Havasını soluduğumuz şu zamanlar, bireysel hayat döngümüzün hibritleştiği, online ve gerçek dünyanın iç içe geçtiği bir dönem. Pandemiden sonra dijitale dönüşümün hayatımıza birçok alanda kolaylıklar getirdiğinin farkına vardık. “Eskiden daha güzeldi” demenin bir faydası olmadığını fark ettiğimizde, içinde bulunduğumuz şartları daha iyiye dönüştürebilme, sanalı kendimize avantaj olarak sunma şansını yakalamış olduk.
Tam da sanal aleme evrildiğimiz süreçte çıkardığımız derginin bir yılı biterken dijital şartları yeni yılımızda nasıl daha iyi kullanabiliriz sorusuna cevap aradık. Sekiz arkadaş, gönül coğrafyalarımıza dalıp çıkarken, belki okuyucularımıza keşfedilmemiş bir kıta sunarız hissiyatıyla; sosyal medyada, bloglarda karşımıza çıkan uzun yazılardan sıkılan okurlarımızla eğlenceli beraberliğimizi devam ettirmek istedik.
Dergimizin ikinci yılında da “zaman kavramı beşerin en kıymetlisi” görüşümüzü devam ettiriyoruz. Bu nedenle biz de vakitleri israf etmeden kısa ve öz şeyler ortaya çıkaralım, toplu taşıma kullanırken okuyalım, izleyelim, kahve içerken müzik dinleyelim, dergilerle tanışalım, beğendiğimiz sayfaları paylaşalım, gitmeye üşenmediğimiz yerleri anlatalım istedik ve hazırlıklara yeni yılda da devam ettik.
Kitaplıklarımızın başına geçip kitaplarımızı taradık, film listelerimizi açtık filmlerimizi yeniden karıştırdık. Müziklerimizi tekrardan dinledik, unutamadığımız parçaları seçtik. Sosyal medyalarımızı, bağlantılarımızı kontrol ettik, paylaşıma açmak istediklerimizi not aldık. Gitmeyi çok sevdiğimiz, manzarasına doyamadığımız sakin ve güzel yerleri gezdik. Tüm bunların her birini yazıya dökmeye devam etmeye karar verdik
Yeni dönemde hangi başlıkları eklemeliyiz? Sorusuna; klasikten uzak, şahsına münhasır yazılar ortaya çıkarmak istediğimiz konuları seçme konusunda ortak bir karara vararak işe koyulduk. Şimdilerde biz, ayda bir düzenli formatımız ile okurumuza yeni keşifler sunmak için içeriklerimizi bir araya getirmeye ilk günkü heyecanımızla devam ediyoruz. Önünüze gelen dergi çalışmamızın işleyiş mekanizması bu şekilde güncellendi. Geriye kalan tek şey sayfayı ilerletip ikinci yılımıza ait yeni içeriklerimizle tanışmanız.
Güzel vakit geçirmeniz ve faydalanmanız dileğiyle, Değerli Okurlarımız…
Editör İşleri: Elif Yavuz
Kendi Halinde Yazarlar: Ayşegül Eroğlu, Ayşegül Taşalan, Betül Ellialtıoğlu, Elif Yavuz, Fatma Zehra Hamarat, Gülbahar Sebetci, Kevser Betül Kurar
Günden Kalanlar - Kazuo Ishiguro
Günden Kalanlar, 1900’lerin başında İngiltere’de konumlanan Darlington Malikanesinin başuşağı Bay Stevens’ın sade hikayesinin Nobel ödüllü yazar Kazuo Ishiguro’nun yalın diliyle anlatıldığı romandır. Stevens, kendisini işini mükemmel yapmaya adamış, dış dünyadan ve kişisel isteklerinden uzaklaşmış, dolayısıyla yaşamın diğer yüzlerini meslek hayatının gölgesinde bırakmış bir karakterdir. Stevens’ın insani duygularını yaşamamak pahasına vakar bir başuşak olma adanmışlığının örnekleriyle doludur kitap. Psikolojik bir bakışla Stevens, ne otonomi ne de yakınlık ihtiyacını karşılayamamış bir kişiliktir. Çıktığı seyahatte görev tanımlarını birer birer geride bıraktıkça kendi yaşanmışlıklarıyla yavaş yavaş yüzleşmeye başlayan Stevens’ın hikayesini okumak bir insan hafızasının katmanlarını keşfederken o yaşamı elinizde tutuyormuşsunuz hissi uyandırmaktadır.
