Anlatıbilim (Naratoloji)
Edebiyat kuramları 21. asra gelinceye kadar çeşitlenerek genişlemişlerdir. İlk zamanlar edebiyat üzerine yapılan tartışmaların sayısı ile günümüzdeki tartışmalar karşılaştırıldığında bu genişlik görülebilecektir. Bu tartışmalardan ve kuramlardan bir tanesi de metin, okur, okuma üzerine yapılan tartışmalardır. Postyapısalcı edebiyat kuramı başlığı altında değerlendirilen bu kuram yazara, metne, okumaya önceki devrin sanat telakkilerinin çok ötesinde bakar. Mesela önceleri yazar metnin hâkimi durumundayken bu durum Postyapısalcı ekolle değişime uğramıştır. Sadece yazarın rolü değil okuma uğraşının, okurun pozisyonları, yerleri, tavırları ve tutumları da değişime uğramıştır. Bu bağlamda bir Tanzimat romanı ile günümüz romanı ele alındığında romanlar arasında farklar görülebileceklerdir. Namık Kemal’in İntibah romanı ile Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı romanı mukayese edildiğinde söylediğim şey açık bir şekilde görülebilecektir. İntibah romanı, okuyucuya kapalı, tek hakikatli, karşısındakine söz vermeyen bir romandır. Ama tam aksine Benim Adım Kırmızı okuyucusunu metne dâhil eden, herkese tek tek söz veren, okuyucuya açık, birden çok hakikat veçhesinin bulunduğu bir metindir. Namık Kemal azarladığı kadın karakterin kendisini bile ifade etmesine izin vermekten Pamuk, parayı, atı, şeytanı dahi konuşturur. Ayrıca Mustafa Demirtaş’ın ifade ettiği metinlerarasılık Pamuk’un romanında çokça görülmektedir.
Postyapısalcı kuramda metinlerarasılık çok mühim bir yerde durmaktadır. Metinlerarasılık, bir metnin daimî olarak başka metinlere açık olduğunu ve onların dünyalarıyla kendi kendisini var ettiğini ortaya koyar. Başka bir deyişle metinlerarasılık, başka metinlerden oluşan yepyeni bir metindir. Bu metin hem diğerlerine benzer hem de diğerlerinden ayrılır. Kristeva’nın ifadesiyle “Her metin bir diğer metni dönüştüren ve onu kendine katan bir alıntılar mozaiği olarak inşa edilir.” Bu bağlamda metinlerarasılık okuyucuya tekillik imkânını da vermektedir. Okuyucunun kendi hayat tecrübesi, yaşadığı dünya, ekonomik, sosyal, entelektüel şartları onu metnin karşısında konumlandıran bazı etmenler arasında sayılabilir. Okuyucunun bunlardan var olup ve bunlardan destek alarak metinle yüz yüze gelmesi tabiî olarak her okuyucu için faklı dünyaların ve anlamların var olmasına zemin hazırlamaktadır. Postyapısalcı metin kendi kendisini açan bir metin olarak zuhur eder okuyucusunun karşısında. Bu metnin açık seçik keskin sınırları yoktur. Metin sürekli bir şekilde diğer metinlerle ilişki hâlinde yeniden yeniden mevcudiyetini imal eder. Bu da okuyucu için bir metnin çoğalması ve her okuyuşta farklı farklı manaların çıkmasına kaynaklık eder. Her okuyuşun yeni yeni manalar getirmesi aynı zamanda okuyucunun ferdî ve şahsî tekâmülüne de işaret eder. Zira her okuyucu metinden alabileceği kadar alır.
Metnin diğer metinlerle münasebet içinde olması onun üzerine cereyan eden fikirlerin de nihayetsiz bir şekilde zuhur ettiğini göstermektedir. Çünkü metin artık bir mananın ve telakkinin hududunda ve tahakkümünde değil uçsuz bucaksız söylemlerin merkezindedir. Böyle olunca da metnin herhangi bir yorumunun olup olmadığı veyahut metin üzerine yürütülen düşüncelerden hangisinin, hangilerinin sahih, sarih ve katî olduğu muallakta kalmıştır. Bütün bunlar düşünüldüğünde metin aslında artık yazarın metni bile değildir. O, eğer okuyucu tarafından değerlendirmeye alınmış ve üzerinde çeşitli düşünceler söylenmişse artık yazarın değil okuyucunundur. Postyapısalcı bağlamda bu “imza” ve “karşı imza” olarak tesmiye edilir. Her okuyucunun metne kendi yorumunu kattığı düşünüldüğünde yazarın elinde tuttuğu edebî iktidarın sarsılacağı su götürmez bir gerçektir. Zaten metnin okuyucuya teslim edilmesiyle özne olan yazar, nesne olan okuyucuya iktidarını teslim etmemiş ve özneyken belki nesne konumuna düşmemiş midir?
Metnin yorumlara açık olması ona yapılan bütün yorumların hakikî olduğu anlamına gelmemektedir ve gelmemelidir. Umberto Eco “yazarın niyeti” yahut “metnin niyeti”ne dâhil olan yorumları yorum, diğerlerini ve tabiri caizse boşlukta sallanan yorumları da “aşırı yorum” olarak değerlendirmeye tabi tutar. Eco, yorumun metnin söylemek istedikleri doğrultusunda yapılmasını kasteder yazarın niyeti ve metnin niyeti ifadeleriyle. Metin için tek doğru ve gerçek anlam yoksa da yorumların seyri metnin bize buldurmak istediği cevaplar doğrultusunda olmalıdır. Bu doğrultu bize ideal okurun nasıl olması gerektiğini de açıklar gibidir.
