Kişilik İnşası ve Toplum Mühendisliği
Hz. Musa (r.a), Firavun’un sarayında zulüm altında olan İsrailoğullarını bu zulümden kurtardıktan sonra Allah (c.c) onlara Filistin toraklarına gitmeyi emretti. Hz. Musa (r.a) kavmiyle beraber Filistin topraklarına varınca, burada zalim bir topluluğun olduğunu gördü. Kavmine bunlarla savaşıp buraya yerleşmesini emretti. Kavmi buna yanaşmadı çünkü İsrailoğulları Firavun’un sarayında zulüm ve zillet altındaydılar. Onlar için bazı değerler için savaşmak pek bir anlam ifade etmiyordu. Allah (c.c) bu yüzden onları Hz. Musa (r.a) ile birlikte “Tih” çölüne attı ve yollarını şaşırttı. Allah (c.c), Hz. Musa (r.a)’dan onları 40 sene dolaştırmasını istedi. Zaman içinde bu nesil yok oldu ve yerine izzetli bir nesil yetişti ve bunlar “Arz-ı Mukaddes’e” girmeye hak kazandılar.
Toplumlar ve insanlar tarihin akışı içerisinde, bu akışla orantılı olarak bir değişim ve dönüşüm içerisinde olmuşlardır. Bu dönüşümlerin sonuçları olarak iki önemli kavram ortaya çıkmıştır “birey” ve “insan”. Kavramlara ve kelimelere yüklediğiniz anlamlar sizin bu güne kadar olan toplamınızın bir sonucudur aslında. Yani bu kelimeler ve kavramlar anlamlarını elde etmek için toplumla beraber yaşarlar ve bu anlamları hak ederler. Bu yüzden anlamların özgünlüğü vardır ve tohumunu aldığı toprakta asıl manasını kazanır. Birey ve insan kavramı da bu tanımlamaya verilebilecek en iyi örneklerdendir. Batı medeniyeti/kültürü “Aydınlanma” ile beraber Antik Yunan düşüncesi üzerine yeni bir kimlik inşa etti ve rasyonel akılla bezenmiş bir nitelik olarak ortaya çıktık. Buna “birey” adını verdiler. Seküler bir tanımlamadan doğan ve merkez haline gelen birey çıkar endeksli bir boya ile boyandı. Modern dönem ise bireye yeni bir misyon yükledi ve algı yönetimini bu minvalde oluşturdu. Birey artık bir tüketim aracıydı. Batı kültürü, gelişim yıllarındaki pazar arayışını artık bireye kadar indirmiş ve her bireyi bir pazar olarak tasarlamıştır. Birey akıl ve mideden ibaret olan ve bu ihtiyaçlarını gidermeye çalışan bir mekanizmadan ibaretti. Bu minvalde bireyin özgürlüğüne yapılacak her vurgu, aslında toplumdan kopmuş ve daha iyi hedef olmuş bir ticari merkez anlamına geliyordu. Çünkü tek/yalnız olanı ikna etmek/kandırmak çok az daha zahmet isteyen bir iştir. Birey bu tanıma tabi ki Batı’nın/Avrupa’nın geçirdiği evrelerin sonucu ulaştı ve o topraklarda değer kazandı, anlam buldu.
İslam/Doğu medeniyeti ise birey kavramından ziyade insan kavramını kullandı hatta “Eşref-i Mahlûkat” kavramını bunun yerine ikame etti. İnsan ve birey arasındaki fark neydi peki? Birey, mide ve akıl toplamı iken İslam, mide ve aklın hizmet ettiği bir kalp ile tanımladı bireyi ve insan tanımına ulaştı. İnsan sadece mideden ve akıldan oluşmuyor hatta bunlar amaca giden yolda araç olmaktan öte değillerdi. Bu tanım tabi ki, bu medeniyette bir sürecin sonucudur. Mahsulünü bu topraklardan almıştır. İmam Gazali, Kimya-ı Saadet adlı eserinde kalbi tanımlarken “ondan gayrısı ona tabidir” der. Bu tanımda kullandığı kalp et parçası olan yürek değil, ruhtur. Tüm diğer uzuvlar, sistemler, yapılar ancak buna hizmet etmek için vardır ve kalp olduğu için onlar bir anlam kazanmıştır. Varlıklarını kalbin varlığına borçludurlar. Neden batı toplumu kalbi göremezken, İslam Medeniyeti kalbi tüm sonuçların çıktığı kapı olarak görmüştür? İşte burada ortaya kavramlara yüklediğiniz anlam ortaya çıkıyor. Dünyaya yüklediğiniz anlam ve dünyadan beklentiniz sizi kavramlara anlam yüklerken bir fikre götürüyor. Yani dünyayı dünyadan ibaret görürseniz bir anlam, dünyayı dünyadan ibaret görmezseniz farklı bir anlam vermiş olursunuz. İnsan, tanım şeklinize göre birbirinin kurdu da olabilir ya da birbirinin yurdu da. Bunlar kaynağınızın kökeni nereye dayanıyor, itikadınız nedir sorularının cevabıdır aslında.
