Matbaa Geç mi geldi?
İnsan bir konu hakkında araştırma yapacağı zaman geçmişte neler yazıldığını merak eder. Geçmişte yapılan araştırmalar incelendiğinde konuyla ilgili ilginç fikirlere rastlanılır. Ayrıca geçmişte ve günümüzde yapılan araştırmalar mukayese edildiğinde konuyla ilgili yapılan araştırmaların ne kadar derinleştiği ve bu araştırmalar sonucunda ifade edilen yeni açıklamaların neler olduğu fark edilmektedir. İslamcı Dergiler Projesi (İDP) araştırmacılara bu konuda oldukça yardımcı olmaktadır. Bu proje kapsamında “İslamcı dergi” profiline sahip dergilerin kendi dönemlerindeki veya geçmiş dönemdeki olayları nasıl değerlendirdiklerine rahatlıkla ulaşılmaktadır. Bu anlamda İDP’den yararlanarak bazı İslamcı dergilerin Osmanlı Devleti’nde matbaacılığın neden geç geldiği ile ilgili görüşlere ulaşılabilir.
Matbaanın Osmanlı Devleti’ne neden geç geldiği tartışması belli ideolojiler çerçevesinde yürütülmektedir. Her ne kadar bu konu ile ilgili birçok tarihçi ilmî araştırmalar yapıp metinler neşretseler de hâlâ tartışma belli önyargılarla yapılmaktadır. Kısır döngü içerisinde yürütülen bu tartışmalar sonucunda herhangi bir verim alınamamaktadır. Bilhassa tartışmayı yapanların 18. yüzyılda yaşanan tarihsel süreci göz önüne almamasından kaynaklanan vahim hataları mutlak doğru olarak kabul etmeleri daha da büyük tartışmalara yol açmaktadır. Geçmişte de söz konusu tartışmalar bu şekilde mi yapılmıştır yoksa daha ilmî düzeyde mi yürütülmüştür? İslamcı dergiler bu konuya nasıl yaklaşmışlardır?
Yukarıda ifade edilen sorulardan hareketle İslamcı dergilere bakıldığında ilk kurulan matbaayı konu alan beş yazı fark edilmektedir. Bunlardan ilki Veli Ertan tarafından kaleme alınan Aralık 1963 tarihinde İslamın İlk Emri Oku Dergisi’nin 31. Sayısında neşredilen “İlk Matbaa ve Bir Fetva” yazısıdır. İkincisi yine Veli Ertan tarafından kaleme alınan ve aynı derginin Mayıs 1964 tarihinde yayınlanan “İlk Matbaa ve Bir Fetva 2” başlıklı yazıdır. Üçüncüsü Hakan Bağcı tarafından kaleme alınan “Matbaacılık Türkiye’ye Neden Geç Girmiştir?” başlıklı yazıdır. Dördüncüsü Abdülmuhsin es-Sebili tarafından kaleme alınan “Dağarcık: İbrahim Müteferrika” başlıklı yazıdır. Beşincisi kim tarafından kaleme alındığı belirtilmeyen “İbrahim Müteferrika Anlatıyor Osmanlı’da İlk Matbaa Nasıl Kururdu?” başlıklı yazıdır. Sonuncusu ise Şerif Öztürk tarafından kaleme alınan ve Hilal Dergisi’nin Ocak 1989 tarihinde yayınlanan “Bizde İlk Matbaa ve İlk Basılan Kitaplar” başlığını taşımaktadır. Bu yazıda üçüncü, dördüncü ve beşinci yazı değerlendirilecektir.
1976 – 1992 tarihleri arasında İstanbul ve Almanya’da neşredilen, yazı işleri müdürlüğünü ve sahipliğini Kadir Mısıroğlu’nun üstlendiği Sebil Dergisi’nin 9 Mart 1979 tarihli 166. sayısında yayınlanan ve Abdülmuhsin es-Sebili tarafından kaleme alınan “Dağarcık: İbrahim Müteferrika” başlılığını taşıyan bir yazı yayınlanmıştır. Yazı, İbrahim Müteferrika’nın hayatını anlatmaktır. Kalvinist mezhebine mensup fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Müteferrika, Osmanlı ve Avusturya arasında yapılan savaş sonucunda esir düşmüştür. Hayatının ilerleyen safhalarında Müslüman olmuş ve “Risâle-i İslâmiyye” isimli kitapçığı kaleme almıştır. Bu kitabından dolayı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa kendisini himayesi altına almıştır. Matbaanın önemini vurgulamak için “Vesiletüd Tıbaa” kitabını kaleme alan Müteferrika, Yirmisekiz Mehmed Çelebi ve oğlu Said ile birlikte ilk Türk matbaasını kurmuşlardır. Es-Sebili, kurulan matbaanın “Müteferrika Matbaası” ismiyle bilindiğini ve bu matbaada ilk olarak Vankulu Lûgatı’nı basıldığını dile getirdikten sonra dini kitapların dışındaki diğer kitapların basımı için Şeyhülislâm’dan fetva aldıklarını ifade etmiştir. Es-Sebili, dini kitaplar için fetva verilmemesinin sebebi olarak otuzbin hattâtın işsiz kalma gibi bir durumun söz konusu olmasını ve dini kitaplarda bulunan ayet-i kelime ve hadis-i şeriflere hürmetsizlik edileceği korkusunu göstermiştir. Yazar, inkılâpçıların Türkiye’ye matbaanın sokulmak istenmediği ve ilk matbaanın halk tarafından denize atıldığı tezine karşı çıkmaktadır. 1400’lü yılların sonlarına doğru gayrimüslimlerin Osmanlı’da matbaalarının mevcut olduğunu belirtmiştir. Türk matbaasının geç kurulmasının sebebi ise hattâtların sayıca oldukça fazla olmalarından kaynaklandığını dile getirmiştir. Es-Sebili, İbrahim Müteferrika’nın 1745 yılında vefat ettiğini belirterek yazısına son verir.
