İslamcı Düşüncenin Teşekkülü Bağlamında Türk Düşüncesinde Bir Arayış Olarak Tercümeler

Konuşmacı: Ahmet Köroğlu

Moderatör: Süleyman Güder

Raportör: Furkan Emiroğlu

Seminerin giriş bölümünde tercümelerin farklı dönemlerde, yeni bir söylem oluşturmak gibi bir etkiye sahip olduğunu belirten Köroğlu, tercümelerin farklı düşünce dünyaları üzerindeki etkisine yönelik çalışmaların yapıldığını konuşmasında ifade etmiştir. Ahmet Köroğlu, çevirilerin düşünce oluşturma yolunda büyük bir rolü olduğunu belirtmiştir. Araştırmalarında tercümelere dilbilimsel değil, kültürlerarası bir olgu olarak yaklaştığını belirten Köroğlu, genel olarak tercümelerin postkolonyal çalışmaların etkisiyle daha fazla kültürler, bölgeler ve coğrafyalar arası etkileşim ve nakil aracı olarak algılanmaya başladığını belirtmiştir. Medeniyetler arası taşıyıcılık, farklı olana ulaşma, mevcudiyetteki eksikliği tamamlama, krizleri aşmaya yönelik işlevselliğe sahip tercümelerin kültür oluşumuna önemli katkılar sağladığı konuşmacı tarafından vurgulanmıştır.

Süleyman Güder’in tarih boyunca tercümelerin hep olumlu şekilde mi algılandığına yönelik sorusuna cevaben Ahmet Köroğlu bazı İtalyanların “Mütercimler haindir.” yorumunu hatırlattı. Tercümelerin tutarsızlıklara, uyumsuzluklara, öze yabancılaşmaya sebep olabilmelerinden ötürü olumsuz olarak da karşılandığını belirten Köroğlu, bu tür durumlarda hibrit modellerin ortaya çıktığını belirtmiştir.

Böylece tercümelerin etkisiyle merkez ve alıcı kültürler arasında türlü kültürel alışverişlerin gerçekleştiği, edinilen bilgi ve tekniğin alıcı tarafındaki pratiklere eklemlendiği/uyarlandığı, bazılarının ise kabul edilmediği görülmüştür.
Tepkiler bahsinde konuşmacı, Cemil Meriç’in görüşlerine atıfta bulunmuştur. Meriç’in tercümeleri “düşüncenin fetihleri” olarak tanımladığını ifade eden Köroğlu, mütefekkirin onların ilgili hedef ülkelerde karşılıklarının bulunamaması halinde tehlikeli olabileceğine yönelik şerh düştüğünü belirtmiştir.

Moderatör Dr. Süleyman Güder’in Türk düşüncesinde tercümelerin ne kadar etkili olduğuna dair sorusunda Köroğlu, bu etkinin sınırlandırılmadan 1700’lerden günümüze ele alındığını ifade etmiş, büyük tercüme hareketlerini büyük etki faktörü olarak gördüğünü belirtmiştir. Türkiye’nin tercüme hareketliliğinde bir merkez olduğunu belirten Köroğlu, Hilmi Ziya Ülken’in medeniyetlerin inkişafında çeviri hareketlerini önemli gördüğünü belirtmiştir. Ancak Ülken’in bu tavrına yönelik düşülecek şerhlerin olduğunun da altını çizmiştir.

Türkiye’nin dışarıdan gelen metinlere nerede ve nasıl tepki vereceği ile ilgili türlü tartışmalar gerçekleştiğini ifade eden konuşmacı, bu devamlı tartışmaların etkisiyle Türk düşüncesi ile tercümelerin tarih boyunca iç içe olduğunu iddia etmiştir.

