Kültür Endüstrisinde Kaybolan Aura

Yazar: Makbule Karabıkçı

Walter Benjamin, 20. yüzyılın önde gelen düşünür, kültür tarihçisi ve eleştirmenidir. Aynı zamanda 19. ve 20. yüzyılın doğasına ışık tutacak kavramalar ortaya atmış bir isimdir. Frankfurt Okulu düşünürlerinden Adorno ve Horkemier ile yakın ilişki kurmalarına rağmen W. Benjamin farklı bir duruş sergilemektedir. Sergilediği bu farklı duruşu ¨aura¨[1] kavramsallaştırmasıyla kitle kültürü eleştirisi ortaya koyarak göstermektedir. Kitlesel üretimle birlikte sanatın ve sanatçının doğasındaki değişimi irdeleyen Walter Benjamin’in ana kavramları arasında “aura” (hâle) önemli bir yer tutmaktadır.

Walter Benjamin

Sanayileşme, sanayileşmenin getirdiği teknik olanaklar ve kültürün kitleselleşmesi gibi değişimler odağında bir kitle kültürü eleştirisi sunan Benjamin’in, kutsallığın çöküşünü “aura”dan yola çıkarak irdelemesi dikkate değer bir çözümlemedir. (Benjamin bu çözümlemesinde kutsal olanın değişmesi, sanat yapıtlarına atfedilen anlamı değiştirmektedir. Benjamin sanat yapıtlarının önce büyüsel daha sonra da dinsel amaçlarla üretildiğine değinerek, kült değerini bu şekilde edindiklerini belirtmektedir. Bu bağlamda sanat eseri, hakikiliğini ya da aurasını bu kutsallığa borçludur.

Rönesans ile birlikte dinsel işlevin yanı sıra güzellik kültünün de belirginleştiğini belirten Benjamin, sosyalizmin başlangıcıyla eş zamanlı ortaya çıkan fotoğrafın, bir tanrıbilime dönüşen “sanat, sanat içindir” öğretisini sarstığını düşünmektedir. Ona göre, sanat eserinin teknik imkanlarla yeniden üretilebilirliği, dünya tarihi boyunca kutsal törenlerin asalağı haline gelmiş olan yapıtı özgür hale getirmiştir. Sanat eserlerinin kutsal törenlerden özgür hale gelmesi, daha fazla sergilenme imkanı oluşsa da, yeniden üretim ile birlikte yapıtların sergilenebilirliği konusunda büyük bir artış göstermiştir.[2]

Unutulan şey kültür endüstrisinin koruduğu sanılan şeyin yine kendisi tarafından bir yıkıma uğratıldığıdır.

Sanat yapıtlarının üretim ve dağıtımına ilişkin teknolojik süreçlerin değişimine ve yaşamın şeyleşmesine koşut olarak sanat yapıtının özü ve doğası da değişmiştir. Baudelaire gibi birçok sanat adamı, teknik ilerlemeyle ortaya çıkan değişimin sanatı olumsuz yönde etkileyeceğini düşünmüştür.[3]

Jean Baudrillard

Baudrillard yaşadığımız çağı; görülmeye değer olmayan görüntüler bolluğu, bilinmeye değer olmayan bilgiler bolluğu, duyulmaya değer olmayan sesler bolluğu, yaşanmaya değer olmayan anların bolluğu olarak nitelemektedir. Günümüzde kültür denen olgu her şeye benzerlik bulaştırmaktadır. Oluşan bu benzerlik ise kendi içerisinde söz birliğine dayanan bir sistem meydana getirir. Ve oluşturulan her unsur, yapı, ifade bu sistem içerisinde kendine yer bulma çabası içerisine girer. Bu tekel koşullar içerisinde oluşan kitle kültürü ise özdeşliğini saklayacak faaliyetler içerisine girmez keza bunu apaçık ortaya koymaya çalışır. Çünkü burada üretilen şeylerin endüstrinin parçası olduğu kabul edilmiş durumdadır. Bu durumda ne için üretildiği neye fayda sağladığı gibi konular göz ardı edilmektedir. Artık işin içerisinde üreten bir sanatçı ve tüketen bir tüketici yoktur, artık işin içerisinde milyonlar vardır. Ve böylelikle üretimde çoğaltma tekniklerinin kullanılması zorunlu hale gelmiştir. Yaşanan bu standardizasyon ortaya çıkan yapıtın, kısmen ürünün bulunduğu yerdeki biricikliğini, özerkliğini ve aurasını yok etmektedir.