3 Şubat 1970 – 18 Mart 1980 tarihleri arasında Konya’da yayınlanan ve yazı işleri müdürlüğünü Aykut Edibali’nin yaptığı Yeniden Milli Mücadele Dergisi’nin 18 Eylül 1979 tarihli 502. Sayısında kim tarafından kaleme alındığı belirtilmeyen “İbrahim Müteferrika Anlatıyor Osmanlı’da İlk Matbaa Nasıl Kururdu?” başlıklı bir yazı neşredilmiştir. Müteferrika, bu yazıda Osmanlı padişâhlarının menkıbeleri unutulmaması ve dünya ahvalini bildiren kitapların çoğaltılması padişâhın da hoşuna gideceğini belirtir. Matbaanın kurulması için verilen fetva ve fermandan anlaşılacağı gibi matbaa, kitapların çoğaltılması, ilimlerin ihyası ve neşri için en güzel vesiledir. Söz konusu yazıda 1728 – 1733 tarihleri arasında 7000 ciltten fazla kitap basıldığı vurgulanır. Matbaada (i)İslâmiyet’in başlangıcını, (ii)dört halife dönemini, (iii)İslâmiyet’ten önceki milletlerin ve hükümdarların ahvalini, (iv)Osmanlı padişâhlarının hayatlarını konu edinen kitapların basılması hedeflenmiştir.
Mart 1961 – Ekim 1979 tarihleri arasında Konya’da yayınlanan, yazı işleri müdürlüğünü Halit Güler’in yaptığı ve Mustafa Pektut’un sahiplendiği İslamın İlk Emri Oku Dergisi’nde Osmanlı Devleti’nde matbaanın neden geç kurulduğunu konu alan bir yazı yayınlanmıştır. Hasan Bağcı tarafından kaleme alınan “Matbaacılık Türkiyeye Neden Geç Girmiştir?” başlıklı yazı derginin 1974 yılında yayınlanan 141. sayısında neşredilmiştir.
Bağcı, yazının başlangıcında III. Ahmed dönemine kısa değindikten sonra söz konusu yazısında matbaanın kuruluş aşamasıyla ilgili bilgiler yer vermektedir. Akabinde yazar, 15. yüzyılda Avrupa’da başlayan matbaacılığın Osmanlı Devleti’nde neden geç başladığını anlatmaktadır. Bağcı, bilhassa bu gecikmenin nedenini din taasubiyle açıklayan kişilere itiraz eder. Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa’ya ilk tanıtan iki ciltlik büyük eserin [Etat Militaire de I’Empire Ottoman] sahibi Kont de Marsigli [Kont Luigi Ferdinando Marsigli]’yi referans alarak bu eleştirileri çürütmeye çalışmaktadır. Yazıda, Marsigli’nin İstanbul’da doksan bin hattâtın mevcut olduğunu ve Osmanlı Devleti’nin bu hattâtların işsiz kalacağı tereddüdünden dolayı matbaacılığa soğuk baktığını aktarmaktadır. Bağcı, bunlara ek olarak Avrupa’da basılan Arapça, Acemce ve Türkçe eserlerin III. Murad döneminden itibaren pâdişah fermanıyla satışının serbest bırakılmasıyla matbaanın işlevinin görülmeye başladığını belirterek yazısına son verir.
Matbaanın Türkiye’ye geç geldiğine yönelik bir tartışma olmadığı halde es-Sebili ve Bağcı’nın yazılarında Osmanlı Devleti yerine Türkiye ifadesini kullanmalarının amaçlarından biri bu iki devlet arasındaki sürekliliğe işaret etmektir. Bu anlamda Osmanlı tarihi aynı zamanda Türkiye tarihidir. Bu iki tarih alanı birbirinden kopuk olarak değerlendirilemez. Çünkü Türkiye’nin sahip olduğu birçok kurum ve yapı Osmanlı’dan miras kalmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosu da Osmanlı Devleti’nin okullarında yetişmiştir.
Genel olarak yazılara bakıldığında matbaanın 1400’lü yılların sonlarından itibaren faaliyete geçmesinden dolayı matbaanın geç gelmediği vurgulanmaktadır. Ayrıca yazılarda ilk Türk matbaasının 1727 yılında kurulmasının birçok sebebi dile getirilmiştir. Bunlardan bazıları hattâtların sayıca fazla olması, bunların işsiz kalması ve kitap ihtiyacını karşılama şeklinde dile getirilmiştir. Halkın matbaaya yönelik herhangi bir saldırıda bulunmadığı ve ulema tarafından “şeytan icadı” olarak görülmediği dile getirilen diğer hususlardır.