Medeniyet Tarihi I
Ali Şeriati, Medeniyet Tarihi I, Çev. Prof. Dr. Ejder Okumuş: Fecr Yayınları, 2017, 256s.
İran asıllı aktivist yazar Ali Şeriati, “Medeniyet Tarihi I” adlı eserinde ‘medeniyet’ kavramını biyolojik bir canlı gibi değerlendirip yalnızca onun biyografisini, fizyolojisini, sosyolojisini ve ekonomisini incelemekle tanınamayacağının bunlarla birlikte ancak ruh ve düşüncesinin, iç yapısının, gizli köşelerinin bilinmesiyle anlaşılabileceğini, bu alanda eser telif etmiş çağdaşlarından farklı bir biçimde ortaya koymuş, artık ‘batıcılık’ olarak tanımlanan bu kavramla mücadelede kalıcı çözümler ortaya koymayı hedeflemiştir. ‘Medeniyet’i ele alış biçimiyle de kendinden sonrakilere ufuk açması bakımından kayda değer bir eserdir.
Eser; önsöz ve yedi bölümden oluşmaktadır. Müellifin de önsözde belirttiği üzere kitap; günümüz insanının modern medeniyette karşılaştığı sorunları ele almayı gaye edinmiştir. Medeniyet kavramını; maddiyat, maneviyat, değer, zaman, ürün ve birikimler bağlamında ele alan Şeriati, bu kavramın ‘kültür’ ile birbirinden ayrışması için eserinde “Medeniyet ve Kültür” adlı bir bölüme yer ayırmış burada ‘kültür’ün ne olduğundan tafsilatlı bir şekilde bahsetmiştir. Yazar; insanın tarihle manasını bulan bir canlı olduğunu söylemiş, tarihi, insan olmanın ilmi olarak zikretmiştir. Tarihe atfettiği bu kıymete binaen eserinde tarihin tanımına, ekollerine ve araştırma yöntemlerine de bir yer tahsis etmiştir. Eserinin son kısımlarında ise mitolojinin dünya medeniyetlerinin cevheri olduğuna değinmiş ve zihinlerde oluşturduğu ‘medeniyet’ mefhumunun daha net anlaşılabilmesi ve bir örnek teşkil etmesi açısından kitabını Çin Medeniyeti ile sonlandırmıştır. Dolayısıyla Ali Şeriati, diğer medeniyet tarihçilerinden farklı olarak yorumladığı bu kavramı ele alışı bakımından değerlendirilmelidir.
İbn Haldun’un “insan tabiatı gereği medenidir” fikrine bir eleştiri getiren yazar, bu medeniliğin şehirlilik olarak değerlendirildiği takdirde, şehrin medeniyetin bir parçası sayılamayacağını vurgulamış, bu yüzden medeniyet ve şehir arasında parça bütün ilişkisi kurmuş, ancak medeni kişinin şehirde oturma seviyesine ulaşmış kişi olduğunu söylemiştir. Müellif eserinde medeniyet ve kültür kavramlarını farklı şekillerde birçok kez tanımlamış, genel manada medeniyetin, insanların maddi ürün ve birikimleri olduğunu, kültürün ise insanların manevi ürün ve birikimleri olduğunu dile getirmiştir. Ancak yazarın, kitabın başka bir bölümünde medeniyeti tamim etmek amacıyla yaptığı düşünülen tanımında onun; insanlığın maddi ve manevi bütün birikimi olduğuna değinmiş, dolayısıyla Doğu medeniyeti, Batı medeniyeti gibi kavramların kullanımının yanlışlığından bahsetmiş, medeniyeti, bölgelere ve devletlere atfetmekten ziyade zamana ve yüzyıla atfetmenin daha uygun olduğunu dile getirmiştir. Dolayısıyla kültürü de kavimlere özgü kılarak bir tahsis yolunu izlemiştir. Lakin Şeriati kitabının sonlarında, kitabının başında yaptığı tanıma muhalif olarak medeniyetin nesnelden ziyade öznel, başka bir tabirle maddiden ziyade manevi olduğunu söyleyerek yaptığı tanımlarda tenakuza düşmüştür. Yazar, eserinde anti-emperyalist, siyah ırk savunucusu Aimé Césaire’in kültür ve medeniyet tanımlarına yer vermiş, sömürünün kültürel boyutuna dikkatleri çekmiş, emperyalizm ve “medeniyet kazandırma” adı altında tercüme edilen kolonyalizmi, eskiden İran’da dini mukaddes insanların yüzlerinin resmedildiği perdeleri sokakta dolaştırarak ekmak kazanma (şemail dolaştırma) işine benzeterek, Avrupalıların yaptıklarının surette toplumu aydınlatmak da olsa işin aslının onları sömürmek olduğunu vurgulayarak sert eleştirilerde bulunmuştur. Şeriati, karşılaştırmalı medeniyetler tarihi gibi bilim dalları altında doğunun sufist ve duygusal, batının realist ve mantıkçı gözükmesini temellendirerek ortaya atılan fikirlerde kötü bir niyet aramıştır. Yazara göre kitabını yazma ve bu şekilde isimlendirme gayelerinden biri de çağımızda, insanların zihinlerine oturtulmuş hatta üniversitelerde ders mahiyetinde okutulan bu mefhumun her ne kadar asıllandırılarak, altı doldurulmaya çalışılsa da gerçeğin ne olduğunun gösterilmesidir.
