Havasını soluduğumuz şu zamanlar, bireysel hayat döngümüzün hibritleştiği, online ve gerçek dünyanın iç içe geçtiği bir dönem. Pandemiden sonra dijitale dönüşümün hayatımıza birçok alanda kolaylıklar getirdiğinin farkına vardık. “Eskiden daha güzeldi” demenin bir faydası olmadığını fark ettiğimizde, içinde bulunduğumuz şartları daha iyiye dönüştürebilme, sanalı kendimize avantaj olarak sunma şansını yakalamış olduk.
Tam da sanal aleme evrildiğimiz süreçte çıkardığımız derginin bir yılı biterken dijital şartları yeni yılımızda nasıl daha iyi kullanabiliriz sorusuna cevap aradık. Sekiz arkadaş, gönül coğrafyalarımıza dalıp çıkarken, belki okuyucularımıza keşfedilmemiş bir kıta sunarız hissiyatıyla; sosyal medyada, bloglarda karşımıza çıkan uzun yazılardan sıkılan okurlarımızla eğlenceli beraberliğimizi devam ettirmek istedik.
Dergimizin ikinci yılında da “zaman kavramı beşerin en kıymetlisi” görüşümüzü devam ettiriyoruz. Bu nedenle biz de vakitleri israf etmeden kısa ve öz şeyler ortaya çıkaralım, toplu taşıma kullanırken okuyalım, izleyelim, kahve içerken müzik dinleyelim, dergilerle tanışalım, beğendiğimiz sayfaları paylaşalım, gitmeye üşenmediğimiz yerleri anlatalım istedik ve hazırlıklara yeni yılda da devam ettik.
Kitaplıklarımızın başına geçip kitaplarımızı taradık, film listelerimizi açtık filmlerimizi yeniden karıştırdık. Müziklerimizi tekrardan dinledik, unutamadığımız parçaları seçtik. Sosyal medyalarımızı, bağlantılarımızı kontrol ettik, paylaşıma açmak istediklerimizi not aldık. Gitmeyi çok sevdiğimiz, manzarasına doyamadığımız sakin ve güzel yerleri gezdik. Tüm bunların her birini yazıya dökmeye devam etmeye karar verdik
Yeni dönemde hangi başlıkları eklemeliyiz? Sorusuna; klasikten uzak, şahsına münhasır yazılar ortaya çıkarmak istediğimiz konuları seçme konusunda ortak bir karara vararak işe koyulduk. Şimdilerde biz, ayda bir düzenli formatımız ile okurumuza yeni keşifler sunmak için içeriklerimizi bir araya getirmeye ilk günkü heyecanımızla devam ediyoruz. Önünüze gelen dergi çalışmamızın işleyiş mekanizması bu şekilde güncellendi. Geriye kalan tek şey sayfayı ilerletip ikinci yılımıza ait yeni içeriklerimizle tanışmanız.
Güzel vakit geçirmeniz ve faydalanmanız dileğiyle, Değerli Okurlarımız…
Editör İşleri: Elif Yavuz
Kendi Halinde Yazarlar: Ayşegül Eroğlu, Ayşegül Taşalan, Betül Ellialtıoğlu, Elif Yavuz, Fatma Zehra Hamarat, Gülbahar Sebetci, Kevser Betül Kurar
Yasmin Mogahed - İyileştir Kalbini
Mısır’da doğup, Amerika’da büyüyen Yasmin Mogahed 43 yaşındadır. Psikoloji, maneviyat ve kişisel gelişim alanlarında uzmandır. İyileştir Kalbini isimli eserinde insanın özüne dair önemli sorular sorup, bu sorulara cevap veriyor. Mogahed, insanın kırılganlığını gözler önüne sererken bir de bu kırılganlığın nasıl merheme dönüşebildiğini açıklıyor. Kitabı okurken çağın hızına kapılıp ruhen yorulan kalbinizi kuş gibi hafifletecek çarelere elinizi dokunduruyorsunuz. Yer yer bir zihin faaliyeti oluyor bu, yer yer de zikrettiğiniz bir dua oluyor. Kalbinizi elinize alıp bir o tarafa bir bu tarafa çeviriyorsunuz da hasarlara ve güzelliklere çıplak gözle bakıyorsunuz sanki. Yazarın da deyimiyle “duygusal ve manevi iyilik rehberi” olan bu kitabı okurlarımıza tavsiye ediyoruz.
