Kavramlar Tarihi Yuvarlak Masa Toplantıları-1
Kavramlar Tarihi Yuvarlak Masa Toplantıları-1, Gültekin Yıldız, Teyfur Erdoğdu, Faruk Yaslıçimen, Halil İbrahim Erol, 26 Mart 2015 Perşembe, 17.00
Reinhart Koselleck’in Kavramlar Tarihi (Politik ve Sosyal Dilin Semantiği ve Pragmatiği Üzerine Araştırmalar) isimli eseri Yuvarlak Masa Toplantısı’nda müzâkere edildi. Halil İbrahim Erol moderatörlüğünde Gültekin Yıldız, Teyfur Erdoğdu ve Faruk Yaslıçimen konuya dair görüşlerini dile getirdiler.
Teyfur Erdoğdu “Kavramlar Tarihi” meselesini sosyal medyada duyurduklarında, “Tarihçiliğe felsefenin bulanık kafasını bulaştırmayın!” şeklinde bir eleştiri aldıklarını ve bunun tarihçilerin kafasının daha net felsefecilerin ise çok daha bulanık olması hasebiyle anlaşılabilir bir eleştiri olabileceğini söyleyerek konuya giriş yaptı. Tarihçilerin çelişkili bir tavır içinde olduklarını, inceledikleri konunun geçmiş zamandaki bir mesele ve mekânla kayıtlı olmasına rağmen, faydalandıkları kavramları zaman ve mekândan münezzehmiş gibi kullanmalarına dikkati çekti. Buna örnek olarak ise, belli bir dönemi inceleyen tarihçilerin “devlet” kavramını genellememe yaparak sanki bütün yüzyıllarda aynı anlama geliyormuş gibi bir tavır içine girerek kullanmalarını gösterdi. Tarihçilerin eserlerini yazarken narasyon (anlatım, hikâye) metodu ya da problematik yoluyla ele aldıklarında hassas davranmadıklarını ve kavramların içeriklerini cihanşümulmuşcasına doldurduklarını sözlerine ekledi.
Kavram tarihçiliği, Gültekin Yıldız’ın da kendine dert edindiği bir mesele olduğundan kavram tarihi çalışma grubu kendiliğinden gelişmiş. Kavramlar tarihi konusunda Türkiye’de makale yazanlar olmasına karşın, bu alanın bir mümessili olmaması hasebiyle Koselleck’in kitabını başlangıç noktası olarak belirlemişler.
Halil İbrahim Erol’un böyle bir çalışma yapmanın bize nasıl bir imkân sağlayacağını sorması üzerine, Gültekin Yıldız konuşmasına başladı. Türkiye’de tarihçilerin genellikle tarih araştırması yaptığını, tarih yazıcılığı ya da tarihçiliğin yöntemi üzerine olan araştırmaları felsefecilere bıraktığını, buna mukabil felsefecilerin içinden de tarih felsefesi çalışanların az sayıda olduğunu ifade etti. Histografya ile tarih felsefesi ayrı alanlar olduğundan, tarih yazıcılığı teorisini de sadece tarihçilerin çalışması gerektiğini belirtti. Kavram tarihinin, bize hem histografya hem de tarih araştırması ile ilgilenme imkânı verdiğine dikkati çekti. Çünkü kavramla ilgili bir araştırma yaparken tarihçiliğin temel kurallarını uygularız ve en temel yöntem de her dönemin kendi dili ve şartları olduğunun bilinmesidir.
Gültekin Yıldız, kavram tarihi çalışması yaparken, yeni üretilen felsefe diliyle ne şekilde kavram üretebileceğimiz ya da ne kadar tefekkür imkânına sahip olacağımız muammalı olduğundan, mutlaka Osmanlı diline ihtiyacımızın olduğunu anlatarak konuşmasına devam etti. Çünkü bu işlenmiş bir kültür ve medeniyet dili olduğundan, kavramlarla uğraşmak demek aynı zamanda Osmanlı dilini çözmek anlamına geliyor. Meselâ “vatan” kavramını ele aldığımızda “Vatan sevgisi imandandır.” cümlesindeki anlamını ancak Niyazi Mısrî okuyarak anlayabileceğimizi yahut da Nâmık Kemal’in kullandığı “vatan” kavramını anlayabilmek için Fransız İhtilâli ile ilişkilendirmemiz gerektiğini belirtti. Benjamin Franklin’in “Time is money” sözünü, Osmanlılar’ın “Vakit nakittir” şeklinde tercüme ettiğini, Protestan sözü olduğu halde “vakit” ve “nakit” kavramları Osmanlıca olduğundan, bunun ecdat sözü gibi telâkki edilebileceğini söyledi. Bu yüzden Osmanlıca’da kullanılan her kelimenin ve özellikle de 19. yüzyılda kullanılanların hepsinin orijininin Osmanlıca olmadığını ifade etti.