Hangi türlerde tercüme hareketlerinden bahsedebileceğine yönelik soruyu yanıtlayan Köroğlu, büyük çeviri hareketlerinin tarih boyunca üç dönemde gerçekleştiğini belirtmiştir. Birincisi Grek dünyasını ortaya çıkaran, MÖ 6 ve 7. yüzyıllarda Sümer, Hitit, Fenike metinlerinin tercümeleridir. İkinci olarak Emevi Abbasi döneminde Beytü’l Hikme adlı merkezde gerçekleşen tercümeler. Yunan düşüncesinin İslam dünyasına taşınması bu dönemde gerçekleşmiştir.

Üçüncü tercüme dönemi ise Rönesans’tır. Arapların Latinlerden aldığını tekrar Batı’ya kazandırma hareketi olarak nitelendirilen bu dönemde büyük çeviriler gerçekleşmiştir.

20. yüzyıl içinde Türkiye İslamcı düşüncesinde lokal çeviri ağlarından söz edilebileceğini vurgulayan Köroğlu, yukarıda ele alınan üçlü dönemlendirme dahilindeki ikinci dalga döneminde, Yunan düşüncesinin ürettiği eserlerin çok kısa sürede çevrildiğini belirtmiştir. Oryantalist düşüncede ikinci dalganın kriz olarak tanımlanmasına karşın, Beytü’l Hikme’nin yalnızca tercüme faaliyetlerinin gerçekleştirildiği bir yer olmadığını belirten Köroğlu, bu merkezde arayıcı bir saikle hareket edildiğini belirtmiştir. İlk olarak pratik meselelerin yer aldığı metinlerin çevrildiğini belirten Köroğlu, sonrasında diğer türlerdeki pek çok eserin de İslam dünyasına kazandırıldığının altını çizmiştir.

“Osmanlı tercüme hareketliliğinden bahsedebilir miyiz? Tercüme faaliyetleri Osmanlı döneminde akamete uğramış mıydı?” sorularına yanıt veren Köroğlu, birçok metnin Osmanlı döneminde yeni arayışlara girilmesine yönelik iddiaları barındırmasına rağmen, literatüre bakıldığında durumun böyle olmadığını belirtmiş; saray çevresinde ve bireysel olarak Farsça Arapça ve Türkçe’den çevirilerin yapıldığını vurgulamıştır. Özellikle Fatih Sultan Mehmet döneminde dünya üzerindeki bilginlerin İstanbul’a getirildiği, birçok eserin tercüme edildiği ve bu şekilde malumat açısından ilerleme kaydedildiği bilgileri seminerde dikkat çeken hususlardan olmuştur.

Osmanlı döneminde çeviri faaliyetlerinin daha kurumsal olarak 18. yüzyılda Nevşehirli İbrahim Paşa, Nedim, Yanyalı Esat Efendi gibi isimlerle gerçekleştiği belirtilmiştir. Ayrıca Farabi’nin İbn Sina’nın, Sühreverdi’nin eserleri yine bu devirde çevrilmiştir. Köroğlu, Türkçe Arapça ve Farsça dillerinde ve coğrafyalarında inter-kültürel ilişkinin ortaya çıktığı bu dönemde ikinci dalga kadar hareketli olmasa da büyük bir hareketlilikten bahsedilebileceğini ifade etmiş, Hilmi Ziya Ülken’in bu hareketliliği gözden kaçırdığını belirtmiştir.

19. asrın “Arayışlar Dönemi” kapsamında değerlendirildiğini belirten Köroğlu, bu dönemi İslam ve Batı dünyası arasındaki dengelerin değiştiği dönem olarak nitelendirmiştir. Dönemin düşünce açısından da çok hareketli olduğunu belirten konuşmacı, tercümelerin temel etki güçlerinin bu dönemde değiştiğini ifade etmiştir. “Krizden nasıl çıkabiliriz?” sorusu üzerine Batılılaşmayı bir reçete olarak gören devrin düşünce insanları, tercüme faaliyetlerini batılılaşma yolunda bir araç olarak kullanmışlardır. Batı’nın izinin sürüldüğü bu dönemde Rousseau, Voltaire, Machiavelli gibi düşünürlerin eserlerinin çevrildiği belirtilmiştir. 1830’lu yıllarda kurulan Tercüme Odası, Encümen-i Daniş, Tercüme Cemiyeti gibi kurumların tercüme çalışmalarının daha derli toplu olmasını sağladığının vurgulandığı seminerde, yine bu dönemde Osmanlı düşüncesine pozitivizm, hürcülük gibi meselelerin tezahür ettiği, kimin neyi kimden çevirdiğinin önemsendiği ifade edilmiştir.