Günden Kalanlar, yazarın sakin ve akıcı üslubu ile okuyucunun kendi gündelik kaygı ve uyanışlarına telaşesiz bir farkındalıkla rastlayabileceği satırlar sunmaktadır.
Han Duvarları - Faruk Nafiz Çamlıbel
Faruk Nafiz Çamlıbel, Hecenin Beş Şairi olarak anılan şairlerden biridir. Kendisi şair, tiyatro yazarı, siyasetçi aynı zamanda da öğretmendir. Yaşamında çok çeşitli görevlerde bulunması şiirlerindeki konu çeşitliliğine katkı sunmuştur. Şiirlerini okurken şairin kullandığı hece ölçüsü ve olağan üstü kafiyesi okuyucuyu farklı duygularda coşkuya getirmektedir.
Şair Faruk Nafiz şiirlerinde aşk, umut, kıskançlık, barış ve savaş konularına yer verirken dini motiflere de sıklıkla değinmiştir. Han Duvarları ismi şairin 1925 yılında Türk Yurdu dergisinde yayımlanmış olan şiirinin adıdır ve esere de ismini vermiştir. Yapı Kredi Yayınlarının derlediği Han Duvarları kitabının son bölümünde şairin hiç yayımlanmamış şiirlerine yer verilmiştir. Bu da eseri ayrıca değerli kılmıştır.
Akademik ve farklı bilgi ağırlıklı okumalarınıza Han Duvarlarından bir sayfa açarak kendinize küçük molalar verebilirsiniz.
Baki – Söylesün Redifli Gazel
Söylemez küsmiş bana cânâne söylen söylesün.
N’eyledüm ol yâr-ı ‘âlî-şâne söylen söylesün.
Şairimiz Baki, gazelin matla beytinde sevgilinin kendisine küstüğünü fark edip onu daha fazla incitmekten korktuğunu belli eder bir üslupla tanıdıkların kapısını çalar, sevgiliden ona neden küstüğünü söylemesini ister. “O şanı yüce sevgiliye söyleyin ne yapıp da onu küstürdüğümü söylesin.” ricasında bulunur.
Nâz ile güftâre gelmezse helâk eyler beni,
Ol cefâ vü cevri bî-pâyâne söylen söylesün.
Burada “Eğer o sevgili nazlı nazlı eda edip de bana dargınlığının sebebini söylemezse helak olup gideceğim.” der ve sevgilinin cefa çektirmekte bir sınırının olmadığına tatlı bir atıf yapar.
Derd-i ‘aşkı gayrıdan sorman ne bilsün çekmeyen,
Anı yine ‘âşık-ı nâlâne söylen söylesün.
Üçüncü beytimizde şair aşk derdine düşmeyenin aşığın halinden anlamayacağını söyler. Derdinin anlaşılması için düştüğü bu aşk kuyusunda bir Yusuf’un arkadaşlığını arar.
Hâr zahmından neler çekdügümi gülzârda,
Bâgbân-ı bülbül-i giryâne söylen söylesün.
Dördüncü beyte “beytü’l gazel” demek yanlış olmaz. Beytü’l gazel, gazellerin en güzel beytine verilen bir isimdir. Baki burada hepimizin bildiği bülbül ile gül aşkına telmihte (hatırlatma) bulunur. “Güle aşık bülbül, bir bahçıvan gibi onun yöresinde dolaşırken gülün açtığı diken yarasından nasıl acı çekerse bende o durumdayım. Benim halimi işte o bülbüle sorun.” Diyerek mükemmel bir teşbih (benzetme) ve teşhis (kişileştirme) sanatı yapar.