Sözlerine, Elmalı’nın Metâlib-i Mezâlib’inde Hıristiyanlığa ait olan kelimelerin ya da modern Batı felsefesine ait olan kelimelerin İslâm kelimeleriyle tercüme edildiğini örnek göstererek devam etti. Günümüzde özellikle metafiziğe ait kavramları tercüme ederken zorluklarla karşılaşıldığını ve kendisinin de bunu Carl Schmitt’in eserini tercüme ederken yaşadığını belirtti. Tamamen Katolikliğe ait kavramların, bugünkü Türkçe’de ve Osmanlıca’da karşılıkları olmadığından, İslâm itikadındaki benzer kelimelerle karşılığını bulmaya çalışmış. Bu bakımdan kavram çalışmasının, tercüme yapacaklar için de kendi lügatini geliştirmeye katkısının olabileceğini ifade etti.
Gültekin Yıldız, kavram diyebileceğimiz daha felsefî tabirler olduğu gibi ıstılah diyebileceğimiz daha teknik terimlerin de olabileceğini, perdeyi Koselleck gibi biraz daha yukarıdan açıp kavram dediklerini, ama askerî tarih çalışırken karşılaştığımız bir top çeşidinin bile bir kavramın içine sokulabileceğini ifade etti. Buradan da farklı branşlara ait bir terimler ya da kavramlar sözlüğü çıkartma şansımızın olabileceğini, ya da “Osmanlı Medeniyeti’nin Anahtar Kavramları” diye belirli kavramları seçip, bunların tarihi süreçteki anlam değiştirmelerine bakabileceğimizden bahsetti. Burada da Almanlar’ın semantik (anlam bilimi) dediği şeyin devreye girdiğini, yani aslında kavramı çalışırken, kontext’i çalıştığımızı ve kontext dediğimiz şeyin de tarihi zemin olduğunu vurguladı.
Teyfur Erdoğdu sözü devraldı ve Doğan Özlem ve Reinhart Koselleck’in ortaya koyduğu şeyin hermenötik (hermeneutik) bir mesele olduğunu, onların bir kavramın zaman ve mekânla kayıtlı olmaktan kurtulamayacağını, yani herhangi bir kavramın cihanşümul olmadığını ifade ettiklerini belirtti. Bunun yanında, Humboldt gibi problem tarihçilerinin de, bazı temel felsefî problemlerin bulunduğunu ve bu temel problemleri ağacın gövdesi olarak farz ettiklerini, dalları teori, yaprakları da kavramlar gibi düşündüklerini ve bu temel problemlerin hakiki yüzünü (veritas’ını yani nümen’ini) bilebileceklerini iddia ettiklerini açıkladı. Yani onların, “problemin ne kadarını tarif edebilirsek problem odur” gibi bir düşünce tarzlarının bulunduğuna dikkat çekti. Kavram tarihçilerinin ise: “Hiçbir problem cihanşümul değildir, zaman ve mekânla kayıtlıdır. Temel problem yoktur ve temel problem denilenler zamanın ve mekânın ürettikleridir.” diyerek kültür tarihçiliği yapmaya başladıklarını belirtti. Kavram tarihçiliğinde insanı rahatsız eden bir tarafın olduğunu, yani “nümen yoktur her şey fenomenaldir, bizim inşa ettiklerimizdir” düşüncesinin de gerginliğe sebep olabileceğini vurguladı. “Peki, buradan çıkış mümkün müdür? Bir nümen olabilir ama biz o nümeni bilmiyoruz. Kavramların nümenal anlamlarının varlığını kabul ediyoruz ama biz onların fenomenal anlamlarıyla meşgul oluyoruz ve bu da algıdır. Yani, biz hakikati bilmesek bile gerçeklerle iş yapabiliriz. Bu da kavram tarihçiliğine karşı duruştur.” diyerek kendisini bir kavram tarihçisi olarak nitelendirmediğini sözlerine ekledi.