Süleyman Güder’in, düşünce alanında eğilimin hep Batı’ya mahsus mu olduğu, Doğu’dan nasıl ve ne derecede etkilenmelerin gerçekleştiğine yönelik sorular üzerine Ahmet Köroğlu, 19. yüzyılın Tanzimat Çağı ve Dikotomiler Çağı olarak nitelendirildiğini belirtmiştir. Konuşmacıya göre bu dönemde tercümelerin toplumda nasıl tezahür edeceği, bunların yerli kültür pratikleriyle uyuşup uyuşmayacağı bazı kesimlerce endişe unsuru olmuştur. Köroğlu’nun Hilmi Ziya Ülken’ den aktardığına göre yine bu dönemde Doğu’dan çevirilerin zirve dönemi yaşanmıştır. O zamana değin çevrilmemiş eserlerin çevrildiği, çevrilmiş eserlerin yeniden gözden geçirildiği, İbn Haldun, Gazzali gibi isimlerin eserlerinin tekrar çevrildiği, tüm bunların kriz anında gerçekleştirilen hamleler olduğu konuşmada belirtilmiştir. Aynı dönemde, bu çevirilerin Türk toplumuna çare olmayacağını, kendi değerlerimizin en azından bunlarla mecz edilmesi gerektiğini belirten zümreler olmuştur. Namık Kemal, Ali Suavi gibi batılılaşmacı isimlerin aynı zamanda Teftazani, İbn-i Sina, Cürcani gibi isimlerden de bu dönemde çeviriler gerçekleştirdiğine dikkat çekilmiştir. Bu isimlerin çeşitli alanlardaki vukufiyetinin, çok yönlü düşünüşlerinin ve dönemin düşünsel zenginliğinin dikkate değer olduğu, bu çok yönlülükler etkisiyle dengeleme amacı güdüldüğünün altı çizilmiştir.

Seminerde ayrıca 20. yüzyıla doğru tercümelerin seyrinin ne olduğuna yönelik yöneltilen soruda yeni bir devlet, yeni kriterler ve temeller oluşumunda çevirilerde nasıl bir izlek takip edildiği hususu açıklanmak istenmiştir. Cumhuriyet dönemi ile coğrafi açıdan kapsam alanının daraldığı, gözlerin Batı’ya çevrildiği ve Batılılaşma hareketine odaklanmak şeklinde eylemlerin rafine edildiği Köroğlu tarafından ifade edilmiştir. Tek parti dönemi sonrasında Hasan Ali Yücel’in önderlik ettiği, içerisinde Ziya Gökalp’in de yer aldığı tercüme hareketinin kayda değer olduğu belirtilmiştir. 1940-1946 yılları arasında gerçekleşen bu çevirilerin içeriklerine bakıldığında ağırlıkla Batı’dan Fransızca, Almanca, Latince, Macarca, İskandinav dilleri, İtalyanca ve İngilizce klasiklerin çevrildiği, Şark’ın ve İslami eserlerin çok az sayıda çeviri külliyatına kazandırıldığı görülmektedir.

1940-1946 yılları arasında Tercüme Dergisi’nin yayınlandığı 40 sayının Hasan Ali Yücel zamanında basıldığı, bunların içerisinde türlü fıkralar ve makalelerin yer aldığı seminerde belirtilmiştir. Bunların muhtevalarına örnek vermek gerekirse 100 felsefe yazısı içerisinde yaklaşık 90 makalenin Yunan eserlerinden çevrildiği, hatta Yunan özel sayılarının da bu dönemde mevcut olduğuna yönelik göstergelerin Batı düşünce geleneğinin ağırlıklı olarak takip edildiğinin kanıtı olarak kabul edilebileceği konuşmacı tarafından vurgulanmıştır.