İsmail Yiğit - Karagöz
İsmail Yiğit’in Osmanlıca’dan Türkçeye derlediği Karagöz kitabı; 4 Kânun-i Evvel 1909 tarihinde yayınlanan Darul Saade adlı bir Osmanlı dönemi gazetesinin basımından alınmıştır. Ali Fuat Bey tarafından hazırlanan ve 10 Ağustos 1908’de yayın hayatına başlayan bu gazete önemli bir mizah gazetesidir. Kitapta, gazetede yer alan üç farklı hikayeye yer verilmiştir. Bu hikayeler kitapta bir sayfa orjinal Osmanlıca metni ile karşı sayfada metnin günümüz Türkçesine birebir çevirisiyle yer almaktadır. Geçmişten kalan bir eserin birebir yalın çevirisi ile verilmesi okuyucuya farklı bir okuma deneyimi yaşatmaktadır.
Yahya Kemal Beyatlı - Kendi Gök Kubbemiz
Yahya Kemal yaşadığı süreç boyunca hiç kitap yayınlamamıştır. Fakat ölümünün ardından yazarın baş yapıtları haline gelen iki eseri oluşturulmuştur. Bu eserlerin biri de Kendi Gök Kubbemiz’dir. Süleymaniye’de Bir Bayram Sabahı’nı okurken önünüzdeki ilk bayram namazına Süleymaniye’de uyanmak istersiniz. Mohaç Türküsü’nde milli duygularınızın kabarmasını engelleyemezken Koca Mustapaşa’da ceddinize olan özleminiz coşar. Bazı şiirlerinde aşkı derinden hissederken bazılarında İstanbul sevdası ile dolar taşarsınız. Arapça ve Farsça kelimeleri de içinde barındıran şiirleri yazarın eserini daha da zengin kılmıştır. Yüreğinizin birçok duygu ile besleneceği bu kitabı okurken sizlere istifadeli vakitler dileriz.
Fuzuli'ce Bir Şikayet
Divan Edebiyatından şiirlere yer verdiğimiz bu köşemizde şair Baki‘yi anmışken aynı devrin bir diğer söz üstadı Fuzuli‘ye yer vermemek olmazdı. Şair Fuzuli, Baki gibi 16. Yüzyılda yaşamış, ancak beşeri aşktan ziyade ilahi aşkı işlediği şiirleri ile ön plana çıkmıştır. Baki yazdığı övgü gazelleri ile Kanuni Sultan Süleyman’ın takdirini kazanırken Fuzuli tasavvufi şiirleri ve Leyla vü Mecnun‘ununa rağmen devrinde Baki’nin gölgesinde kalmıştır. Aralarında gerçek manada bir atışma yaşanıp da Fuzuli’nin kaleminden “İlim insanın cehlini alsa da hamurunda varsa eşeklik ‘baki’ kalır.” Hicvi dökülmüş müdür bilinmez ama Fuzuli’nin kırgınlıklarının onu Kanuni’den ziyade İran sahasının en büyük şahı Şah İsmail’e meylettirdiği düşünülmektedir. Öyle ki Fuzuli Beng ü Bade isimli eserini Yavuz ve Kanuni’nin ezeli rakibi Şah İsmail’in beğenisine sunmuştur. Kırgınlık demişken Fuzuli’nin bu konudaki ustalığını konuşturduğu divan edebiyatının önemli murabba örneklerinden olan bir şiirin ilk ve son bendine yer vermek isteriz: Perîşân-hâlin oldum sormadın hâl-i perîşânım
Gamından derde düştüm kılmadın tedbîr-i dermânım
Ne dersen rûz-gârım beyle mi geçsün güzel hânım
Gözüm cânım efendim sevdiğim devletlü sultânım
“Senin için perişan bir halde dolanıp duran bu aşığın durumunu sormadın, senin kaygınla dertlendim, derdim için bir önlem almadın. Ne dersin benim efendim, sevdiğim, devlet sahibi sultanım, günlerim hep böyle perişan mı geçsin?”
