Öze Dönüş Yolculuğu
Bozulmamış fıtrat üzere olmanın adıdır: İnsan. Asıl benlik duygumuzu elde edebilmeye muktedir olduğumuz bir İLEM Kış Kampı’nı geçirmiş olmak, insan kavramına layık olabilmeyi öğretti. Dost, kardeş diyebileceğimiz insanlar ile iki günlük bir öze dönüş yolculuğu yaptık. Adresimiz Kocaeli Diriliş Kampı idi. Cuma namazının verdiği sürura birlikte yaklaşık kırk Yusufi gömleğe bürünmüş genç ile tabiri caiz ise insanlığımızı kazanmaya “Vira Bismillah” dedik. Ahmet Ağabeyimizin önderliğinde ilahiler, marşlar, tekbirler, nidalar gerçekten de bir sabah kardan bir aydınlığın geleceğini zihinlerimize kazımış oldu. Yükselti arttıkça bir beyazlık görünüyor, kar tepeleri etrafımızı sarıyor, beyaz buz külçesine bürünmüş ağaçlar bizi karşılamak için birbirleriyle yarışıyordu. Kozmopolitlikten çıkıp aydınlık bir kar sadeliği, ağaç kokusu içinde hafiften ürpererek uyumaya çalıştığımız hayallerimizin ahşap kulübeleri, soğuk ne demektir’i suyun en yakıcı soğuğu ile tecrübe etmeyi, büyük metal yığınlarının başına üşüşerek ısınmaya uğraş vermelerimizi “yaşamış olmak için yaşamak” amacının dışında tefekkür etmemize vesile oldu. Tabii bunların yanında herhangi bir iletişim aracına ulaşılmaması da bizi hayatın boğucu debdebesinden bir nebze de olsa uzaklaştırdı, insan olmanın lezzetine vakıf olabildik.
Toplu halde yaşamak, refik olabilmek için gönderilmiştik bu yeryüzüne; ihtiyaç duyalım diye yaratılmıştı envai türden ruh, beden, duygu, düşünce… Ancak asıl gerçeklik bu kadar kesret içerisinde vahdet oluşturmaktı. Bizler de bu amaçla ilim yoluna çıkmazdan evvel, “Er-refik sümmet-tarik” dedik ve eksik olan parçalarımızı bir ettik, tek ettik. Aynı anne ve babaya sahip olunmadan da kardeş olunabileceğini uzunca bir tanışmanın ardından daha da idrak etmiş olduk. Tanışma dediysem her birimiz şeceremizi ortaya döktük desem yeridir. Dahası gerek hocalarımızın gerekse ağabey dediğimiz kişilerin samimiyeti, ihlası, dostluğu bizlerin kalabalıklar içerisinde yalnız olmadığımızı göstermeye yetti de arttı bile. Yüce Rabbimiz ’in bizi topladığı meydanda verdiğimiz sözü yeniden hatırlamış olduk, kardeşimizle bir olduğumuzu onda var olduğumuzu anladık. Facebook yoktu, Twitter’da retweet yapılamıyordu, Whatsapp’tan sayısız mesaj gelmiyordu ama yine de soluk alıp verebiliyorduk. Bizim can damarlarımız bu metalaştırılmış dünya oyunları değil, üşümekle ısınmak arasında gidip geldiğimiz anlarda “vampir” isimli oynadığımız oyundu.
Hayretimizi, has kaygımızı kazandık üç metre kar tepelerinin arasından açılan koridorlarda yürüyerek, insanı insan yapanın düşünmek, O’nu düşünmek olduğunu fark edebildik minderlerin üzerine oturup hoşsohbete başladığımız zamanda… İsimlerinin önüne gayret ve çabalarıyla aldıkları unvanları ile ulaşılamaz zannettiğimiz hocaların da ne kadar da insan olduğunu, bizden başka bir yapıda olmadıklarını gördük. Gayenin “bilgi, iman ve eylem” üçgeninde bir yaşam sürebilmek olduğunu, hakkıyla ilme talip olabilmeyi ve kanayan yaralara birer ilaç olmak gerektiğini öğrendik bu unvan sahiplerinden. Kamptan ayrılmadan birkaç saat evvel tahlilini yaptığımız Mourid Barghouti’nin “Şairin Filistini” kitabında yasal olduğuna semadan gelen kanaatlerle acımasızca karar verenleri gördük ama yaptıklarının ahlak dışı, vicdan dışı olduğunu belirterek. Ayrıca köprü kelimesinde ve karşıladığı tasavvurda ne kadar derin izahların saklı olduğunun da farkına varabildik, köprünün bir ideoloji, bir koruyuş, bir sahipleniş olduğunu anladık. Tabii ilminin zekâtını bizlerle paylaşmak isteyen ağabeylerimizin fikirlerini ifade etmeden geçmek olamaz.
Genel bağlamda bu gibi kısa ama uzun etkili birlikteliklerin temel yapısını farkındalık kavramı oluşturuyor. Gördüğümüz ama farkına var(a)madığımız kişiler, bir anda kırk yıllık ahbabımız oluverdiler, ülfet köprüleri inşa ettik gönüllerimiz arasında… Film bahane kestane şahane oldu, aslında muhabbet şahane oldu desem daha yerinde olacaktır. Film izlemeye niyet ettik ama sonunda kendimizi kestane yiyip, ilmi mülahazalar yaparken buluverdik. Boyumuzu aşan kar kütlelerinin üzerlerine çıkınca ağaçların yarı seviyesinde olduğumuzu bilmek de şaşkınlık ifadelerimizi yüzlerimize yansıtıyordu.
Bir Cuma namazının ardından başlayan bu öze dönüş maceramız bir öğle namazına müteakip de son buluyordu. Yediğimiz yemeklerin ağızlarımızda bıraktığı lezzetler ile dönüş yoluna koyulmuştuk, tabi ufak bir bekletilme mevzusunu da ifade etmeden geçemeden. Konuşmalar ile başladığımız bu yolculuk yine bir konuşmalar, temenniler, değerlendirmeler ile son buluyordu. Yükselti seviyesinin azalmaya başladığı anlarda bizler de sevinç ve hüzün arasındaki inişlerin ve çıkışların yükseltileri ile meşgul oluyorduk. Her birimiz kardeşlerimizin, ağabeylerimizin, hocalarımızın genelinde İLEM’in gönüllerimizde bıraktığı tasavvurları, temennileri ifade ettik. İlmin yüzde yüzüne talip olan biz gençlere meşakkatli ama bir o kadar da bereketli bir yolculuğun varlığını da bir kez daha düşünüyorduk. Unutmayalım arkadaşlar Cildeki’nin de dediği gibi “uyanık olan dik durur, dik duran yol alır” sözünden çıkarak dirilmiş neslin evlatları olalım.
Bizlere böyle bir fark edebilme imkânı sundukları için; bilgi, birikim ve tecrübelerini kar, kış, soğuk demeden gelip bizlerle paylaştıkları için; tatillerini yarıda kesip böyle bir maceraya katıldıkları için bütün İLEM mensuplarına canı gönülden teşekkür ediyorum, Allah razı olsun!