Sosyal Düzenin Oluşumunda Tıbbî Söylemin Yeri

Sosyal Düzenin Oluşumunda Tıbbî Söylemin Yeri, Mustafa Caner, 3 Mayıs 2014 Cumartesi, 16.30

İLEM Sunumlarında bu hafta “Sosyal Düzenin Oluşumunda Tıbbı Söylemin Yeri” başlıklı sunumu ile Mustafa Caner konuk oldu. Caner, seminerinin sunumunun girişinde bizlerin beden odaklı bir yaşayışa sahip olduğumuzu belirterek, sunumunun bu amacının baskın beden ve tıbbi söyleminin yapı sökümünü yapmak olduğunu belirtti. Caner, paradigmasını Michel  Foucault’un iktidar  -söylem bağlamından aldığını ifade ederek iktidarın, bir anlamda insanları besleyen de bir şey olduğunu vurguladı. Modern tıp geliştirdiği söylemle bizler üzerinden iktidar kurmaya gider.

Caner, beden sosyolojisinin, toplumu bir bedenleşme üzerinden okuması durumunda, insan kendi öznelliğini yaratırken bedenin de bu öznellikte büyük bir yer aldığını ve iktidar söylemleriyle ne kadar etkiliyse beden yoluyla ferdin öznelleşmesine o kadar çok manipülasyona gittiğini belirtti. Beden sosyolojisi, 20. Yüzyılın ortalarından itibaren revaç kazanmıştır. Caner, bunda döneminin söyleminin çok etkisi olduğunu vurguladı.Sosyal Düzenin Oluşumunda Tıbbi Söylemin Yeri afiş

Caner, bedenin konusu semavi dinlerde de konu edindiğini vurguladı. Hristiyanlıkta bedenin ve ruhun ayrı şeyler olduğu ve ruhun üstün olan bedenin de yozlaşmanın merkezidir. Antik Yunan da bedenin çok önemli olması ve bunun için olimpiyatların düzenlenmesi bu bağlamda değerlendirilebilir. Caner, Hristiyanlıktaki bu ayrımın günümüzdeki algının da temelini oluşturduğunu vurguladı.

Caner, beden-sunma ilişkisini bedenin dış yüzeyini bir sunma aracı olarak ele aldı. İnce bedenin daha makbul bir şey olduğu düşüncesi ve bunun uğruna diyetin ya da başka tekniklerin sunulması ve bunlarında anereksiya ve bulumiyaya yol açması hastalıklarla sonuçlanması örneğiyle açıkladı. Tıp sosyolojisi, B. Turner’in iç beden dış beden ayrımından yola çıkarak, dış bedenin sunulmasıyla ilgiliyken; iç beden de asıl tıbbın konusu olmaktadır.  Caner, tıbbın sosyal olan ile bağlantısını, tıp sosyolojisinin araştırmasını gerektiren nedenlerden bir tanesi olarak belirtti. Tıbbın evrensel, sosyal olandan etkilenmediği iddiası yapılan tıp sosyolojisi çalışmalarında öyle olmadığını göstermektedir.

Caner’in sunumda üç temel kavrama değindi. “Damga”,  etiketleme teorisini temel alan bu kavram, kısaca toplumun Ben’e, Ben’in niteliklerine verdiği tepkileri inceler. “Çatışma” teorisinde de, toplumun uyumlu bir sistem olmadığını, içerisinde çeşitli çıkar gruplarının olduğunu ve bu çıkar gruplarının Güç İstençleri’nin (Nietzsche) birbirleriyle çatışma halinde olduğunu savunur. Caner’in bir diğer kavramı da Weber’den aldığı “Statü” kavramı: bu kavram tıbbın bir uzmanlık alanı olarak nasıl işlediğinin ipuçlarını vermekte, doktor hasta üzerinde lisansının ona verdiği statüyü-yetkiyi başkasıyla paylaşmak istememektedir.

Caner, post yapısalcılık ve tıp sosyolojisinin etkileşimine vurgu yaparak, M. Foucault’un terminolojisi üzerinden gitti: tıbbi bilginin sosyal kontrol ve toplumun ‘düzenleme’ üzerine ilişkisini ele aldı. Foucault’un evrenselci nosyonuna saldırısı, bu gün bir akıl hastasının akıl hastanesinde olması bizce sorgulanmaması gereken evrensel bilginin sonucu iken, aslında bu Foucault’a göre belli tarihsel bir gelişimin ürünü olmak dışında başka da bir muhteviyat taşımamaktadır. Bu bilgi arkeolojisinde ortaya çıkarılan tıp sosyolojisi için önemli bir eleştiri konusu olan tıbbi söylemde hastalığın sosyal yönünün egale edilip hastalığın bedenin içine yerleştirilmesidir (Nereniz ağrıyor?).