Fuzûlî şîve-i ihsânın ister bir gedâyındır
Dirildikce seg-i kûyun ölende hâk-i pâyındır
Gerek öldür gerek ko hükm hükmün re’y râyındır
Gözüm cânım efendim sevdiğim devletlü sultânım
“Bu aciz Fuzuli, senden cömertlik tavrı bekleyen bir fakirdir. Yaşadığı müddetçe senin civarında gezinip duran bir köpek, öldüğünde ise ayağının tozudur. Beni ister öldür ister sağ bırak. Karar da seçim de senindir ey benim gözüm, canım, sevdiğim, devlet sahibi Sultanım.”
Bu şiiri incelerken aklımıza psikolojideki bağlanma stillerinden “kaygılı bağlanma” gelmiyor değil. Sanıyoruz ki divan edebiyatındaki pek çok şairi görece bu kategoriye yerleştirmek lazımdır. Aşık sevilenin karşısında kendini olabildiğince hakir, fakir, taksir sahibi görüp (bkz. Ömer Lütfi Mete – Gülce şiiri) sevileni de en yüce mertebeye yerleştirmekten geri durmaz. Yeri gelir kendisi köpek olur, sevgili göz bebeği. Yeri gelir kendisi kıymetsiz bir ayak tozu olur, sevgili sim-i zer. Yeri gelir kendisi bir gulamdır sevilen sultan… Gerçek hayatta belki de Mecnunun Leylası hakkında söyledikleri gibi kara kuru bir şey olsa da aşığın gözünde o hep kara saçlarının bir örtü gibi örttüğü yüzü Kabe, kaşı yay, kirpiği ok, gamzesi akıl alan bir serv-i hiramandır.
Tekrar Fuzuli’ye dönecek olursak siz deyin bu şiir; onu divaneye döndürmüş, ilmi bir kıyl-u kal etmiş aşk derdinin yansımasıdır, biz diyelim dönemin hükümdarına hem kırgınlığını belli etmek isteyen hem de haddini aşmaktan imtina eden bir şairin serzenişidir. İhtimaller ne olursa olsun kadrimizin bilindiği her ortamda içimizdeki ışığı kimsenin gölgesinde kalmaksızın parlattığımız, hem değer verdiğimiz hem de değer gördüğümüz “güvenli bağlanmalarımız” olsun.
Suveyda - Mesut Uçakan
2021 yılında izleyicileri ile buluşan Süveyda filminin yönetmeni Mesut Uçakan’dır. Bu filmde bir yandan hafız olmak isteyen Hadim’in serüveni anlatılırken diğer yandan ise Ezanın türkçe okutulduğu, Kur’ an’ın yasaklandığı dönem ele alınarak insanların bu dönemde yaşamış olduğu zorluklara değinilmiştir. Hadim 11 yaşındadır ve hafız olmak istemektedir. Caminin imamı olan dedesine günlük derslerini okumakta ve çok çalışmaktadır. Bu süreç böylece akıp giderken Hadim’i beyaz bir güvercin takip edip durmaktadır. Bir gün gelir artık ezanın Arapça okunması yasaklanmıştır, bundan sonra ezan Türkçe okunacaktır.
Hadim’in hafızlık serüvenine şahit olmak, bu dönemde yaşanmış olan zorlukları daha yakından görmek isterseniz bu film sizin içi önerilir.
Soltanym - Pälwan Halmyradow
Ýollarymy saňa getir
Bu ýol soňy sende biter
Ýitaysemem sende ýiter
Sende dermanym, soltanym
Yollarımı sana getir
Her sonucu sende bitir
Yiteceksem sende yitir
Derde derman ey sultanım
Oldukça tanıdık gelen bu sözlerin ait olduğu ilahi aslında Türkçe’de de pek çok yorumu olan Sultanım ilahisinin Türkmen sanatçı Pälwan Halmyradow’un yorumuyla icra edilmiş bir versiyonu. Sözleri Türkmen Türkçesi ile okunsa da özellikle Mustafa Demirci’nin okuduğu yorumuyla kulaklarda yer etmiş bir ilahi olduğundan anlam yönünden de oldukça anlaşılır. İlahinin diğer yorumları arasından Pälwan Halmyradow’un yorumunun hem enstrümantal olarak hem de okunuş yorumu bakımından oldukça farklı bir yerinin olduğunu ifade etmekte fayda var. Hem sanatsal açıdan verdiği hoş dinleme tecrübesiyle hem de sözlerinin anlamının oluşturduğu hissiyatla “Soltanym” ilahisi pek çok Müslüman için tekrar tekrar dinlenebilecek hoş bir ilahi.
