İran Tarihine ve Tarihçiliğine Dair Zengin Bir Bibliografya

Yazar: Şeyda Karabatak

İlmi Etüdler Derneği tarafından yürütülen bir çalışmanın nihai ürünü olan İran’da Tarih Kaynakları ve Tarihyazımı İran’da tarih yazıcılığının serüvenini on sekiz ayrı makalede ele alan kapsamlı bir çalışmadır ve geçtiğimiz günlerde okuyucunun beğenisine sunulmuştur. Ülkemizde bu gibi alan çalışmalarının azlığı göz önünde bulundurulduğunda bu kitabının önemi daha da açığa çıkmaktadır. İran tarihi ve tarihçiliğiyle ilgilenen araştırmacıların masalarından eksik etmek istemeyecekleri nitelikte olan bu kitap, bibliyografik bir çalışma olmakla birlikte aynı zamanda güçlü analizleri ve İran tarih metodolojisine dair önemli değerlendirmeleri de içermektedir.

İran’da Tarihyazımı ele alınan coğrafyanın ötekileştirilmediği ve nesneleştirilmediği çalışmalardan biridir ve İran havzasına dair sadece tarihle sınırlı olmayan çok değerli bir kaynak sunmaktadır.

Çalışma İslam’ın bölgeyi fethinden İran-İslam Devrimine kadar geçen çok uzun soluklu bir serüveni ele almış ve siyasi sınırların sürekli olarak değiştiğini göz önünde bulundurarak bugünkü İran ulus devletinin sınırlarına odaklanmaktan ziyade Türkiye ve Kafkasya’nın bazı bölgelerini de kapsayacak daha geniş, kompleks ve dinamik bir coğrafyayı “İran havzası” olarak tanımlanmıştır. Ayrıca yazarlar Farsça, Türkçe, Arapça ve çeşitli Batı dillerinde yazılmış mümkün olduğunca fazla kaynağı incelemeye çalışsa da ele alınan coğrafyanın ve zamanın genişliğinden dolayı kaynakların birçoğunu kitabın kapsamı dışında bırakmak durumunda kalmışlardır. Bu kaynaklar için İran tarihi ile ilgilenen araştırmacılara İran tarihi araştırmalarını genişletme ve daha başka dillerdeki kaynakları da çalışmak suretiyle alana katkıda bulunmaları yönünde bir çağrı yapmışlardır.

Daha önce de belirtilmiş olduğu üzere İran’da Tarih Kaynakları ve Tarihyazımı tarih, coğrafya, edebiyat ve kültür gibi alanlarda üretilmiş çeşitli eserler üzerinde inceleme ve analizlerde bulunan on sekiz makaleden oluşan bibliyografik bir kitaptır. Makaleler mekansal olarak bütün bir İran havzasını kapsarken, zamansal açıdan İran tarihi için önem arz eden olaylara ve dönüşümlere göre belirlenmiş belli tarihsel dönemlerle sınırlandırılmıştır. Bu bağlamda İslam’ın bölgeyi fethinden Tevaifü’l Mülük dönemine kadar geçen sürede yazılmış eserleri kapsam alanında tutan ilk makalede bu eserlerin İran tarihine, coğrafyasına ve kültürel mirasına yönelik önemli bilgiler sunduğu görülmektedir. Tevaif-i Mülük ve Samaniler devri eserlerini incelemeye tabi tutan ikinci makale İslam Devleti’nin dağılışa geçtiği bir dönemde siyasi düzlemde ortaya çıkan karışıklıkların bilim adamı ve alimlerin önemli eserler ortaya çıkarmasına engel olmadığını, tam aksine bu dönemde siyasilerin alimlere yönelik koruyucu ve destekleyici tavrının ilmi üretime iyi bir imkan sağladığını bize göstermektedir.

Kitabın son makalesi İran Devrimi sonrasında şekillenen farklı tarihyazımı geleneklerini mercek altına almıştır.

Bu dönemde ayrıca tarih yazıcılığının hadis geleneğinden ayrılarak kendi başına bir bilim olarak ortaya çıktığını görmekteyiz. Öncelikle Hz. Adem’den başlayıp Hz. Muhammed’e (sav.) kadar geçen süre içerisinde gelen peygamberlere yönelik genel tarih yazıcılığına bir ilgi varken daha sonra kısa süre ve küçük coğrafyaları içeren siyasi tarih yazımına bir yönelim olmuş ve “bölgesel tarihçilik” anlayışı doğmuştur. İslam dünyasındaki bu ilmi ve siyasi gelişmeler İran coğrafyasında da kendisini göstermiş, Farsların kendi tarih ve coğrafyalarını öğrenme isteği Farsçanın da bir bilim dili olarak ortaya çıkmasına imkan vermiştir. Samanilerden sonra Gazneli ve Selçuklu devletlerinin İran havzasında siyasi ve kültürel olarak önemli etkileri olmuş ve aynı zamanda bu coğrafyadaki ilmi üretime çeşitli yollarla katkıları olmuştur. Sanılanın aksine Farsçanın bir tarihyazım dili olarak gelişimi Samaniler dönemine değil Gazneli ve Selçuklular dönemine denk gelmektedir.