Resmi kanallar dışındaki mecralarda tercümelerin hangi izlekler ve istikametlerde kendisini gösterdiğine yönelik soru üzerine Köroğlu, 19 ve 20. yüzyılda kendisini gösteren ideoloji çağında tercümelerin, tüm ideolojiler zaviyesinden değerli bulunduğunu belirtmiştir.

Milli kültürü en çok mahfuz tutan milliyetçilik ideolojisinde dahi Ziya Gökalp’in Durkheim’dan “Halka Doğru” anlayışıyla etkilendiği örnek gösterilmiştir. Ayrıca milliyetçi akımın takipçilerinin bu dönemlerde yurt dışındaki Türkiyatçılardan etkilenip onlardan tercümeler yaptıkları da seminerde belirtilmiştir. Yalnızca İslamcılık için değil, diğer tüm ideolojiler için de tercümelerin, istifade kaynağı olduğu vurgulanmıştır. Sol düşüncede de çeviri faaliyetlerine önem verildiğini belirten Köroğlu, Karl Marx’ın Kapital adlı eserinin Mehmet Alkan tarafından Türkçe’ye çevrilmesinin, soldaki kırılım ve dönüşümlerin tercümeler etkisi ile gerçekleştiğinin, solun Türkiye’ye mahsusluğunun, çarptırmalarının temel meselelerden olduğunu ifade etmiştir.

20. yüzyıl başlarında İslam düşüncesinde tercümelerin 1960 sonrası döneme katkıda bulunup bulunmadığına yönelik sorgulamanın gerçekleştiği seminerde, her dönemde tercümelerin düşüncenin şekillenmesinde ve dönüşümünde etki sahibi olduğu, Abduh, Afgani, Reşit Rıza gibi isimlerin İslam düşüncesinin belirli karakteristiklerini oluşturduğu vurgulanmıştır. İlk zamanlarda rasyonalist bakış açısıyla Batı’yı ele alma çabasının yaygın olduğunu belirten Köroğlu, bu dönemlerdeki tartışmaların Türkiye’ye intikal etmesiyle sıcak tartışmaların yaşandığını sözlerine eklemiştir.

Mehmet Akif Ersoy, Sırat-ı Müstakim, Sebilürreşad gibi dergilerle İslamcılık şemsiyesi altına alınabilecek meseleleri dünyadan Türkiye’ye taşımıştır. 1960-1990 yılları arasındaki meseleler; Seyyid Kutub’un eserleri, modernist temsil gücü yüksek Emir Ali’nin Ömer Rıza Doğrul tarafından tercüme edilen Ruh-ı İslam adlı eseri etkisiyle şekillenmiştir. Hatta son zikredilen 1920’lerde yazılmış eserden etkilenme yüksek olacak ki İslam Ruhu adıyla birçok kitabın yayınlandığı bilgisi Köroğlu tarafından paylaşılmıştır.

Köroğlu’na göre 1940 sonrası dönemde görece özgürlük ortamından bahsedilebildiği için ideolojik söylemi yüksek derecede olmayan metinler tercüme ediliyor. Nedvi’nin “Müslümanların Kaybetmesiyle Dünya Neler Kaybetti?” ve Abdürrezzak Nevfel’in “İslam ve Modern İlim” gibi özgüven kazandırma amaçlı eserler bunlara örnek gösterilebilir. Yine bu dönemde Kur’an’ın her meseleye cevap verdiği, şanlı bir İslam tarihine sahip olduğumuz yönünde iddialar yaygınlık kazanmıştır.