We'll cross that brıdge when we come to ıt
“Bunu konuşmanın sırası değil şimdi!”
Dediğimiz pek çok konu olabiliyor. Bazen duygu durumumuz uygun olmadığından, bazen hayatımızda başka öncelikli konulara yer vermemiz gerektiğinden yer yer kullandığımız bir cümle bu. “We’ll cross that bridge when we come to it” deyimi de İngilizce’de bu anlama gelen bir deyim. İngilizce’den Türkçe’ye direkt çevirisi “O köprüyü o köprüye geldiğimizde aşacağız.” şeklinde. Çözüm zamanı şimdi olmayan herhangi bir konuyu ifade etmek için kullanılabilir. Özellikle de bizim için önemli yeni bir yola çıkarken karşımıza çıkabilecek problemleri sık sık hatırlatan insanlara söylenebilecek oldukça yerinde bir deyim.
Ihlamur Kasrı - İstanbul
Beşiktaş’ta Ihlamurdere Caddesi’nin bitiminde yer alan Ihlamur Kasrı, İstanbul’un beton kalabalığında bir nebze soluklanmak isteyenler için güzel bir gezi alternatifi olmaktadır. Yapıların tarihi dokusu ve bahçenin yeşilliği ile yüksek duvarları arasında kendisini koruyarak 18. yüzyıldan günümüze ulaşan Ihlamur Kasrı, üç farklı padişah döneminde ilave edilerek yapılan üç bölümden oluşmaktadır. 1849-1855 yıllarında bahçesine iki kasır yaptıran Sultan Abdülmecid buraya “ferahlık, tazelik, neşe, sevinç” anlamlarına gelen “Nüzhetiye” adını vermiştir. İsminin özelliklerini bugün de taşımaya devam eden Ihlamur Kasrı, özellikle bahar aylarında tarihi yapıyı yeşil bir bahçeyle buluşturan mini bir kültür gezisi yapmak isteyen ziyaretçilerine kapılarını Pazartesi günleri hariç açmakta ve Milli Saraylar tarafından işletilen kafeterya hizmeti de sunmaktadır.
Laodikeia Antik Kenti - Denizli
Laodikeia Antik Kenti, Türkiye’nin batısında, Denizli ilinin yakınında yer alan bir arkeolojik kenttir. Tarihi kalıntılarıyla ziyaretçilerine zamanda bir yolculuk sunan bu etkileyici yer, tarih ve kültür meraklıları için gerçek bir cennettir. Antik kentin girişinde, büyüleyici bir atmosfer yaratan eski sütunlar sizi karşılar. Bu antik kent, Roma İmparatorluğu döneminde büyük bir öneme sahip olmuş ve ticaret merkezi olarak ün salmıştır. Laodikeia’nın en dikkat çekici özelliklerinden biri, olağanüstü iyi korunmuş tiyatrosudur. Bu tiyatro, binlerce yıl öncesinin tiyatro performanslarına tanıklık etmiş gibi hissettirir.
Antik kentte gezerken, Roma dönemine ait birçok önemli yapıyı keşfedebilirsiniz. Agora, antik kentin merkezi meydanı olarak işlev görmüştür ve günümüzde bile görkemli bir görüntü sunar. Termal hamamlar, heykeller ve tapınaklar gibi birçok yapı, ziyaretçilerine antik Roma’nın görkemli geçmişini hatırlatır. Laodikeia Antik Kenti’nin büyüleyici bir başka özelliği de Roma dönemine ait iyi korunmuş mozaiklerdir. Renkli ve detaylı mozaikler, o dönemin sanatsal zenginliğini sergiler ve ziyaretçileri büyüler. Bu muhteşem antik kenti gezerken, tarihin etkileyici bir parçasını keşfetmenin yanı sıra, etkileyici doğal güzelliklerin de keyfini çıkarabilirsiniz. Laodikeia’nın etrafını saran büyüleyici dağ manzarası, ziyaretinizi daha da unutulmaz kılar.
