Modern Dünyada Toplumsal Hafıza
Değerlendiren: İhsan Kutlu
Modern Dünyada Toplumsal Hafıza, Faruk Karaarslan, 10.05.2014 Cumartesi, 16.30
Faruk Karaarslan “Modern Dünyada Toplumsal Hafıza” başlıklı sunumuyla; bugüne kadar hakkında çok şey söylenmiş olan bir konuyu -modernlik/modernite/modern dünya- farklı bir açıdan ele aldı. Karaarslan sunumunda toplumsal hafıza perspektifinden modernite okuması gerçekleştirdi ve temel soruyu şöyle ifade etti: Modernite dediğimiz köklü dönüşümü ve bizim insana, tabiata, evrene bakış açımızda yaşanan dönüşümü gündelik hayatta nasıl karşılıyoruz? İşte bu minvalde sorulan soruların cevabı için Karaarslan konuyu toplumsal hafıza ile sınırlandırarak yaptığı çalışmayı bizlerle paylaştı.
Başlangıcı için kesin bir tarih verilemese de modernite denilen süreç yaklaşık dört asırdan beri hayatımıza pek çok yönden etki etmektedir. Bu noktada moderniteyi ele alış biçimimizin yer yer sakıncalı olduğuna değinen Karaarslan, moderniteyi aşkınlaştırmadan ve metafizikleştirmeden onunla yüzleşmemiz gerektiğini söylüyor. Esasında moderniteyi günümüz insanı için bir imtihan alanı olarak görüyor.
Toplumsal hafıza bağlamında öncelikle söylenmesi gereken şey modernitenin unutturucu bir tabiatının olduğudur. Yaratılan parçalı/rational dünya ve zihinler, unutmayı ve unutturmayı kolaylaştırmıştır. Ayrıca modernite iç içe geçmiş alt süreçlerle -sekülerleşmeyle, iktisadî, teknolojik, bilimsel süreçlerle- bize kendini dayatır. Bizden kendi hedeflerine uymamızı ister. Ancak aydınlanmacı akıl ve modern düşünce bu çabasında ne kadar başarılıdır? Bu soruya kesin bir cevap vermek pek mümkün değil. Çünkü toplumsal hafıza denen şey modernitenin talep ettiğinin dışında yeni/melez hayat formları sunmaktadır.
Modernite zamanı tabiattan, tabiatı insandan koparmıştır. Zaman bizim için artık dünyanın dönmesine, güneşin hareketlerine, mevsimlere değil; kolumuzdaki saate, cebimizdeki telefona ve hatta çalışma/tatil günlerine, mesai saatlerine bağlı hale gelmiştir. Müslümanlar olarak namaza minareden okunan ezan sesiyle değil de akıllı telefonlarımızdaki uygulamalarla/alarmlarla kalkıyoruz. Ya da bir başka örnek; evlerimizi, mekânlarımızı tabiatın gereklerine göre değil; tabiattan kopuk biçimde kendi teknolojik-bilimsel-akılcı ideallerimizle ve araçlarımızla inşa ediyoruz. Dışarıda ister kavurucu bir sıcak ister dondurucu bir soğuk olsun, önemli değil. Çünkü artık klimalı odalarımız var.
Günümüz insanının dünyayla kurduğu ilişki de modernliğin hız tutkusu bağlamında değişmiştir. Modern teknoloji ve araçlar bize yüz gün süren yolculuğu bir güne indirme fırsatını verirken bu sürede tabiatı tecrübe edişimizi elimizden almıştır. Modernite artık yüz günlük yolu bir günde gidip geri kalan günlerde de kendi kurgusu içinde çalışmamıza; Weber’in ifadesiyle demir kafesine girmemize imkân tanımaktadır.
Politik düzende modernite, dört temel bileşen üzerinden toplumsal hafızaya müdahil olmuştur: mekân, dil, tarih ve beden. Bizler bunlara ilişkin kodlar taşırız. İşte modern politik düzende devlet bunlara müdahale ederek yeni bir millet oluşturmak istemiştir. İdeal durumda insanlar-toplum eski akışından çıkarılacak ve kendine sunulan yeni mecraya girecekti. Ancak tam da bu noktada yukarıda da belirttiğimiz gibi yeni/melez mecralar türemiş ve birbiri içine geçmiş yeni manzaralarla karşılaşılmıştır.
Ülkemizde bahsi geçen alanlara müdahaleler her zaman eşit derecede tepkiyle karşılık bulmamıştır. Yani bir bileşen olarak dile yapılan müdahale ile bedene yapılan müdahalenin karşılıkları eşit değildir. Bazı devrimler daha içselleştirilmiş ve kolay kabullenilmişken; bazı devrimler daha güçlü bir dirençle karşılaşmıştır.
Sunumdan hareketle son olarak şunu söyleyebiliriz; metafizik bir şey olarak değil, bir imtihan alanı olarak görülmesi gereken moderniteye karşı ortaya konulan yeni şeyler özgüven vermelidir. Çünkü bu, bize yeni alanlar açma imkânı sunacaktır. Bu anlamda yapılan çalışma ufuk açıcı bir niteliğe sahiptir.