Bâkıyâ din durmasun güftâra tâkat var iken
Vaktidür ol husrev-i devrâne söylen söylesün
Gazelin makta beytinde şair “Ey baki” nidasıyla kendisine seslenir gibi tüm aşıklara hitap eder. Konuşmaya takat varken gönlün inadına düşülüp susulmasın, cananın karşısına çıkılsın ister. Canan ile karşılaşınca dil ne kadar işler, ne kadar anlatır, orası muammadır.
Günümüz ilişkileri ile nasıl uzak bir anlayış, ne naif bir anlatış olduğuna dikkat çekmek elzemdir. Sevgilinin ona neden yüz çevirdiğini kendisine çevrilen o yüze binlerce övgü yağdırarak öğrenmeye çalışan bir aşık…
Bu durum günümüzde yaşandığında olacakları düşünmekten kendimi alamıyorum. Sevgili muhtemelen incir çekirdeğine kafi gelecek bir sebepten aşığa küser. Önce kısa ve bol noktalı iletiler gönderir. Aşık hafiften bir işkillenir derken sevgilinin fotoğrafı bir anda kaybolur. İşte sanal bir engel… Aşık da Baki gibi tanıdıklardan medet umacak değil ya, ağyara “Asıl ben onu terk ettim!” şeklinde anlatır.
Her şeyi tükettiğimiz gibi aşkı da tükettik. Geriye bu gazellerin yazıldığı güzel günlerin dallarından düşmüş bir avuç gazel kaldı.
Avatar: Suyun Yolu - James Cameron
İnsanların kendisinden farklı olana karşı takındığı tavır yüzyıllardır değişmedi. Eğer kendisinden farklıysa evlerini yıkabileceğini, eğer ondan daha ilkel bir haldeyse onu sömürmeye hakları olduğunu düşünen bir kısım insan hala var ne yazıkki. Bu yıkma ve sömürmenin odağında bazen diğer canlılar, bazen üçüncü dünya ülkeleri olabiliyor. Huzur içinde yaşamını devam ettiren bir ülkeyi, bir habitatı, bir topluluğu işgal etme hakkını kendinde gören bir düşünce şekli ancak insanın merhamet duygusunu yitirdiği ve insanlığını kaybettiği bir zamanda ortaya çıkabilir. Cameron’un biraz dikkatle bakılırsa açıkça bu merhamet eksikliğini yaşayan Amerikan sömürgeciliğine sert bir eleştiri olarak okunabilecek bu filmi, nihayet 13 yıl aradan sonra hikayesine devam ediyor. Film duygusal yapısıyla birlikte pek çok duyguyu aynı anda yaşatmasının yanında yaratıcı bir şekilde şekillenmiş efektleriyle de adeta görsel bir şölen sunuyor. Neytiri ve Jake’in yuvalarını korumak için verdikleri mücadele günümüz politik meselelerine de kurgu bir dünyadaki temsilleri üzerinden bir bakış açısı geliştirmemize ve “öteki” sayılan ile empati kurabilmemize olanak sağlıyor.
The Patient
Bir gün uyandığınızda ayağınızda bir zincirle kendinizi hiç bilmediğiniz bir yerde bulsanız ne olurdu? Muhtemelen neler olduğunu anlamak bir yana hemen oradan çıkmaya çalışırdınız. Önceliğiniz bunu yapan kişiyi bulmak yerine muhtemelen ölmemeye çalışmak olurdu. Peki size bunu yapan kişi sizi “öldürmemek” için kaçırdıysa? Psikopat birinin iyileşmek için bir terapisti kaçırarak onun kendisini iyileştirmesini istemesi üzerine gelişen olayları işleyen The Patient isimli bu dizi 10 kısa bölümden oluşuyor ve oldukça akıcı bir şekilde ilerliyor. Bir terapistin karşılaşabileceği en kötü senaryolardan birini anlatan bu hikaye, özellikle psikolojik gerilim türündeki yapımlara ilgi duyanlar için oldukça dikkat çekici bir yapım olma özelliği taşıyor.
