gerçektir. Diğer taraftan bu mevzu üzerinden günümüz âlimleri ile devlet erkânı arasındaki ilişkileri de ayrıca masaya yatırmamız gerekecektir.
Biz duygusalız, genel olarak ağlıyoruz. Ancak bu Filistin’in özgürleşmesi için yeterli olan bir durum değildir. Adım atmalıyız, amele dökmeliyiz. Haydin cihada denilecek bir amel ortaya koymalıyız. Zira Resûlullah (sav); “Oraya gidiniz ve orada namaz kılınız, eğer oraya gidemez ve orada namaz kılamazsanız, kandillerinde yakılmak üzere zeytin yağı gönderiniz “ buyurarak temelde iki görevi bize yüklemektedir. Gitmek ve gidemediğinde orada yanan iman ateşini yakmak, süren davayı ayakta tutmak. Bundan dolayı bir plan çerçevesinde toplumun her kesiminden insanlar götürülmeli ve Kudüs’ün özgürleşmesine yönelik teklifleri alınmalı, sonrasında da bu teklifler ve çözüm yolları bir proje kapsamında takibi yapılarak hayata geçirilmelidir.
İnanmış bir Müslüman olan merhum Erbakan hocanın “milyon dolarlık uçaklarınızın düşmesi için bir dolarlık cihazlar icat ederiz” iddiası ve buna dair eylemi üzerinden bedel ödemeye başlaması bize bu hususta bedel ödemeye hazır yanımızın olması gerektiğini hatırlatmaktadır. Şüphe yok ki, bedel öde(n)medikçe özgürlük gelmeyecektir. Bu bağlamda cihad bahsinin yeniden ele alınması gerekmektedir.
Burada hususen tasrih etmek (özellikle açıklamak) gerekir ki, vakt-i zamanında düşen Kudüs’ün yeniden düşüşünü yaşıyoruz. Filistin özelinde bugün Suriye, Irak gibi ülkelerde yaşananlara şahitlik edince devlet düşüncesinin ve varlığının ehemmiyetini bir daha idrak etmiş bulunuyoruz. Ancak ele alınması gereken diğer bir mesele de; Yahudiler üzerinden din-devlet ilişkisi bağlamında kendimize dair bir değerlendirmedir. Bu değerlendirmeler mucibince sistem, modern ulus devlet gibi kavramlara bakış açımızın netliği sağlanmalıdır.
Ve son olarak;
Filistin ziyaretimizin ardında kalan duygulardan bir tanesi de zaruri olarak ümit kaybetmeden mücadeleye devam edilmesi oldu. Zulmün baki, zalimin ebedi olmayacağına şahitlik ettik. Rabbimizin Roma’nın karşısına Hz. İsa’yı, Hz. Yahya’yı; Bizans’ın karşısına Hz. Ömer’i; Haçlıların karşısına Selahaddin-i Eyyubi’yi; Theoder Herzl’in karşısına Abdulhamid Han’ı çıkardığını ve Kudüs’ün yükselişini bahşettiğini bihakkın gördük. Mescid-i Aksa’nın emniyet müdürü Ebu Kuteybe’nin “Erbakan’dan sonra bir Fatih bekliyoruz” ifadesiyle kadınlarımıza Fatih doğurmaları veya yetiştirmeleri yakarışı yürek burkan ancak sırtımızdaki sorumluluğun ağırlığını hissettiren cinstendi.
Son cümlemiz Lütfi Sunar’dan:
“Dua samimi, bilgi derin, eylem kavi olmalı ki düşman İsrail beri olsun. Allah duamızı bilgimize, bilgilerimizi eylemimize zemin eylesin”.