1960’ların ortasına doğru İslam dünyasında İslami uyanış görülüyor, yeni fikirsel iktisadi arayışlar, yeni eserler dolaşıma sokuluyor. Siyasi konjonktürün buna zemin hazırladığını belirten Köroğlu, İslam önderlerinin pratik zeminlerde buluşması, zirvelerin düzenlenmesi gibi faaliyetlerin bu gelişmede önemli bir payı olduğunu da belirtmiştir. Bu dönemde dört yüzden fazla eser çevrildiğinin ifade edildiği seminerde, Seyyid Kutup, Mevdudi ve Ali Şeriati’nin fikirlerinin, Cemaat-i İslami, İran havzası ve Mısır gibi ekollerden/coğrafyalardan devrimler ve hareketler vesilesiyle etkisini gösterdiğinin altı çizilmiştir.

Bu tercüme faaliyetleri Türkiye’deki İslamcı düşüncenin teşekkülünde 30-40 yıl boyunca etkisini büyük ölçüde gösteriyor. Aynı dönemde Endonezya, Malezya, Nepal, Amerika’ya bu isimler ulaştırılıyor, çeşitli türlerde (hareketler, partiler vb.) mücadele tarzları ortaya çıkıyor, bunlarla beraber farklı coğrafyalara dergiler iletiliyor ve farklı ülkelerde/muhitlerde benzer sorulara benzer cevaplar verildiği görülüyor. Türkiye’nin tercüme hareketlerinde çok merkezi durumda olması birçok eserin çevrilmesine, birçok tartışma alanının ortaya çıkmasına ve bunların toplumda karşılık bulmasına sebep olmaktadır.

Nelerin, kimler tarafından, ne şekilde çevrildiğine ilişkin yöneltilen soruya Köroğlu, bu dönemde karşı karşıya olunan tefessüh ortamında İslami düzenin nasıl kurulabileceğinin 60’lı ve 70’li yıllarda tartışıldığını ve İslam’ın bu dönemde nasıl yorumlanacağına yönelik fikirlerin yürütüldüğünü ifade etmiştir.

Bu dönemde yaşanan çağdaş dünyada birçok problemin çözümünün İslam’da olduğu, gerçek İslam’ın arayışında olunduğu ve mevcut yaşanan İslam pratiğinin tenkit edildiği durum ile karşılaşılmıştır. Köroğlu son hususa yönelik Muhammed Kutub‘un Biz Müslüman mıyız? başlıklı kitabının okuyucuda eleştirel bir tavra sebep olduğunu belirterek örneklendirmiştir.

İslam’ın ve bireylerin beşeri ideolojiler karşısında ne yapacakları sorusu ile tüm meselelerin İslam dahilinde tartışılabileceği düşüncesinin yaygın olduğunu belirten Köroğlu, bu söyleme sahip insanların farkında olmadan İslam’ı ideoloji haline getirdiklerine yönelik tespitte bulunmuştur. Mevdudi’nin İslam’da Hükümet, Muhammed Esed’in İslami Yönetim gibi eserleriyle İslam’ın nizam tasavvuruna uygun nasıl bir toplum hükümet, siyaset ve iktisadın ortaya koyulabileceğine yönelik sorgulamaların gerçekleştiği, somut tartışmaların Türkiye’de gündeme geldiği seminerde belirtilmiştir.

Tercümeleri yapılan düşünürlerin aynı zamanda İslami ilimlerle iştigal ettiklerinin tespit edildiği seminerde Seyyid Kutub, Mevdudi gibi isimlerin tefsirlerinin mevcut olduğunu, bu insanların siyer, fıkıh gibi alanlarda da eserler verdiklerini belirten Köroğlu, bu isimlerin tefsir, fıkıh alanlarındaki pek çok çalışmasının da dilimize çevrildiğini hatırlatmıştır. Bu dönemde çevrilen eserlerin içeriklerinin siyasi çağdaş dönemin rengini ve kokusunu taşıdığını belirten Köroğlu, bu eserlerin ihtiyaca binaen tercüme edildiğini ve İslam Enstitüleri gibi okullarda akademinin ve talebelerin istifadesine sunulduğunu vurgulamıştır. Köroğlu konuşmasında ayrıca tek parti döneminin istidadı ve tıkanmışlığı sonrasındaki bu serbest zamanlarda tercümelerin durağan duruma çözüm bulmak, sorunları aşmak amaçlı olarak benimsendiğinin altını çizmiştir.