The Last Czars
Rusya Çarı II. Nikolay Aleksandroviç Romanov’un hayatını ve taht sürecini anlatmaktadır. II. Nikolay Büyük Rusya’nın son İmparatorudur. II. Nikolay tahta geçtiği tarihlerde Rusya dünyanın önemli güçlerinden biridir fakat Nikolay’ın imparatorluğu sürecinde askeri ve ekonomik çöküşe geçmiştir. 6 bölümlük bu belgeselde Çar II. Nikolay’ın aile yaşantısındaki sorunlar, devlet politikaları, siyasi dönem olayları ve sonucunda tüm Romanov ailesinin katliamı ile Çarlık rejiminin yıkılışı anlatılmaktadır. Belgesel bir dizi tadında yapılsa da çekimlerle canlandırılan konular üçüncül kişi tarafından anlatılmış ve tarihi olaylar alanında uzman kişiler tarafından ek çekimlerle yorumlanmıştır.
ما لا يدرك كله لا يترك جله
Şöyle diyor Araplar “ما لا يدرك كله لا يترك جله”. Yani? Öyle hemen tercüme verip geçmek yok. Önce bir açıklayalım, anlayalım. Nasıl olsa en sonunda tercümesini de veririz. Hani hayatımızda bir adım atmak isteriz, bir şeyler yapmak ister, bir işe girmek isteriz ya da bir kursa yazılmak isteriz. Sonra da düşünürüz benim vaktim buna devamlı olarak katılmak için yetmez deriz kendi kendimize. Bir katılıp bir katılmayacağıma hiç katılmayayım deriz. Bahaneleri sıralayıp hiç başlamayız o işe. İşte bu söz burada imdadımıza yetişir ve der ki bize “olsun sen hepsini yapamayacak olsan bile, her gün bu kursa katılamayacak olsan bile, katılabildiğin kadarına katıl, bir şeyin hepsini yapamazsan bile yapabilecek olduğunu bırakma”. Yani şöyle diyor; kurunun yanında yaşı da yakma. Bir misalle kuvvetlendirelim, spora başlamak istiyorsunuz ve bunun için her gün bir saat spor yapmanız gerekiyor ancak buna uyacak kadar vaktiniz yok. İşte tam da o esnada spora hiç başlamayayım demeyin. On beş dakika da olsa her gün yapmaya çalışın. Sadece bir kısmını yapabilecek olsan dahi hepsini bırakmayın.
“Bir şeyin tamamı elde edilemezse de tamamen de terk edilmez”. Osmanlı Türkçesinde ise bu söz şu şekilde geçer. “Küllü idrak olunamayanın cüzü terk edilmez”.
Enayi
Arapça “Ene” kelimesinden türeyen Enayi sözcüğü acaba gerçekten de kolayca aldatılabilen, af edersiniz -ama tam olarak ifade etmek istediğimiz anlam- aptal gibi manalara mı geliyor? “Ene” Arapçada “ben” demektir. Enayi ise; “Ene + î” şeklinde meydana gelen bir sözcüktür -y ise kaynaştırma olarak görev almıştır burada. Arapça bazı kelimelerin sonuna yumuşak i sesini “-î” eklediğimizde “ona ait” anlamını vermiş oluruz.
Birkaç örnek verelim: Mal – malî, akıl – aklî, iktisat – iktisadî vb. Tekrar başa dönelim ve kelimenin kökünü hatırlayalım “Ene” (Ben). Enayi, “bana ait”. Bir diğer değişle “Egoist”. Enaniyet de aynı anlama gelir Arapçada. Kendini üstün görmek. Asıl enayilik işte budur.