Neden en başta Hz. Musa (r.a)’nın peygamberlik sürecindeki bir kesitle başladım derseniz ise bu kesitte, bugünkü sıkıntılara bir işaret ve bu sıkıntıların çözüm yolu vardır esasında. Yukarıda birey ve insanın kısa tanımında aslında hak ve batıl mücadelesinin de kısa bir sürecini analiz etmeye çalıştık. Bugün batıl, oluşturduğu tanıma uygun kafa yapıları üretiyor. Bu üretim 15.yy’dan itibaren oluşan sürecin bir mahsulü. İki temel argüman oluşturuyor bunları “kişilik inşası” ve “toplum mühendisliği”. Nurettin Topçu, Ahlak Nizamı kitabında bugünkü koşulları tanımlarken şöyle bir yol çizer: “Geçmişte bu millet (İslam Milleti) Haçlı ve Moğollarla mücadele etmiştir, bu mücadele göğüs göğse bir muharebe olduğu için bunlara karşı kendimizi, medeniyetimizi koruyabilmişiz. Bugün ise iki önemli düşman daha vardır; Kapitalizm (Siyonizm) ve Kominizim. Bunlara karşı hiç mücadele etmeden, bir meydan muharebesi yaşamadan bugün bunlar bizim ve özellikle de gençliğimizin kanında başıboş dolaşıyor. Hiç mücadele edilmeden bu istila nasıl oldu?” der.
Bütün kurumları, yapıları, organizasyonları, akademileri ve insanın bir hüviyet kazandığı bilumum oluşumları batı endeksli bu düşünce organizasyonunun etkisi altındadır. Normalleştirme çivisi ile şekillenen nesille ve bunlara uygun tasarlanan çevrede, hakikat yolunu bulma tabi ki sanıldığı kadar kolay olmayacak. İşte Hz. Musa (r.a) da böyle bir kavimdeydi. Yıllarca hiçbir değer uğruna yaşamamış bir toplumdan, gözle görünür (maddi) getirisi olmayan şeyler için mücadele etmesi beklenemezdi, nitekim olmadı. Allah bu kavmi “Tih” çölüne sürdü ve 40 yıllık bir süre zarfında bir değişim ve dönüşüm olmasını istedi. İsrailoğulları yıllarca köle olarak yaşadılar ve değerleri için, inançları için mücadele etmeyi ehemmiyetli görmediler, bugünkü yapıda oluşturulan insanlar bundan çok mu farklı? Bugün hayatımızda hem bireysel olarak hem de toplumsal olarak, inandığımız gibi yaşama gayreti ve şuuruna kaçımız sahibiz? Firavun’un saraylarında, piramitlerinde ayağında zincir olan köleler değiliz ama zihnimiz ve şuurumuz bizden alınmış ve mide ile akıl arasında mekik dokuyan, “bağımsız bireyler” olmuşuz. O dönemde köleler köle olduklarının farkındaydılar, peki bugün kaçımız bunun farkındayız? Farkında olan kaçımız, uyuyanları uyandırmak isteyen o tek uyanık olma gayretinde? Sorunları ve soruları uzatıp gidebiliriz böyle. Lakin Allah (c.c), Hz. Musa (r.a) kıssasında bize çözüm yolu da sunmuş, bizim onu görme gayretinde olmamız gerekir. Yeniden inşa, toplum ıslah olmayacak seviyede olabilir, beyinleri ve kalpleri istila edilmiş olabilir. Buna çözüm olarak nesil inşası ve toplum mühendisliği yaparsak bizler “40” sene sonra o izzetli nesillere ulaşabiliriz. Bunun için her insan bir dünya düşüncesiyle yola çıkıp, bir insan değişirse dünya değişir dememiz gerekir ve toplumu oluşturan tüm çevre şartlarını da bu dönüşüme uyumlu hale getirmemiz gerekiyor. Kişiliği inşa ederken, toplumda mühendis olmamız gerekir.