Türkiye’de çevirilerin okuyucular tarafından kabul edilişinin ve reddedilişinin hangi motivasyonlarla gerçekleştiğine yönelik sorulan soruya şehirleşme, üniversitelileşme, farklı cenahlarla karşılaşma gibi faktörlerin tercüme eserlerinin sahiplenilmesinde önemli rol oynadığı tespitiyle karşılık verilmiştir. Halk düzeyinde de neşriyatlar aracılığıyla bunları özümseyen kitlelerin var olduğunu belirten Köroğlu, bu eserlerin tasavvufi açıdan bazı gruplarca olumsuz olarak alımlandığını; siyasi bakımdan ise İslamcı anlayışın devlete karşı konumlanmasının, yerleşik Osmanlı kültüründeki milliyetçi, muhafazakar, kökenci, devletçi, vatancı anlayışların tepkisiyle karşılaşmalarına yol açtığını da sözlerine eklemiştir. Bunların dışında Türkiye’nin vatan sayılıp sayılamayacağı gibi meselelerin tartışıldığını belirten Köroğlu, vatanın İslam’ın yaşandığı yer olarak görülebileceği, İslam’ın yaşanmadığı yerde ise vatandan söz edilemeyeceği gibi görüşlerin 70’li yıllarda Darul İslam, Darul Harp, hicret tartışmalarıyla gündeme geldiğini belirtmiştir.

Türkiye’de ne tür tartışmaların yaşandığı, bunların hangi kavramlar etrafında gerçekleştiği sorusunun yöneltildiği seminerde, siyasi anlamda devlet, vatan, millet, ulus gibi kavramların tartışılmaya başlandığını, bunların dışında İslam’ın alternatif bir mahiyete sahip olduğunu savunan görüşün belirginleştiği ve bunların ne kapitalizm-komünizm, ne sağcı-solcu, yalnızca ümmet perspektifini benimsediği ele alınmıştır. Yakın zamana bakınca “La Sünni, La Şii. İslamiyye!” söyleminin Cumhurbaşkanı tarafından da ifade edilmesi, ontolojik olarak İslam’ın diğer faktörlerden bağımsız olduğuna yönelik tartışmaları birçok dönemde gündeme getirmiştir. İslam Ansiklopedisi, Çağdaş Düzenler ve Kavramlar, Kafa Karıştıran Kelimeler, Kelimeler ve Kavramlar gibi eserler ile kavramların yeniden ele alındığı, bu eserler vasıtasıyla tekrar yorumlandığı Köroğlu tarafından aktarılmıştır. İslamcılığın postkolonyal teori kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğine yönelik gelen soruya Köroğlu, İslamcılığın; itiraz şekli, meseleleri tekrardan sorgulamaya karşı duruşu, şeyleri yeniden inşa etme ve sorgulama süreci bakımından postkolonyalizm ile benzerlik arz ettiğini ifade etti. Ancak, İslamcılık çok uzun bir tarihi tecrübe olduğu için onun sömürgecilik tecrübesi kapsamına alınabilecek postkolonyalizm ile ilişkilendirilmesinin kısıtlayıcı olacağına ve bunların aynı kefeye koyulmaması gerektiğine dair tespitler Köroğlu ve Güder tarafından ifade edilerek seminer sonlandırılmıştır.

*Furkan Emiroğlu, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi İngilizce programından 2020 yılında yüksek onur derecesi ile mezun olmuştur. Aynı üniversitede ve anabilim dalında yüksek lisans öğrenimine başlayan Emiroğlu, siyaset teorisi özelinde popülizm, medya ve siyaset meseleleri ile ilgilenmektedir. İLEM Eğitim Programı’nı 2019 yılında tamamlamış, 2017-2020 yılları arasında Eğitim Komisyonu’nda yer almıştır. Emiroğlu, İLEM Siyaset Çalışmaları Merkezi’nde araştırmacı olarak görevini sürdürmektedir.
Leave a Comment