Fotoğraflar: Elif Yavuz
Uçmak "Hezarfen Ahmet Çelebi"
Bazen büyük hayaller kurarız, gün gelir bu hayaller kabına sığmayıp taşar ve seslendirdiğimizde duyanların “Aklını peynir ekmekle mi yedin!” hayretine muhatap olur. “Bin ilimli” Hezarfen Ahmet Çelebi de aklını peynir ekmekle yiyenlerden, gönlüne uçma arzusu düşünce onu ne karısı vazgeçirebilmiş ne de 4. Murat. Galata’dan Üsküdar Doğancılar meydanına pek havf edilecek (korkulacak) bir âdem indi mi bilinmez. Konu hakkında Evliya Çelebi’nin seyahatnamesi dışında herhangi bir kaynağa tesadüf edemedik. Gerçekliğini tarihçiler tartışa dursun gelin biz bu hikayeyi sahnede izleyelim.
İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenen Uçmak “Hezarfen Ahmet Çelebi”, 6. Anadolu Tiyatro Ödülleri’nde Hakan Çimensever’e yılın yönetmeni, Tolga Evren’e yılın oyuncusu ödülünü getirdi. Çimensever oyunun hedefini AA röportajında (https://www.aa.com.tr/tr/kultur-sanat/hezarfen-ahmed-celebi-tiyatro-sahnesinden-kanatlanacak/1648401 )”Dünyada herhangi bir festivale gittiğimiz zaman bize en çok sorulan soru bu, ‘Sizin hikayeleriniz nerede?’ diyorlar. Biz, Devlet Tiyatroları Genel Müdürüyle biraz böyle düşünerek işe başladık. Yani hakikaten bizim hikayemiz ne? Biz onu tiyatronun gerçeği ve estetiğiyle, bugünkü haliyle gerçekten dünyaya anlatabiliyor muyuz, onlar bizim hikayelerimizi bu güçte ve estetikte seyredebiliyor mu? Hedefimiz buydu” ifadeleriyle anlattı.
Ömer F. Oyal’ın kaleminden çıkan iki perdelik oyun 12-13 Mayıs tarihlerinde Taksim’de Atatürk Kültür Merkezi (AKM) Tiyatro Salonunda sizlerle…
Bilet almak için: https://biletinial.com/tiyatro/ucmak-hezarfen-ahmed-celebi
Zemzemlik
Her bayram geldiğinde evlerde bir telaş başlar. Bir yandan tatlılar hazırlanmaya başlanır bir yandan ev temizliği yapılır. Mutfak dolabının temizliği bu yıl benim nasibime düşen bayram telaşıydı. Temizlemeye başlamadan önce dolapları boşaltmaya başladım. Her bir rafında ayrı mutfak malzemesi, her birinin ayrı anısı vardı. Sırada en değerli raf vardı. Bu rafta beni maziye götürecek eşyalar bulunmaktaydı. İlk karşıma çıkan bir zemzemlik oldu. Yıllar önce dedemler ve babaannemler Hac’dan geldiklerinde gelen misafirlere zemzem ikramını bu zemzemlikler ile yapmıştık.
Ne zaman bu zemzemliği görsem hep çocukluğum aklıma gelir. Hac’dan veya Umre’den bir akrabamız geldiğinde onu ziyaret eder küçük bardaklar ile zemzem suyu içer bolca hurma yerdim. İlk defa zemzem suyu içtiğim gün annem bana kıbleye dönüp üç yudumda içmemi anlatırken ben ilk defa içiyor olmanın heyecanıyla olduğum yerde hızlıca içmiştim hepsini. O günlerde benim için şirin bardaklardan ibaret olan zemzemlik bugün içinde türlü türlü anılarımı barındırıyor.
Yıllar geçer, eşyalar eskir, anılar tazelenir.
Yörüngede Yerli Rüzgarlar
Her zaman bu köşede pek çok yabancı ülke, firma, marka ve insan ismi zikrettik. Ancak şimdi ülkede TEKNOFEST rüzgarının estiği şu günlerde bu köşede Milli Uzay Programımıza yer vermenin tam sırası!