Lüküs
Elektriklerin kesildiği günlere gidelim birlikte. Maziden bir kesit sunalım. Herkes bir odanın içinde kendi halinde bir şeylerle meşgul oluyor. Kimimiz televizyon izliyor, kimimiz ödevlerini bitirmek için çabalıyor, kimimiz ise sobanın yanına kıvrılmış ısınıyor. Sonra bir anda tüm mahallenin ışıkları sönüyor. Biz çocuklar telaşlıyız elektriğin ne zaman geleceğini bilmiyoruz. Biri içeri gidiyor, mum alacak ya da fener. Biraz sonra dedem elinde bir lüküsle giriyor içeri. Hepimiz heyecanla bakıyoruz. Dedem lüküsü, her yeri aydınlatabileceği bir masanın üzerine koyuyor. Ninem anlatmaya başlıyor elektriklerin kesilip uzun süre geri gelmediği eski günleri. Biraz sonra lüküsün etrafına toplanıp gölge oyunu oynuyoruz. Elimizle şekiller, hayvanlar yapıyoruz. Biraz sonra biri çıkıyor hadi başka bir oyun oynayalım diyor. Toplanıp bağdaş kurup bir halka oluyoruz. Başlıyor biri çatlak patlak… Fıkralar, bilmeceler, hikayeler…Elektriklerin alıp götürdüğü aydınlığı, lüküs aydınlığına bir de gönül aydınlığı katarak geri getiriyor bize.
Ninem mandalina getiriyor mutfaktan. Kabuklarını sobanın üzerine koyuyoruz ve bir anda müthiş bir mandalina kokusu etrafa yayılıyor. Biz kokunun etkisinde ışıkların ne zaman geleceğini unutup oyuna dalmışken bir anda elektrikler geliyor söndürüyor lüküsü dedem. Lüküse bakıp elektrik neden geldi diye üzülüyoruz.
Yine, Yeni, Yeniden Ay
Her sayıda bu köşeyi merakla takip edenlerden bu defa da 3000’li yıllarda olduklarını hayal etmelerini istiyorum. Hayal kelimesine özellikle dikkat çekiyorum çünkü her kapıyı açan bir anahtarı ellerinizde tuttuğunuzu hissetmelisiniz. Ve şimdi Dünya’dan baktığınızda Ay’daki kraterlerleri değil insanlığın orada oluşturduğu yeni topografyanın yansımasını görüyorsunuz. –Önceki yazılarımızı takip edenlerin de bildiği gibi bir buçuk saniye önceki halini tabii ki- Hatta belki gök cisimlerini yörüngesinden saptırma programı geliştirilmiş (DART) ve Ay bize bir miktar daha yaklaşmıştır, ne dersiniz? Fazla mı fantastik? Olsun. Jules Verne meşhur kitabını yazdığında Ay’a gitme fikri o dönem için çok daha fantastikti.
Yazımın asıl amacı sizlere ARTEMİS programından bahsetmekti. Bu program NASA ve ortağı ESA tarafından planlanan robotik ve insanlı bir Ay keşif projesidir. Ayrıca Artemis yunan mitosunda Ay tanrıçasıdır. Projenin amacına bu isimle atıfta bulunulmuş. Bu proje doğrultusunda NASA geçtiğimiz ay ORION isimli yeni nesil uzay aracını insansız halde Ay’ın güney kutbuna göndererek programın ilk basamağını tamamladı. Güney kutbuna iniş yapılmasının sebebi bu bölgede daha önceden katılaşmış halde bulunan su molekülleri. İkinci basamak ise 2024’te Ay’a ilk defa bir kadın astronot göndermek olacak. Hepinizin gözünde Apollo 11’den inen Neil Amstrong’un Ay yüzeyinde neşeyle yürüyüşü canlandı gibi. –Tabii o dönem Ay’a gerçekten gidildiğine inananlardan iseniz, zira bu konuda çok fazla spekülasyon yapıldı.- Artık gözünüzde canlanan o 50 yıllık bulanık, soğuk ve karanlık görüntüleri güncelleme vakti. Belki de ilk kadın astronotumuz araçtan iner inmez eline bir bez alıp kameranın tozunu bir güzel siler. Biz de çok net ve eğlenceli fotoğraflar, videolar görürüz.