Samani, Gazneli ve Selçuklu dönemlerini konu alan bu üç makalenin ardından Harezmşahlar tarihi için büyük önem arz eden münşeatların incelendiği beşinci makalede Harezmşahlar tarihine dair bir anlatı bulmak mümkünken, bir diğer makalede Moğol-İlhanlı-Selçuklu ilişkisine dair önemli bilgiler sunulmuştur. Kitabın yedinci makalesinde Timurlu dönemine odaklanılmıştır ve Timurluların İran havzasındaki varlıklarının bu coğrafyada gelişmekte olan tarih yazıcılığı için nasıl bir dönüm noktası oluşturduklarını, tarihyazımı üslubuna nasıl bir özgünlük kattıkları gösterilmiştir. Birbirleriyle mücadele halinde iki farklı Türkmen boyu olan Akkoyunlu ve Karakoyunluların Anadolu’nun Türkleşmesindeki etkilerinin izlendiği sekizinci makale bulunarak tarihçilere araştırmalarını derinleştirebilecekleri önemli bir literatür sunmaktadır. Genel olarak Safevi alimleri tarafından yazılmış Farsça kaynakları incelemekle birlikte Safevi tarihine ve yazıldığı dönemin tarihsel koşullarına yönelik önemli bilgiler içeren iki ayrı kitabın daha değerlendirmeye tabi tutulduğu dokuzuncu makalede ise Safevi dönemine ait kroniklerin analizi yapılmış, müelliflerin hayatları ve üslupları hakkında da bilgi verilmeye çalışılmıştır. Safevi tarihine ve tarihçiliğine yönelik çok az kaynağın bulunduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, bu kronikler ve adı geçen diğer iki eser Safevi dönemi siyasal ve toplumsal olaylarına bir ışık tutmaktadır.

İran’da Tarih Kaynakları ve Tarihyazımı tarih, coğrafya, edebiyat ve kültür gibi alanlarda üretilmiş çeşitli eserler üzerinde inceleme ve analizlerde bulunan on sekiz makaleden oluşan bibliyografik bir kitaptır.

Görece kısa bir süre için İran egemenliğinde olan Zendlerin konu edildiği bir diğer makalede Zendlerin İran tarih yazıcılığında önemli bir yeri olduğu vurgulanmış ve sadece Farsça kaynaklarla sınırlı kalınmayıp Zend dönemi ile ilgili bilgi veren Osmanlıca kaynaklar da incelemeye tabi tutulmuştur. Bölgenin İngiliz-Rus sömürgeciliğine maruz kaldığı Kaçar dönemini ele alan on birinci makale sömürgeci yaklaşımın ürünü olan yabancı kaynaklarla ilgili problemleri dile getirmekle birlikte aynı zamanda bu kaynakların İran tarih yazıcılığı için olan önemini ele almıştır. Kaçar döneminden sonra Pehlevi dönemi kaynaklarının ve kurumlarının ele alındığı bir diğer makalede bu dönemdeki kaynakların çokluğu ve bunun yanı sıra birtakım belgelerin devletin güvenlik endişesiyle araştırmacılara açılmamasının bu dönemi araştırmacılar için ne kadar bulanıklaştırdığını görmekteyiz.

Mahmud Mahmud

Şimdiye kadar tarihsel bir anlatı oluşturacak biçimde kurgulanmış olan bu bölümlerin devamında Orta Çağ İran tarihyazımına dair genel bir değerlendirmede bulunulmuştur. Bu makalede 9. yüzyılın ortalarında itibaren tarihçiliğin Arapça dilinde müstakil bir bilim olarak gelişmesine paralel olarak 10. yüzyılın ortalarında Farsçanın da yerel hanedanların himayesi altında bir ilim dili olarak kendisini göstermeye başladığını görmekteyiz. Orta Çağ İran’ındaki ilmi gelişmelere dair yapılan bu önemli değerlendirmeden sonra tekrar modern dönem tarihyazımı ele alınmış ve büyük oranda Meşrutiyetten sonra şekillenen bir ulusal tarihyazım sürecinde elitist tarihçilerin nasıl bir ulusal tarih kurguladıkları on dördüncü makalenin odak noktası olmuştur. Makalenin ilk bölümünde “modern İran siyasi kültürünün” mucitleri olarak değerlendirdiği Hassan Pirnia ve Mahmud Mahmud’un tarih yazıcılığını mercek altına alınmıştır. İkinci bölümünde ise Pehlevi dönemine yönelik tarihyazımında tarihçilerin ulusal tarih ve hafıza inşa etmek üzere benimsedikleri söylemlerin “ısmarlama” bir yaklaşım olduğunu savunulmuştur.