Milli Uzay Programı kapsamında geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen en önemli gelişme İMECE isimli ilk yerli ve milli uydumuzun uzaya fırlatılması oldu. İMECE‘nin yolculuğu 15 Nisan 2023 tarihinde California Vandenberg Uzay Üssü’nden Türkiye saatiyle 09.48’de fırlatılmasıyla resmen başlamış oldu. Elbette İMECE Türklerin uydu konusundaki ilk atılımı değil. RASAT ve GÖKTÜRK 1 – 2, İMECE‘den önce uzaya açılmışlardı. Ancak İMECE bir takım özellikler bakımından diğer uydulardan farklı bir önem arz ediyor.
İsmiyle müsemma uydumuzun her bir parçası (güneş algılayıcı, yıldız izler, yüksek çözünürlüklü kamera, uçuş bilgisayarı, itki motoru, anten…) Türk firmalar tarafından üretildi. Bu sebeple yaşanan kötü günlerin ardından, tıpkı birbirlerinin tarlasını maddi bir çıkar ummaksızın yardımlaşarak ekip biçen köylülerimiz gibi mütebessimiz. Bir diğer önemli özelliği ise uydunun metre altı çözünürlüğe sahip bir kamerasının olması. (Diğer uydulara nispeten gönderdiği görüntüler üzerinde daha çok ayrıntıyı daha net gösterme imkanına sahip bir kamera şeklinde düşünebiliriz.) Bu da uydunun haberleşme, hava durumu, haritalama gibi işlevlerin yanı sıra askeri anlamda da kritik bir öneme sahip olduğunu gösteriyor. 0.7 metre çözünürlükte kamerası ile hedefi görme ve hareketleri saptama konusunda büyük fayda sağlayacağı umuluyor. Askeri nitelikli bir uydu olduğu için muhtemel başka özelliklerinin de bulunduğunu tahmin ediyor, güvenlik nedeniyle basın ile paylaşılmamış olma ihtimalini doğal buluyoruz.
Milli Uzay Programının diğer atılımı ise Uluslararası Uzay İstasyonu’na ilk defa bir Türk’ün gönderilecek olması. Geçtiğimiz günlerde uzaya gitmek için başvuru yapan binlerce kişi arasından seçilen bir asil ve bir yedek olmak üzere 2 kişinin isimleri açıklandı. Asil yolcumuz Alper Gezeravcı, Hava Harp Okulu’ndan Elektronik Mühendisi olarak mezun başarılı bir pilot; yedek yolcumuz Tuva Cihangir Atasever ise Elektrik Elektronik Mühendisliği mezunu olup yüksek lisansını tamamladıktan sonra ROKETSAN bünyesinde 5 yıl çalışan bir aviyonik sistem mühendisi. Bu program kapsamında Uzaya gidecek ilk Türk yolcumuz UUİ’ de 14 gün kalıp çeşitli eğitimlerden ve uzay şartları ile ilgili deneyimlerden geçecek.
Yaşanan bu gelişmelerden sonra Milli Uzay Programının en önemli aşaması olan 2023’ün son çeyreğinde Ay’a gitme hedefi için heyecanla beklemeye koyuluyoruz. ABD’nin Ay yolculuğu hakkında yıllardır konuşulagelen şüphelere daha önce değinmiştik. Belki de “ABD gerçekten Ay’a gitti mi?” tartışmalarına son veren bir Türk olur. Rus kozmonot Gagarin ilk uzay yürüyüşünü yaptığında “Burada Tanrı falan göremiyorum.” demişti. İster misiniz Ay’a giden ilk Türk de “Burada Amerika bayrağı falan göremiyorum.” desin!
Mehmet Serhan Tayşi
Kitap tutkusu her insanda farklı tezahür eder, bazı insanlar yalnızca kendi kitaplarına değil koleksiyonlara da gözü gibi bakar. Kütüphaneleri eserler için bu kadar uzun soluklu korunaklı alanlar kılan da Mühibban-ı Kütüb’ün (Kitap Sever) özenli tavrı oluyor. 2015 yılı Nisan ayında sırlanan Mehmet Serhan Tayşi de bu isimlerden biri.
