Konfüçyanist Müslüman Âlimler ve Neo Konfüçyanist Perspektiften İslam’a Yaklaşımları
Konfüçyanist Müslüman Âlimler ve Neo Konfüçyanist Perspektiften İslam’a Yaklaşımları, Esra Çifci, 31 Ekim 2015 Cumartesi, 17.00
Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Dinler Tarihi alanında doktora eğitimine devam eden Esra Çifci’nin “Konfüçyanist Müslüman Âlimler ve Neo Konfüçyanist Perspektiften İslam’a Yaklaşımları” başlığını taşıyan bu sunumu aynı bölümde yapmış olduğu yüksek lisans tezidir. Bu konuyu çalışmaya lisans döneminde karar verdiğine değinerek sunumuna başlayan Çifci, Çin’de çok farklı Müslüman grupların olduğununu, kendisinin ele aldığı ‘Hui’lerin de bu gruplardan birisi olduğunu belirtti. Çifci’nin sunum başında dikkat çektiği diğer bir konu Çin’deki bu gruplara mensup Wang Daiyu adındaki bir âlimin Konfüçyanist Müslüman olarak adlandırılmasıdır. Bu isimlendirme kendi isimlendirmeleri mi yoksa Batılıların onlara vermiş olduğu bir isim miydi? Biraz araştırma ile Wang’ın tek olmadığını fark eden Çifci, tezine bu isimlendirmenin nasıl olduğu, kimler tarafından verildiği gibi sorular ile başladığını ifade etti.
Sunumunda ilk olarak konunun nasıl bir tarihsel arka plana sahip olduğuna, Konfüçyanist Müslümanların 16.yüzyılda ortaya çıkmasının özel bir sebebi olup olmadığına değinen Çifci, neden böyle bir ekolün ortaya çıktığı, yazılmış eserlerin olup olmadığı ve son olarak Konfüçyanist Müslümanların kim olduğu sorularına yanıt aramıştır. Çifci, belirlediği sorular ekseninde sistemli hale getirdiği çalışmasında en çok aldığı tepkinin Konfüçyanist mi yoksa Müslüman mı, hangisinin önce geldiği sorusu olduğunu belirtti.
Çifci, ilk olarak tarihi arka plana kısaca değindi. Müslümanların Çin’e geldiği yüzyıl 7. yüzyıldır. Bu yüzyıllarda daha çok ticari ve siyasi amaçlar ile Çin’e gelen Müslümanlar görülmektedir. 7-13. yüzyıl arasında Çin yönetimi tarafından ‘Çinlileri dahi Çinlileştireceğiz’ şeklinde sloganlaşan ciddi bir asimilasyon sürecine girildiği görülmektedir. Asimilasyon çalışmalarında önemli olan gruplar Moğollar ile gelen farklı etnik gruplardır. Asimilasyon süreci farklı etnik gruptaki herkesin Çinliler ile evliliği zorunlu tutularak gen ve kültür; görünüşün değiştirilmesi, kıyafet ve tüm dillerin ilgası ile yalnızca Çincenin kullanımı şeklinde özetlenebilmektedir. Bu süreçte diğer önemli bir konu ise izolasyondur. Çin’in bu süreçte devlet politikasını güçlendirebilmek adına tüm dünyaya kapılarını kapattığı görülmektedir. Bu durumun Müslümanlara etkisi ancak 200 yıl sonra, Müslümanların Çin felsefesine kapılmaları endişesiyle Çinli Müslüman âlimlerin, harekete geçmesi sonucu görünür olmuştur. Farsça ve Arapça unutulmuş, yalnızca Kur’an okuyacak kadar bilinir hale gelmiştir. Dönemin en yüksek statülü mesleği bürokraside yer almaktır. Bunun için de Konfüçyanist eğilimleri öğreten Çin eğitim sisteminde yetişmeniz gerekmektedir. Bu sistemde yetişen eğitimli Müslümanlar bu süreçte kimlik karmaşası yaşamaktadırlar. 