Modernleşmek, medenileşmek demek değildir. Peki, medeni insan modern midir? Yenilikçi insan medeni midir? İnsan yaşam araçlarıyla mı yoksa görüş ve düşünceleriyle mi medeni olur? Bu sorulara Şeriati, bizlere medeniyet kazandıran(!) Avrupalılardan oldukça farklı şekillerde yanıt veriyor ve topluma modern eşyaları ithal etmekten ziyade, toplumun görüşlerinin değişmesi, ona kazandırılan bilinç ve imanla, medeniyetin nüvelerinin bizzat buradan mucizevi bir şekilde çıkacağına değiniyor.
Şeriati’yi bu alanda eser vermiş diğer müelliflerden farklı kılan şey, onun Müslüman kimliğinin ön plana çıkmasıdır. Şeriati eserinde medeniyetlerin ve toplumların oluşum ilkelerinden bahsederken göç ilkesini Hz. Peygamber (sav) ile ilişkilendirerek, hicret bağlamında ele alıyor, meseleyi ilgili ayetlerle destekleyerek öncelikle imanın, ikincil olarak hicretin son olarak da cihadın gerekliliğinden bahsediyor. İnanılan bir ideolojiyi elde etmek için hicret etmenin ve bu yolda gerekli mücadeleyi vermenin öneminden bahsediyor. Şeriati’ye göre hicret ilkel insanı medenileştiriyor.
“Coğrafyanın kader olduğu”nu düşünen, sosyolojinin kurucusu sayılan İbn Haldun’a göre; coğrafya, hava ve su şartları medeniyetlerin meydana gelmesinde etkili, hatta onların alın yazısı olmuştur. Ancak müellif bu görüşün aksine, insanın zayıflığı karşısında coğrafyanın ona hâkim olduğu, insan güçlendikçe coğrafyanın belirleyiciliğinden ve ona olan bağımlılığından kurtulduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla modern ekonomi ile birlikte teknolojinin gelişmesiyle, ekonominin coğrafyanın yükü altından çıkması, coğrafyanın da bir kader olmaktan çıkması gözler önüne konulmuş bir hakikattir.
“Tarih, insan olmanın ilmidir” demişti yazar. Tarihi bilmenin, kendini bilmek, insanın mahiyetini kavramak olduğuna değinmişti. Müellife göre bölgelerin ve devletlerin tarihini bilmekle tarihi bilmiş değil sadece o bölgelerin ve devletlerin tarihini öğrenmiş oluyoruz. Şeriati bu alanda olaya daha geniş bir perspektifle bakarak tablonun tamamının görülmesini, tümel bir hakikate ancak toplum ve medeniyetlerin cüzlerden ziyade küllüyle bilinmesinin gerekliliğini, bunun da ancak 27 medeniyet alanında 27 ayrı inceleme sahasının olmasıyla gerçekleşebileceğine inanıyor. Şeriati bu konuda uluslarüstü bir tarih anlayışının da nüvelerini ortaya koyuyor.
Müellif kitabının sonlarına doğru zihinlerde kurduğu medeniyet ve kültür mefhumuna canlı bir örnek teşkil etmesi için Çin Medeniyetini; tarihi, tiyatrosu, mimarisi ve diniyle detaylıca anlatıp Konfüçyüs’ün öğretilerinden, Taocuların öğretilerine kadar, Çin denilince akla gelebilecek her türlü sorunun cevabını kapsar mahiyette okuyucuya akıcı bir şekilde aktarıyor.
Kitabın genel bir mahiyetine dair birkaç cümle serdedecek olursak, eserde konu dışına çıkılmaması ve konu bütünlüğünün sağlanması ana fikir çerçevesinde kalınmasını kolaylaştırmıştır. Eserin dilinin akıcı olması, yeni fikirlerin, farklı yorum ve tanımlamaların okuyucuyu okuma sırasında zinde tutsa da, eserdeki tanımlamaların sıkça tekrar edilmesi, meselenin ehemmiyetine binaen de olsa göz ardı edilir seviyede değildir. Şeriati, algılarımızın sürekli başkaları tarafından yönlendirildiği günümüz dünyasında, silahlarla savaşmaktan ziyade kavramlarla savaşmayı, kavramları yönlendirdiğimiz takdirde zihinleri yönlendirebileceğimizi fark etmiş, bu alanda kaybettiğimiz mefhumların yeniden ihyasına yönelip beklenen medeniyeti inşa yoluna gitmiştir.