Eski Millet Yazma Eser Kütüphanesi müdürü Mehmet Serhan Tayşi 1942 İzmir Bayındır doğumlu. Ömrü kütüphanede nadide eserler arasında geçmiş, tıpkı izinden gittiği Ali Emiri gibi o da kitaplara ve ilme ilgili bir aileye doğmuş. Dedelerinin ve büyüklerinin sohbetlerinde yetişmek nasip olan Tayşi kendi tabiriyle bir “kulak mollası”. Mehmet Serhan tarih öğrenimi sonrası kütüphanecilik yapmış. İstanbul Millet Kütüphanesi’nin kurucusu Ali Emiri’nin mirasını devralıp aynı özenle eserlere gözü gibi bakmış. Çalışma hayatının yoğunluğu nedeniyle uzun süren doktora çalışmasının yanında “Tarikat Kıyafetleri” adlı hala basılan bir kitabı ve Göynük’te medfun Dede Ömer Sikkînî Efendi Sempozyumu’nda yaptığı konuşmasının metni bulunmakta.
Tayşi ayrıca koleksiyon içerisindeki bazı eserleri günümüz Türkçesine aktarmış. Küçükken geçirdiği çocuk felci ellerini çorak bırakınca, bu durumu askerlik dahil bir çok alanda ona engel olmuş. O da zamanının çoğunu kitaplara ayırmış. Tüm bu ciddi işlerinin yanında beklenenin aksine şen şakrak, hoş sohbet ve esprili bir insan Mehmet Serhan Tayşi. Onun hayat hikayesi sözlü tarih anlatısı gibi. Ömründen pek çok insan gelip geçmiş, hakkında daha fazla bilgi edinmek için Taha Kılınç’la yaptığı söyleşilerle oluşturulan”Ali Emiri’nin İzinde” kitabını okuyabilirsiniz.
Sedat Anar - Nâlân Olup Allah Diyelim
Bu ay Sedat Anar’ın Santurundan çıkan bir besteyi sizlerle paylaşmak istedik. Argıllı Gelin’i ve kardeşi Selahattin Anar’la birlikte sahnelediği konserlerinde anlattığı, keyifle ve hayretle dinlediğimiz hayat hikayesiyle tanıyoruz Anar’ı. Masal anlatıcısı dedesi ve def eşliğinde ilahiler söyleyen ninesiyle geçen çocukluğu, okul hayatı, İran’a gidişi santur öğrenimi, döndüğünde Ankara’daki sokak müziği tecrübesi, orada dinlediği farklı insan öyküleri ve bu hikayelerin ona hayatı öğretmesi… Anar’ın hayat yolculuğunun seyrinde tüm duraklarda heybesine kattıkları müziğinde birleşiyor. Farklı kültürlerin onun zihin ve gönül dünyasında bulduğu karşılıkların etkileşimi de müziğini özgün kılıyor. Derdini sanatla anlatmaya çalışıyor, bazen gezdiği sokaklar bazen sevdiği sanatçı Dino’nun elleri bazen de Ülkü Tamer’in şiirleri onun santurundan bir beste olarak çıkıyor.
Besteleri arasından sizler için tasavvufi etkinin öne çıktığı Nalan Olup Allah Diyelim’i seçtik. Eser sözlerini 18.yüzyılın sûfîlerinden, Kādiriyye tarikatının Enveriyye kolunun pîri kabul edilen Osman Şems Efendi’nin (https://islamansiklopedisi.org.tr/osman-sems-efendi ) Nutk-i Şerîf’inden alıyor.
Ey ‘âşık-ı şeb-zinde seher bülbüle karşu
Nâlân olup Allah diyelim Hû diyelim Hû
Olmaz uyumak ‘âşıka Allah yoludur bu
Nâlân olup Allah diyelim Hû diyelim Hû
Bul Şemsî gibi ‘aşk-ı Muhammed’le delîli
Bil âteş ile sırr-ı gülistân-ı Halil’i
Mûsâ gibi seyr etmeğe envâr-ı Celîl’i
Pûyân olup Allah diyelim hû diyelim hû