***
Yazar ile anlatıcının bizde çeşitli suretleri vardır. Çoğu zaman metinden işittiğimiz sesi yazarın kendisi olarak işitiriz. Oysaki o bizimle konuşan yazar değil yazarın belki bir çeşit mikrofonu olan yazardır. Bu bağlamda üç tür yazar-anlatıcıdan söz etmek mümkündür:
- Yazar ile anlatıcının örtüşmesi. Burada yazar da anlatıcı da aynı kişilerdir. Yazar ve anlatıcı burada birbirlerinin içine geçerek bir terkip oluşturmuşlardır.
- Yazar ile anlatıcı birbirine karışır. Okuyucu böyle durumlarda hangi sesin kime ait olduğunu açık bir şekilde idrak edemez. O zaman kurmaca ile hayal birbirine karışır ve okuyucu hangi sesi yazarı hangi sesin anlatıcıyı temsil ettiğini bulamayabilir. Bunun tefrik edilebilmesi için okuyucunun yazarın şahsî hayatına vakıf olması elzemdir.
- Yazar ile anlatıcı farklı kişilerdir. Bu durumda yazar ve anlatıcı arasında farklılık vardır. Aralarında benzerlik yoktur.
Metinde varlıkları ve nesneleri tasvir etmek için bakış açıları kullanılır. Bu bakışlar açıları ilahî bakış, dıştan bakış, içten bakış olarak zikredilebilir. İlahî bakış açısında anlatıcı her şeyi bilir, önceden sezer, kahramanların ne hissettiğini bilir. Dıştan bakışta anlatıcı olayları nesnel bir şekilde anlatır ve olaylara müdahale etmez. İçten bakışta ise anlatıcı sanki kahramanın kimliğine bürünmüşçesine anlatır olayları. Anlatıcının bilgisi diğer kahramanların bildikleri kadardır.
***
Roman hem gerçektir hem kurmacadır, hem gerçek dünyanın haberlerini anlatır bize hem de onların parodisini yapar. Edebiyat bir anlamda bu ortada kalmışlığın ve muğlaklığın tezahürüdür. Ahmet Mithat Efendi’nin Müşahedât romanını da bu çizgide değerlendirmeye tabi tutan Fatih Altuğ, Ahmet Mithat Efendi’nin olan biten şeylere tarih, muhayyel şeylerin tasvirine ise roman dediğini bizlere aktarır. Bu Ahmet Mithat Efendi’nin aslında Natüralistlere karşı aldığı tutumdur. Çünkü Natüralistlere göre romanın tanımı çok daha farklıdır. Müşahedât’ta Ahmet Mithat Efendi okuyucuya açılan bir roman olma durumunu yansıtır. Adeta okuyucuyu metne dâhil eder ve onları hayatla yüz yüze getirmeye çalışır. Gerçek hayattaki olan biten şeyleri okuyucusuna tecrübe ettirmek isteyen yazar, gözlemci olmaktan çıkmaya çalışır. Bu da ona okuyucunun tecrübe etmesini sağlayarak hikâyenin herkesin iştirak ettiği bir hasbihal şeklini almasını temin eder. Yazar metin içinde kendisini değişik taraflarıyla göstermek ister. Metin içerisinde gerçek yazar, ima edilen yazar ve anlatıcı mevcuttur. Ahmet Mithat Efendi bu üç kimlikle metnini şekillendirmiştir. Bazen neredeyse kendisini kendi metninden soyutlamaya kadar gider. Bazense hayal edilen bir şahıs (Rakım Efendi) gibi kendisini metin içerisinde var etmeye çalışır. Bunu yapmasındaki amaç aslında kendisini meşrulaştırmak istemesidir. Zira Rakım Efendi kadar örnek bir şahsiyet değildir ve okuyucu için meşruluğunu kazandığı gün Rakım Efendi’ye benzediği gün olacaktır. Ayrıca metne sürekli dâhil olması, olayları sürekli olarak okuyucuyla paylaşmak istemesi onun hakikat ile otorite arasında bağlantı kurmuş bir yazar olduğunu da bize göstermektedir. Bu romanda Ahmet Mithat Efendi, kendisini hem yazar olarak kabul ettirmiş hem de kendisini bir karakter olarak romana sokmuştur. Diğer karakterler gibi onu da hem konuşurken hem de bir karakter gibi romanın ortasında buluruz. Bu bir anlamda sözü edilmeye değer bir başarıdır. Yazarın, romanın yazılma periyoduna diğer karakterleri eklemesi de başka bir başarıdır. En önemlisi başarısı Moran’ın dediği gibi romanın yazılışını romanın konusu hâline getirmesidir. Altuğ bu başarılara bir tanesini daha ekler. Bu başarı, romanın okunuşunun romanın içine katılmış olması ve sözlü yazılı kültür arasında yer alan okuma tecrübesinin romanda tekrar üretilmiş olmasıdır.