16.yüzyılın sonlarına gelindiğinde ise Konfüçyanist Müslümanların atası olarak görülen Hu Dengzhou ile karşılaşılmaktadır. Hu, Darül İslam topraklarında eğitim alarak tekrar vatanına döndüğünde yaşanan değişimi daha net bir şekilde gözlemler ve bir çözüm arayışına başlar. Bu çözüm arayışı onu İslam’a Çince bir söylem kazandırmaya ve kendi sisteminde öğrenci yetiştirmeye sevk eder. Hu’nun kurduğu bu medreselere ‘‘Jingtang Jiaoyu’’ denmektedir. Arapça ve Farsça Çin’ce ile birlikte öğretilmeli İslami klasiklerin yanında Çin klasikleri de medrese de yer almalıdır. Hu’nun öğrencileri ile yayılan bu sistem, 17.yüzyıla gelindiğinde artık birçok merkezde talep edilmektedir. Doğu’dan talebin daha fazla olması Doğu’daki Müslümanların daha çok Çinlileşmesi nedeniyle olduğunu belirten Çifci, Çin’de ekolleşmenin önemli olduğunu ve bu medreselerde bunun dikkate alınarak yazılan eserlerin tüm merkezlere ulaşmasının ve hocalardan kabul görmenin şart olduğunu ifade etti. Bu ilim ağı onların fikri bütünlüğünü sağlayan en önemli şeydir. Bu medreselerde dört grup talebe vardır ki bunlar şöyledir; İlk kesim, Müslüman ailede doğup Konfüçyanist klasikler ile yetişip İslami ilimlere dönen kesimdir. İkinci kesim, Müslüman ailede doğup İslam eğitimi almış olmasına karşın Çin felsefesini bilmeyen kesimdir. Ayrıca, gayri Müslim bir ailede doğup Konfüçyanist sistemde yetişmiş fakat sonrasında Müslüman olup bu eğitimi almak isteyen kesim de bulunur ve son olarak bu sistemin içinde yetişmiş her iki eğitimi de küçük yaşlardan itibaren almış bir kesim vardır. Hocalar ise Çince, Arapça, Farsça bilen ve her iki düşünsel mirasa da hâkim kimselerdir. Bu dönemi özümseme olarak da adlandırabileceğimizi söyleyen Çifci, bundan sonraki dönemin eserlerin verildiği ve sadece nazari tasavvuf eserlerinin tercüme edildiği üretim dönemi olarak adlandırmaktadır. ‘‘Hankitap’’ denilen ilk olarak gramer ve sözlükleri içeren külliyatlardan sonra, Çin – İslam düşüncesini orijinal bir şekilde bir araya getiren eserler ve son olarak bibliyograflar ve biyografiler yazılmıştır. Bu sistem bize kendilerini ekol olarak gördüklerinin delilini vermektedir.
Çincenin medreseye dâhil edilmesi sonucu birtakım eleştiriler ile karşılaşılmaktadır. Bazı kesimler Çincenin medreseye girerken bütün Taoist ve Konfüçyanist değerlerini de birlikte getirdiğini iddia etmektedirler. Diğer bir problem İslam’ın farklı bir dil ile ifadesinin mümkün olup olmadığı meselesidir. Çifci bu konuda Çincenin diğer dillere göre daha sıkıntılı olduğunu belirtti. Çincede Tanrı, Peygamber gibi kelimeler bulunmamakta; Peygamber, orijinal klasik eserlerde bilgeye dönüşmekte, din kavramı yerine tarikat gibi bir anlama gelen Tao kelimesi kullanılmaktadır. Genel olarak dini kavramlar Neo Konfüçyanist Müslümanlar tarafından, felsefedeki ifadeler ile karşılanmaya çalışılmıştır. Konfüçyanist Müslümanların temel meselesi, İslam’ın Çince ifade edilmesi ile hem Müslüman hem Çin dünyasına kendilerini tanıtma, bunun yanı sıra Konfüçyanizm’in Hz. Âdem’den gelen zincirin bir halkası olduğu ve İslam ile Konfüçyanizm’in ortak noktasının Tevhid olduğudur. Bu dönemin her ne kadar Konfüçyanist dönem olarak zikretse de aslında Neo-Konfüçyanist dönem olduğunu belirten Çifci, Neo-Konfüçyanizm’in Konfüçyüs’ün sessiz kaldığı evrenin nasıl yaratıldığı gibi sorulara cevap verdiğini belirtti.