Programın henüz tarihi öngörülemeyen nihai amacı Mars’ta yapılacak keşif ve araştırmalar için Ay’ı bir üs olarak kullanıp hem zamandan hem yakıttan tasarruf sağlamak. Aslında insanlık Mars’a gittiğinde yaşanılacaklarla ilgili de hayallerin kapısını aralamanızı isterdim ama şimdilik o kadar zorlamayalım. Çünkü bu torunlarınızın torunları ile konuşmam gereken bir konu ve bunun içinde uzay-zamanda epey bir yolculuk yapıp Dünya’ya geri dönmem lazım. (Bkz. İkizler Paradoksu)
Yazımın sonunda şunu da hatırlatmak isterim ki “Ne Olacaksın?” dendiğinde “Astronot!” diyen çocuklara o alaycı bakışı atmayın olur mu? Bugün bu araçları geliştiren yazılımcılar, mühendisler; geri dönmeme ihtimalini kanıksayarak bilinmezliğe doğru yola çıkan kozmonotlar, astronotlar iyi ki gülüp geçenlere aldırmamışlar. İyi ki gözlerini tekrar Ay’a dikmişler. Ama unutmayın “Ay’ın bir buçuk saniye önceki haline…”
Muzaffer Sarısözen
Bu ay, heybesinde melodiler taşıyan Sivaslı bir öğretmeni ölümünün yıldönümünde rahmetle anmak istedik. Muzaffer Sarısözen 1900 yılında Sivas ili Cami-i Kebir mahallesinde Zeliha Hanım ve Nakşibendi Şeyhi Hüseyin Hüsnü Efendi’nin oğlu olarak dünyaya gelir. Seslerden önce aşıkları tanıştırır bizimle. Ahmet Kutsi Tecer’le kurduğu Halk Şairleri Koruma Derneği Türkiye’de ilk kez halk şairleri bayramı düzenler. Bu bayramla aşıklar tanınır, aralarında sazından çıkan seslerden bildiğimiz Âşık Veysel de vardır. Daha sonra Anadolu’yu gezerek seslerle tanıştırır bizi. Anadolu’yu katır üstünde karış karış gezer, heybesine türküler doldurur. Yaklaşık 11.000 melodiyi derler, kayda alır. Gittiği yerlerde izlediği halaylara katılıp, halk oyunlarını da öğrenir. Heybesini sadece melodilerle doldurmaz. Bağlama, cura, ney, çiftekaval, tulum, davul, zurna, tef, darbuka vb. pek çok halk sazını da yanına alıp koleksiyon yapar. İlginçtir ki oğluna verdiği Memil ismini de bu geziler esnasında duyup beğenmiştir.
Başlattığı düzenli ve programlı ilk halk müziği çalışmaları, meşhur Yurttan Sesler Korosu bir TRT klasiğine dönüşür. Sarısözen, TRT Ankara radyosunda kurulan Yurttan Sesler Korosu ile kültürel aracılık görevini yerine getirir. Yaptığı derlemeleri notaya alarak koroya öğretir. Gönülleri bir araya toplamaya ve bütün memleketi tek duygu haline getirmeye çalışır. Yörelerinin bağrından kopan sesler, kimi zaman Anadolu gezileri kimi zaman da bizzat aşıkların kendi icralarıyla koroya ulaşır.
Yörelerden davet ettiği, Neşet Ertaş’ın da aralarında bulunduğu kaynak kişiler bizzat türküleri okur. Koro onlardan eserlerin mahalli söylenişlerini öğrenir. Neriman Altındağ Tüfekçi’nin ifadesiyle çok az nota bilen bu 10 kişilik kadro (Yurttan Sesler kadrosu) koca bir Türkiye repertuarını elde edebilmiştir. Mustafa Sarısözen 4 Ocak 1963’te Ankara’da vefat etmiştir.
