Yolun Başında Bir Çocuk
Yazar: N. Beyza Koru
“Suçsuzluktur çocuk ve unutkanlık, bir yeni başlangıç, bir oyun, kendiliğinden dönen bir tekerlek, bir ilk devinme, bir kutsal evet.” demiştir Nietzsche, ruhun üç değişimini anlatırken. Çocukluk ise bu üç değişimin başlangıcına değil nihayetine tekabül etmektedir. Başka bir deyişle, ruhun tamamlanmasını temsil etmektedir. Kendi nazarımdan baktığımda ise çocukluk orada, sonsuzluk kapısının eşiğinde ve insanda sonsuzluk iştiyakının var olageldiği yegâne çağ olarak bütün çağları kucaklar vaziyette beklemektedir.
Yeni bir başlangıç, bir ilk devinme olarak atfedilen çocuk; yeni bir yaşam kurmaya meyyaldir her zaman. Bunun ilk emarelerini elinde olanlarla oyun kurarken onu izlediğimizde görürüz. Bir kumaş veya ahşap parçasını kullanarak bürünmek istediği türlü rollere bürünebilirken, her oyunda yeni bir yaşamı deneyimliyordur aslında. Deneyimler farklılaştıkça duyulan hazlar da farklılaşmaktadır elbette ve yetişkinliğe dair deneyimlerin; bizzat yaşamakta olan bizlerin belki de hiç tadına varamadığı lezzetini, doya doya tadıyor oluşuna şahitlik ederiz. Biz kendi rollerimizi boyun eğerek kabullenmiş, asık suratlarımızla devam ettirmeye çabalıyorken onlar bütün duygularıyla kendilerini oyuna kaptırır, sürdürmek istemediği oyunu dilediğince sonlandırabilir. Onlar için en heyecan verici kısım ise bir oyuna başlama fikridir. Biz hayatımızda en ufak değişikliğe yol açacak bir kararı verebilmek için defalarca düşünürken, çocuklar kurulu düzeni yıkıp yeni baştan bir oyun kurmaya can atarlar. Fakat kurulu düzeni yıkmaya can atması, mevcut düzenden sıkıldığının veya mevcut düzene duyduğu memnuniyetsizliğin bir göstergesi olabilir diyerek, bu kısma bir parantez açmakta fayda vardır.
Platon, -bugün hâlâ geçerliliğini korumakta olan- çocukluk yaşlarında oyunun kendiliğinden ortaya çıktığı ve çocuk ruh yapısının oyuna gereksinim duyduğu savını öne sürmüştür. Demek ki oyun oynamak, belli bir çağ çocuğunun ihtiyacı olmaktan ziyade çocukluğun hüviyetinde önemli bir parça teşkil etmektedir. Belki de öyle olmasaydı, dünya yüzyıllar içerisinde yeniden inşa edilmeyecekti ve gelen her nesil bir öncekinin bıraktıklarını hayatını idame ettirebilmek için yeterli görecekti. İnsanoğlu çocukluğundan getirdiği “kurma” meylini oyun yoluyla hayata aktarma fırsatı bulurken, yine oyun sayesinde bunu bir beceriye dönüştürebilmektedir.
Bu eylemlerin insana bir diğer getirisi ise başlamayı öğrenmektir. Başlamak için gerekli motivasyon, ilgi ve isteğin sağlanabilmesi; diri tutulmayı başarmış bir merak ve yaparak/yaşayarak öğrenmenin vereceği hazza erişilmek istenmesi ile mümkün olabilmektedir. Bir çocuğun peş peşe sıraladığı, yaşamı kurcalar nitelikteki soruları, çocukta var olan diri bir merakın göstergesidir. Sorularına aldığı her cevap, çocuk için yeni bir soruya kapı açarken; cevaplanmamış yahut kestirip atılmış her soru ise çocuğu yeni bir varoluş problemiyle karşı karşıya getirebilmektedir. Sorularına yanıt bulamayan çocuk, merakını dizginlemeyi öğrenir. Merak, zamanla sönme hareketi göstererek sadece bir adım ötesini düşündürtecek kadar küçülür ve en büyük derdi gündelik telaşlardan ibaret, yaşamın dünü ve yarını hakkında soru sormayan, önüne hazır olarak geleni yiyen, rahatsız olduğu bir düzeni değiştirme veya yeni bir düzen inşa etme girişiminde bulunmayacak kadar sorgu kabiliyetini yitirmiş bireyleri meydana getirir.
Sorularıyla yaşamı anlamlandırmış bireyler yaşamdan ne istediklerinin farkındadırlar ve bu doğrultuda girişimlerde bulunmaktan çekinmezler. Buradan hareketle diyebiliriz ki insanın kendini inşa etme dönemi olan çocukluğun gelişim süreci, toplumun geleceği hakkında da bir tasavvur çizmektedir. Maria Montessori’ye göre “Medeniyetin kadim yürüyüşüne liderlik eden çocuk, gelişimin manivelasıdır.”. İnsana düşen ise yolun başında bahşedilmiş çocukluğu, yolculuk boyunca muhafaza edebilmek olsa gerektir. Çünkü çocukluğu muhafaza etmek, manivelayı hareket ettirecek en büyük kuvvet olan uslanmaz bir merakı ve hakikatin peşinde durmaksızın koşturan bir ruhu muhafaza etmektir. Bizler, çocukluk hırkasını giyinerek başladığımız hayatı adımladıkça yetişkinliğe soyunmaktayız. Oysa ki büyümek; çocukluğun geride bırakıldığı bir eylem değil, çocukluğun elinden tutarak adımlanmış bir hayatın sonucu olmalıdır. Ne zaman ki üşüdünüz, yaşamın patikalarında yitirilmiş hayretinizin noksanlığını duydunuz; yolun başında bıraktığınız bir çocuk vardı, onu hatırlayınız.