Çifci, Çin’deki dini gruplara da değindi ve avamın Taoist, Budist, elitlerin ise Konfüçyanist olduğunu çünkü Konfüçyanizm’in daha üstün bir felsefenin ürünü olduğu görüşünün hâkim olduğunu bildirdi. Taoist, Budist Müslümanlardan bahsedilememesinin sebebinin de Budizm’in, Taoizm’in sapkın akımlar olarak kabul edilmesi ve zaten dışta olan Müslüman grupların bu gruplar ile birleşmesi halinde tamamıyla dışlanacağı halin söz konusunu olduğunu ve bu sebeplerle Müslümanların Neo-Konfüçyanizm ile uyum sağlamasının önemli olduğunu dile getirdi.
Konfüçyanist Müslümanlar ne iddia ettiler, Konfüçyanizm ile İslam’ı nasıl uzlaştırdılar? İbn Arabî’nin adı zikredilmese de Konfüçyanist düşünceyi İbn Arabî ve Ekberî düşüncesi ile yorumladıkları görülmektedir. Konfüçyanist düşüncede insan’ın oluşumuna değinen Çifci, İslam düşüncesindeki boyutunu ve Konfüçyanist Müslümanların ikisini nasıl birleştirdiklerini, akıl ve ruh meselesi üzerinden İnsan-ı Kamil’i anlatarak Vahdet-i vücut’a çok yakın bir düşünceyi barındıran iki düşüncenin ilginç şekilde birleşimini anlattı. ‘Tabiatını bilen Tao’yu bilir’ söylemine sahip Konfüçyanizm ile ‘Kendini bilen Rabbini bilir’ düşüncesine sahip İslam’ın daha önce belirtilen Vahdet noktasında birleştikleri iddiasının ispatı olarak bu düşünceyi ele aldı.
Son olarak Çifci; başta belirtilen Konfüçyanist mi Müslüman mı, ikisi bir arada mümkün mü sorusunun cevabını verdi. Dini kimlikleri konusunda şüphe duyulacak bir nokta olmadığını her Müslüman gibi ibadetlerini yerine getirdiklerini belirtti. Konfüçyanist Müslüman isimlendirmesinin de kendilerinin kendilerine verdikleri bir isim olduğunu, tarihçesini ve anlamını anlattı. Başta ‘Ru’ kelimesini tercih ettiklerini, Ru’nun da entelektüel, âlim anlamına geldiğini, en temelde ise Konfüçyanist demek olduğunu ve Konfüçyanist klasikleri öğrenen ve öğreten anlamını barındırdığını ifade etti. Çifci, 17.Yüzyıl öncesinde bu isimlendirmenin olmadığını sonrasında Konfüçyanist Müslüman isimlendirmesinin görüldüğünü ve bunun bilinçli bir tercih olduğunu düşündüğünü belirtti. Bu isimlendirmede 17.Yüzyılın çift kimlik vurgusunun yapıldığı bir yüzyıl olmasının etkili olduğunu, hem Çinliyiz hem Müslümanız hem de Konfüçyanistiz vurgusunun yapılmak istendiğini düşündüğünü ifade etti. 18.Yüzyılın ikinci yarısından itibaren üretim dönemi sona ermiştir ve bu dönemden sonra Çin’de siyasi karmaşanın hâkim olduğu ve entelektüel çalışmaların tek tük devam ettiği bir sürece girilmiştir. Konunun yeni bir çalışma alanı olması sebebiyle günümüze yansımasının olup olmadığının henüz bilinmediğini belirten Çifci, özelde Türkiye için oturmuş bir Çin Felsefesi terminolojisinin olmaması sebebiyle de çalışmayı yaparken karşılaştığı zorlukları anlatarak sözlerini bitirdi. Devamında sorular ile sunum tamamlandı.