Gültekin Yıldız, kavramların da bir tarihi olduğunu ve tarihi metinlerin anlaşılıp anlaşılamayacağının gösterilmesi gerektiğini söyleyerek konuşmasına devam etti. Ancak, Osmanlı tarihini yazarken hâlâ “15. yüzyılın 19. yüzyıl kavramlarıyla değerlendirildiği” tespitinde bulundu. Günümüzün siyasî dilinin haricinde, akademik bir siyasî terminolojiyi yeterince oluşturamadığımızı ve önceliğimizin iyi bir tarih yazmak olması gerektiğini savundu.
Teyfur Erdoğdu, bir kavramın tarihsel geçmişini bilmenin sadece sağlam bir şekilde inşa faaliyetinde bulunmak için değil, aynı zamanda işin politik yanını anlamak için de gerekli olduğunu belirtti. “Meselâ eskiden feodaller vardı sonra soylular oldu, eskiden işçi vardı şimdi emekçi oldu.” dedi. Bu kelimelerin politik manipülasyon ile aslında o kavramların sahip oldukları dünyanın içini boşaltmaya da yaradığını, buradaki politik müdahaleyi yakalayabilmek adına bu kavramlardaki değişikliği yakalayabilmenin önemli olduğuna dikkat çekti. “Emansipasyon” kelimesinin birdenbire “özgürleşme” olarak her tarafa yayıldığını, bu çalışmayı yapmanın, bu tür kavramların atalarını ya da içerik olarak atalarını tespit etmek açısından da önemli bir işlevi olacağını söyledi. İlginç bir şekilde bazı kavramlar mevcut iken, içeriklerinin olmayıp, gerçek dünyada karşılıklarının bulunmadığı tespitini yaptı. Bu duruma, ideal olarak ortaya çıkan, ama günümüzde karşılığı olmayan “komünizm” kavramını örnek gösterdi.
Gültekin Yıldız sözlerine, kavramlar tarihi çalışmasının bize söylem analizi yapma imkânını da vereceğini vurgulayarak devam etti. Belgeyi okurken neyin gerçekten olmuş olana, neyin olması istenilene karşılık geldiğini de görebileceğimizi, meselâ, “adalet” kelimesini belgede gördüğümüz zaman, Kur’ân-ı Kerim’deki “adalet” ile Osmanlı’daki “adalet”in başka şeyler olduğunu anlayacağımızı ifade etti. Kur’ân-ı Kerim’deki ontolojik bir şey çağrıştırırken, Osmanlı’daki ise pragmatik bir şeyi çağrıştırmakta ve bunların ikisini bünyesinde karıştırmış versiyonu ise “adalet” kelimesinin günümüzdeki kullanımına tekabül etmekte. Dolayısıyla kavram tarihiyle uğraşınca modern Türkiye’nin dilinden biraz uzaklaşacağız. Bir anlamda alt bir akademik dil oluşturulacak.
Konuşmanın sonunda Faruk Yaslıçimen, “heteredoks” ve “sekülerlik” kavramlarının yanlış manalarda kullanılmalarına dikkat çekti. Özellikle tezini ya da makalesini İngilizce yazanların çok ciddi bir kaygısızlığı olduğunu, meselâ değişik mezhep ve meşreplerden bahsederken hep “heteredoks” kavramını kullanıp, kolaycılığa kaçtıklarını ifade etti. Bu çalışma sayesinde, tarihçinin hem metodolojik bir donanım taşıyacağını hem de tarihi gerçekliğin kendisine daha doğru yaklaşmayı mümkün kılacağına inandığını belirtti. Son zamanlarda literatür yoluyla sekülerleştirme faaliyetleri olduğundan bahsetti. Örnek olarak da Viyana’daki bir konferansta bir sanat tarihçisinin kilise tezyînâtı ve fresklerden bahsederken, onları, sanki dinî boyutları yokmuş gibi sadece sanatsal açıdan değerlendirdiğini gösterip, bu durumdan duyduğu rahatsızlığı dile getirdi.