Bu biricikliğin, özerkliğini kaybetmiş olan yapıtlar üzerinde tepinmeye başlayan yönetici iktidar sahiplerinin oluşturmuş oldukları kültür endüstrisinin katı birliği A ve B filmleri arasındaki ya da değişik fiyattaki dergilerde yer alan öyküler arasındaki gibi keskin ayrımlar, gerçek farklılıkları yansıtmaktan çok tüketicilerin sınıflandırılmasına, örgütlenmesine ve kayda geçirilmesine hizmet eder.[4] Üretilen yapıtın/ürünün biricikliğinin ortadan kalkmasının yanı sıra artık tüketici konumundaki bireylerin estetik kalıplara yüklediği anlamların da değişmekte ve standartlaşmaktadır. Benjamin’e göre kültür endüstrisinin ortaya çıktığı dönemlerde yapıtların yeniden üretimi ve çoğaltılması yaptın eksikliklerinin oluşmasına neden olmaktadır. İlk olarak yapıtın zaman ve uzam içerisindeki şimdi ve buradalığı kaybolmaktadır. Çünkü yeniden üretimle birlikte ortaya konulan yapıt sabitlikten taşınabilir bir duruma gelmiştir. İkinci olarak yapıtın insanlarla irtibatını kesmektedir. Bu onun tarihsel tanıklık özelliğine zarar vermektedir.[5] Üçüncüsü ise yapıtın süreç içerisinde kendini dönüştürerek kazandığı anlamdan ziyade dönüştürücü gücün ne olduğu yani kültür endüstrisinin gücü anlam kazanmaya başlamaktadır. Kültür endüstrisi içerisinde tüketiciler kendilerini boş zamanlarında bile üretimin birliğine uydurmak zorundadır. Bu bağlamda tüketicilerin estetik çeşitliliğine balta vuran kültür endüstrisinin gücünü görebilmek mümkündür. Tüketiciye sınıflandırabileceği hiçbir alan bırakmamaktadır çünkü her şey kitleler için şematize edilmiştir. Oluşturulan bu şema ise kültür endüstrisinin süzgecinden geçirilen dünyayı temsil etmektedir. Yani yaratılan bir evreni.

Theodor W. Adorno

Adorno, kültür endüstrisinin yarattığı evren ile endüstri ürünlerinin insanları kaçındıkları dünyaya yeniden eklemlediğini ve böylece sistemi güçlendirdiğini göstermeye çalışmıştır. Bu çerçevede üretilen ürünler düşünsel etkinliğe izin vermeyecek şekilde gündelik algı dünyasının aynısı tasarlanmıştır. Oluşturulan standardizasyonla birlikte yapılan ayrımların önüne geçmeye çalışılmaktadır. Çünkü yapılan ayrımlar sadece iki şeyi birbirinden farklılaştırmamaktadır aynı zamanda farklılaştırdığı unsurlara değer de yüklemektedir. Yüklenen bu değer ise yapıtın kendine özgü bir biricikliği ve aurasını oluşturmaktadır. Fakat bu biriciklik yitirildiğinde ve aura yok olduğunda bir dönüşüm yaşanmaktadır.

Sanat yapıtlarının üretim ve dağıtımına ilişkin teknolojik süreçlerin değişimine ve yaşamın şeyleşmesine koşut olarak sanat yapıtının özü ve doğası da değişmiştir.

Kültür endüstrisi günümüzde egemen olan anlayışın sıklıkla başvurulduğu bir alan olarak önemli bir yere sahiptir. Kültür endüstrisi savunucuları endüstrinin tutumunu düzenleyici bir etken olarak ele alınmaktadır. Çünkü kaos ortamı içerisindeki bireylere yaşanabilecek bir alan sunmaktadır. Fakat unutulan şey kültür endüstrisinin koruduğu sanılan şeyin yine kendisi tarafından bir yıkıma uğratıldığıdır.

KAYNAKÇA

T. Adorno, Kültür Endüstrisi: Kitlelerin Aldatılışı Olarak Aydınlanma, Kültür Endüstrisi içinde, İletişim Yayınları

İ.F. Çevik,  Mekanik Yeniden Üretim Sonucu Kaybolan Sanat Yapıtının Aurasını Teknolojik Yenilikler Yolu ile Yeniden Bulmak, İstanbul Gelişim Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 5, (1), Nisan 2018, ss. 114-126.

B. A. Sevim, Walter Benjamin’in Kavramlarıyla Kültür Endüstrisi: “Aura”, “Öykü Anlatıcısı” ve “Flâneur”


[1] “Aura”, özgün sanat ürününü çevreleyen kendine özgü bir aydınlık ya da parıltı anlamını taşımaktadır.

[2] İ.F. Çevik,  Mekanik Yeniden Üretim Sonucu Kaybolan Sanat Yapıtının Aurasını Teknolojik Yenilikler Yolu ile Yeniden Bulmak, İstanbul Gelişim Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 5, (1), Nisan 2018, ss. 114-126.

[3] B. A. Sevim, Walter Benjamin’in Kavramlarıyla Kültür Endüstrisi: “Aura”, “Öykü Anlatıcısı” ve “Flâneur”

[4] T. Adorno, Kültür Endüstrisi: Kitlelerin Aldatılışı Olarak Aydınlanma, Kültür Endüstrisi içinde, İletişim Yayınları, s. 51

[5] İ.F. Çevik,  Mekanik Yeniden Üretim Sonucu Kaybolan Sanat Yapıtının Aurasını Teknolojik Yenilikler Yolu ile Yeniden Bulmak, İstanbul Gelişim Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 5, (1), Nisan 2018, ss. 114-126.

Makbule Karabıkçı
1999 yılında Gaziantep’te doğdu. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümünü 2021 yılında bitirdi. Göç sosyolojisine ve Gösterge Bilimin kültürle birleştiği şeylere ilgi duyuyor. 
Leave a Comment