Genel olarak bu kavramlarla birlikte ele alınan tıp sosyolojisi şöyle demektedir: “İnsan bedeni, insan bedenin hastalıkları; kültürün, ekonominin, söylemin ve siyasetin dışında değil; bu sosyal faktörler tarafından belirleniyor”. Foucault’an devam edecek olursak, “Biyoiktidar kavramı” da iktidar içsel ve dışsal olana çok da dikkat eden iden bir yapılanmada değildir. 17. Yüzyıldan itibaren iktidarın hedefi yaşam olarak-insanın ölümünden ziyade yaşatılması- belirleniyor. Sanayi toplumla beraber ortaya çıkan kapitalizm sağlıklı insanı vazgeçilmez kılmaktadır. Biyoiktidar iki temelde incelenmektedir: Birincisi, tekilleştirici insan-bireyselci veya disipline edici iktidar-  ikincisi ise insan yığınların üretken kılınması isteyen-düzenleyici iktidar. Modern tıp bu iki iktidarın kesiştiği alanı gösteriyor. Bir taraftan insan bedenin bir taraftan koruyucu sağlık hizmetlerini, nüfusun iyileştirilmesini bize anlatıyor. Böylece Foucault’a göre bir biyoiktidar çağı başlamış oluyor.

Caner, tıbbi sosyal kontrolün defakto (doktorların adli vakaları bildirmeleri ) ve dejure (zenginlerin hastalıklarına daha fazla ehemmiyet gösterilmesi ve farklı bir şekilde adlandırılması) kontrol biçimlerine vurgu yaptı. Biyomedikal model, bedeni bir makine gibi ele alırken hastayla değil de hastalıklarla ilgilenen felsefe üzerinden hareket eder; doktorun bakışı bireyin bedenine bakan bir bakıştır. Bu bakışta Descartes’e geri giden bir anlayış görmekteyiz: Zihin, bedenin ayrımı üzerinden hareket etmektedir bu modelde.  Hasta yerine hastanın bedeni onun yerine konuşmakta ve bu ciddi oranda eleştiriye tabi tutulmaktadır.

Caner, psikiyatriye geçişinde; cadılık söyleminden psikiyatri söylemine geçişi anlattı. Psikiyatrinin engizisyonun bir devamı olduğu noktasındaki yorumları aktardı. Amerika Psikiyatri Derneği yayınladığı el kitabı ile doktorlar hastalarına tanı koymaktadır. Bu el kitabını incelenecek olursa belirli şeylerin hastalık olarak tanımlanmasında politiğin içre olduğunu görmek mümkündür. El kitabına göre çalışabilecek olmak, sağlık olarak tanımlanmaktadır. Bu söylem tanımların kapitalizme ne kadar katkı sağladığını göstermektedir.

Caner, tıbbileştirme meselesini şöyle açıkladı: belli fenomenlerin açıklanmasında tıbbi terimlerin kullanılması, önceden tıbbi olmayan bir şeyi tıbbi hale getirmek ki bu da tıbbi söylemi baskın hale getiriyor. Modern tıp, kültürel farklılıkları göz ardı edip tek bir reçete sunmakta. Tıbbileştirme, kavramsal olarak, kuramsal olarak ve etkileşimsel olarak tanımlama olmak üzere üç farklı zeminde tanımlanmaktadır. Caner, aynı şekilde kadının ve kadın bedeninin daha çok tıbbileştiğine vurgu yaptı. Öncesinde evde doğum yapmanın normal olarak algılanırken şimdilerde hastanede doğumun normal olarak algılanması ve bu durumun arkasında ebe ve doktor arasındaki politik çekişmesin söyleme akması şeklinde değerlendirmek mümkündür. Bu durumu menopoza dair söylemde de görmek mümkündür.

Sonuç olarak Caner, hazırlamış olduğu tezini, Batı kaynaklı teori ve modellerden yola çıkarak anlatmaya çalıştı.  Akademik olarak kavramlar, birbirini destekleyici nitelikte olmakla beraber bu kavramların neredeyse tamamının ‘ithal’ olması, bir nevi bu model ve kavramların ülkemiz ve yerelliğimiz ve de bilgi anlayışımız karşısında Batının bir reklamı olmasının dışına çıktığı söylenemez. Bu tür çalışmaların, ‘kendi dilimizi-söylemimizi’ oluşturma noktasında ilim dünyamızı bir adım daha ileriye taşıması yapılan çalışmaları daha anlamlı kılacaktır.

Leave a Comment