Oğlu Memil’e nasihatlerinden biriyle bitirelim: Yüksek yerlere göz dikmeyeceksin. Ancak yüksek bir bilgiye, yüksek bir ahlaka, yüksek bir vicdana sahip olmaya çalışacaksın. O vakit yüksek sandığın yerlerin kendi ayakların altında kaldığını hayretle göreceksin.
Fuzuli - Bende Mecnun’dan Füzun
Bu ayki müzik önerimiz portre başlığımızda bahsettiğimiz bir Muzaffer Sarısözen derlemesi. Erzurum’dan Hafız Faruk Kaleli de Muzaffer Sarısözen’in eser icrası için Yurttan Sesler korosuna davet ettiği kaynak kişilerden biridir. Ankara’ya her gelişinde belleğinde ne kadar türkü varsa hepsi konservatuarda ve radyoda ses bantlarına kaydedilir. Erzurum’da söylenen ve unutulayazan tüm türküler toplanıp değerlendirilir, notaya alınarak radyo repertuarına kazandırılır. Bugün TRT Radyo repertuvarında yer alan Erzurum türkülerinin büyük bir kısmında Hafız Faruk Kaleli’nin emek ve gayretleri vardır. Tanpınar onu şu sözlerle anlatır: Erzurumʼda öteden beri devam eden bu iki başlı musiki geleneğinin son varisi şimdi erken ölümüne yandığımız Faruk Kaleli idi. Bu süzme insan o kadar bu musiki ile hemhal yaşamıştı ki, halim yüzü Hüseyniʼden henüz kanatlanmış bir nağmeye benzerdi. Şimdi ara sıra radyoda onun repertuarından bir türküye tesadüf ettiğim zaman 1924 yazında bu havaları dinlediğim günleri büsbütün başka bir hasretle hatırlıyorum…- Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir.
Muzaffer Sarısözen ve Hafız Faruk Kaleli imzalı bir Erzurum türküsü “Bende Mecnun’dan Füzun” TRT Ankara Radyosu sanatçısı Muzaffer Ertürk’ün icrasıyla sizlerle. Bu vesileyle vefatının 466. Yıldönümünde Fuzuli’yi de rahmetle anmış olalım.
Cem Karaca – Tamirci Çırağı
Anadolu Rock sanatçıları denince akla gelen büyük isimlerden biri olan Cem Karaca’nın Tamirci Çırağı isimli eseriyle karşınızdayız bu ay. Cem Karaca da tıpkı Barış Manço, Fikret Kızılok, Edip Akbayram gibi sadece döneminin değil kendinden sonraki dönemlerde de sanat dünyasının önemli isimlerinden biri olmayı sürdürmüştür. “Tamirci Çırağı” eseri, ona kulak verdiğimizde betimlediği dünyaya girerek kolaylıkla çözebileceğimiz bir aşk hikayesinden doğmuştur. Cem Karaca, bir tamircinin yanında sürekli horlanan çırağın dükkanlarına gelen müşteriye nasıl vurulduğunu ele almıştır. Şarkıda geçen “işçisin sen işçi kal” sözleri her ne kadar politik bir motif olarak dursa da Cem Karaca şarkı ile ilgili röportajında esas işlenen hikayenin kibirli, üst sınıftan bir kıza aşık olan garip bir tamirci olduğunu bizlere söylemiştir. Şarkının bir kısım sözlerini sizinle paylaşıyoruz.
Gönlüme bir ateş düştü yanar ha yanar yanar
Ümit gönlümün ekmeği umar ha umar umar
Elleri ak yumuk yumuk, ojeli tırnakları
Nerelere gizlesin şu avucum nasırları
Otomobili tamire geldi dün bizim tamirhaneye
Görür görmez vurularak başladım ben sevmeye
Ayağında uzun etek, dalga dalga saçları
Ustam seslendi uzaktan oğlum al takımları
…
İşçisin sen işçi kal giy dedi tulumları
İşçisin sen işçi kal giy dedi tulumları
…