Hassan Pirnia

Bir diğer makalede ise İran çalışmalarıyla ilgili çoğunlukla gözden kaçırılan bir alan olan İran kültür tarihine ilişkin tarihyazımı incelemeye tabi tutulmuştur. Bu makalede İran tarihçiliğinin izinin sürüldüğü birçok metin aynı zamanda bir edebi metin olarak değerlendirilmiş ve bu edebi metinlerde nasıl bir “kültürel İranilik” anlatısı yapıldığı incelenmiştir. Kültürel İraniliğin oluşumunda İslam diniyle birlikte, Safevilerle birlikte benimsenen Şiiliğin, Farsçanın ve İran tarihinin kendi iç dinamiklerinin etkili olduğunu görmekteyiz. Tarihin bir bilim dalı olmasının yanı sıra siyasilerin ve toplum elitlerinin de etkisinde olduğunu savunan on yedinci makale ulusal tarih yazıcılığının Pehlevi Devleti’nin inşasında nasıl bir rol oynadığını incelemiştir. Bu dönemde milliyetçi tarihyazımına hizmet eden tarihçiler Arapları ve İslam dinini toplumun ve devletin içine düştüğü krizin sorumluları olarak görürken Batı medeniyetini ise bir kurtuluş vasıtası olarak resmetmişlerdir. Kitabın son makalesi ise İran Devrimi sonrasında şekillenen farklı tarihyazımı geleneklerini mercek altına alınmıştır. Bu bağlamda sol, milliyetçi ve İslamcı olmak üzere üç tarihyazım akımı belirleyen yazar bu geleneklerin nasıl bir tarih yazıcılığı izlediklerini incelemiştir. Ayrıca, bu dönemde “kadim İrancı” veya “saltanatçı” tarihyazımı olarak adlandırılan geleneklerin eskiye kıyasla popülaritesini kaybettiğini belirtmiştir.

Sanılanın aksine Farsçanın bir tarihyazım dili olarak gelişimi Samaniler dönemine değil Gazneli ve Selçuklular dönemine denk gelmektedir.

Ulusal sınırların kesin olarak belirlendiği, ulusların milliyetçilik bağlamında birbirlerinden net biçimde ayrıldığı ve medeniyetler arasındaki bağların büyük oranda koptuğu bu ulus-devletler çağında bir ülkede başka bir ülkenin siyasi, toplumsal, tarihsel veya ekonomik yapılarına yönelik yapılan bir çalışma, belirli siyasi amaçların uzantısı olarak görülebilir. Çok eleştirilmiş olmakla birlikte günümüzde halen etkinliğini sürdüren ve belirlemiş olduğu öteki hakkında bilgi edinirken ve üretirken devletlerin bir takım siyasi çıkarlarını gözetmeyi amaç edinen oryantalist çalışmalar buna örnek olarak verilebilir. Öte yandan, yabancı bir coğrafya üzerine yapılan bütün çalışmaların siyasi çıkarlar doğrultusunda yürütüldüğünü iddia etmek mümkün değildir çünkü bilgi edinmeyi ve aynı zamanda üretmeyi siyasi çıkarların uzağında, muhatap olunan özneyi ötekileştirmeden ve nesneleştirmeden yapılan çalışmalar da mevcuttur. İran’da Tarihyazımı ele alınan coğrafyanın ötekileştirilmediği ve nesneleştirilmediği çalışmalardan biridir ve İran havzasına dair sadece tarihle sınırlı olmayan çok değerli bir kaynak sunmaktadır.

Şeyda Karabatak
1998 yılında Giresun’da doğmuştur. İlkokulu bu şehirde tamamladıktan sonra, 2015 yılında Trabzon Beşikdüzü İMKB Anadolu Öğretmen lisesine devam etmiştir. Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Tarih bölümünde 2020’de tamamlamıştır. Yüksek lisans çalışmalarına İbn Haldun Üniversitesi’nde Sosyoloji alanında devam etmektedir. Erken dönem Cumhuriyet tarihi, Türkiye’de İslamcılık hareketleri, İslam antropolojisi, mekân etnografisi ve etnografik araştırma yöntemlerine ilgi duymaktadır ve Karadeniz bölgesinde bulunan bir grup Endonezyalı kadın ve Türk erkekle ulus-ötesi evlilik deneyimlerine dair etnografik bir saha çalışması yürütmektedir. Ayrıca 2020 yılında İlem kademe eğitimlerinden mezun olmuştur ve şuanda İlem Dış İlişkiler Komisyonunda çalışmaktadır.
Leave a Comment