Orta Gelir Tuzağı: Türkiye İçin Riskler ve Sakınma Stratejileri
Orta Gelir Tuzağı: Türkiye İçin Riskler ve Sakınma Stratejileri, Onur Dündar, 14.06.2014 Cumartesi, 16.30
“İktisadın teorisi politikaya hemen uygulanabilir yerleşmiş bir sonuçlar bütününü kapsamaz. Bu bir doktrinin ötesinde bir metot, aklın sahibini doğru sonuçlara ulaştıracak bir araçtır.” John Maynard Keynes bu sözleri bundan yüz yıl öncesinde dile getirmesine rağmen iktisat bir bilim olarak halen daha aynı özelliğini korumaktadır. Ancak yine de biz iktisatçılar mevcut ilişki ağını açıklarken ‘kara bir bilim’ olarak nitelendirilmesine rağmen iktisadi meseleleri ilginç kavramsallaştırmalarla süslemeye devam etmekten kendimizi alamıyoruz. ‘‘Orta Gelir Tuzağı’’ da anlaşılmamaya aday kavramlardan biri olarak karşımıza çıkmakta. Onur Dündar’ın bu ihtimali göze alarak çalışmış olduğu konuyu İLEM Tez Sunumlarında bizlerle paylaşması ile biz de bu tanımın iktisat literatürü içerisindeki mevcudiyetini kavrama imkânına kavuşabildik.
1700’lü yıllara kadar dünya üzerinde bulunan bütün devletler sahip oldukları gelir düzeyleri itibariyle düşük gelir grubuna ait olduklarını görüyoruz. Dündar, ilk orta gelir seviyesine çıkan ülkenin 19. Yüzyılda görüldüğüne işaret ederek bu ülkede kişi başına milli gelirin 3000 dolar olduğunu ifade etti.
Orta gelir tuzağı kavramı 1960 yılında Dünya Bankası raporunda iktisat yazınına kazandırılmıştır. Gelişen literatür içinde tüm bu hesaplamaların sonuçları iyimser yahut kötümser olarak yorumlanabilmekte olduğunu dikkate alırsak iyimser bir yaklaşımla bir ülkenin 12.000 dolar gelir seviyesine ulaştığında üst orta gelir tuzağından kurtulduğunu savunmaktadır. Orta gelir tuzağı gelişmekte olan ülkeler için kalkınmanın öncü gerekliliklerinden biridir. Bir ülkenin orta gelir tuzağı değerlendirilmesi; iki şekilde ölçülebilmektedir. Alt-orta gelir tuzağı ve üst-orta gelir tuzağı durumlarının ölçülebilmesi; sırasıyla 28 ve 17 yıllık değerlendirilmesi ile mümkündür.
Bir ülkenin orta gelir tuzağını değerlendirirken fiziksel sermeyenin birikiminden ziyade beşeri sermaye ile ortaya konulan değerleri dikkate almak gerekir. Zira bu hesap toplam faktör verimliliğini dikkate alarak gerçekleştirmektedir. Bir ülkenin orta gelir tuzağı riskini taşıyıp taşımadığını üretkenlik kazanımları yoluyla finanse edip etmediğini dikkate alarak değerlendirilmektedir. Bu ülkenin büyümesi ihracatındaki ürün çeşitliliği ve yapısal politikalar ile çok ciddi bağlantıları olan bir süreçtir.
Orta gelir tuzağı, günümüzde orta sınıf mensubu sayılabilecek bir kesimin üst kesime öykünmesi gibi de anlaşılabilmektedir. Ancak bu düşünce orta gelir tuzağının yanlış anlaşılması neticesinde ortaya çıkmıştır.
Güney Kore ve Tayland gibi ülkeler orta gelir tuzağına -yani diğer bir ifade ile ekonomik büyümenin durağanlaşması durumuna- girmeksizin kalkınabilmiş nadir ülkelerden bir kaçıdır. Tarih içinde 150-200 yıl boyunca orta gelir tuzağından kurtulamayan ülkeleri dikkate alacak olursak, 17 yıldan fazla bir zamanda örneğin 19-20 yıl sonrasında orta gelir tuzağından kurtulabilmiş bir ülke de bu bağlamda başarısız sayılmamalıdır.
Türkiye özelinde orta gelir tuzağı ile ilgili öne çıkan riskleri ve stratejileri değerlendirmek gerekirse; 2023’e kadar üst orta gelir tuzağına yakalanıp yakalanmayacağı mevcut metodolojiye göre 2005’ten bu yana popüler olarak takip edilmektedir.
Büyümenin temelde toplam faktör verimliliğine bağlı olması gerektiğini dile getirmiştik, biz de üst-orta gelirli bir ülke olarak toplam faktör verimliliğimize baktığımızda 2005’ten 2009’a kadar yükseliş, 2009’dan 2012’ye kadar olan süreçte ise bir düşüşün ardından sonraki dönemde tekrar bir yükseliş olduğunu görmekteyiz. Ancak bu süreçte dikkatimizi çeken nokta; fiziksel sermaye ile ekonomik büyümeyi finanse etmiş olduğumuzu görüyoruz. Yani %10’luk aşırı büyüme orta gelir tuzağının aşılabildiğini göstermemektedir. Zira büyüme oranı 2009 sonrasında tekrar eski seviyesine gerilemiştir. Büyümenin en az dörtte üçünün verimlilikle gerçekleşmesi, yani ithalat-ihracat değişiminden kaynaklanması gerekiyor ki faktör verimliliği sağlam bir temel üzerinde artış gösterebilsin.
Türkiye’nin %7 büyüme ile ancak 2022’de orta gelir tuzağını aşabileceği gerçeğini göz önünde bulundurursak; ülkemizin mevcut büyüme rakamları (ortalama %4) ile bu amacına 2023’te ulaşamayacağı sonucuna açıkça ulaşabiliriz. Aynı zamanda orta gelir tuzağı bir zaman sonra cari açığın kronikleşmesine de yol açmaktadır. Zira emek verimliliği korunduğu için ithalat ile bunu ikame etmeye mecbur kalmaktayız.
Orta gelir tuzağına en büyük sebep olan kesimlerden biri İç ve Orta-Anadolu’dur ve bunun önüne geçebilmek için İtalya’nın uygulamış olduğu kalkınma planı ciddi bir örneklik teşkil edebilir. Üretkenlik kazanımları yalnızca teknolojik verimliliği arttırmak ve yenilikleri ortaya koymak değil aynı zamanda bölgelerin potansiyeli dikkate alınarak kısa vadeli kurumsallaşma ile üretkenlik kazanımlarına kavuşmak da önemsenmelidir. Elbette bu kısa vadeli çözümler yenilikçi çözümler aracılığıyla orta ve uzun vadeye de taşınabilmeli. Endüstriyel kümelenme yahut ekonomik coğrafya örneğinde olduğu gibi mütevazı çözümleri tesis etmenin yolları da aranmalıdır. Elbette bütün bu çabalar orta gelir tuzağından kurtulabilmek için bir orta sınıfın oluşturulmasını mecbur kılmaktadır; bu da ancak geleneğin dönüştürülmesi ile mümkün hale gelecektir.