Asya’da Bir Nefes: Malezya
Yazar: Ayşe Nur Ekiz
Sıcak, yağmur, yeşil, baharat, pilav, kalabalık cemaatlerle kılınan namazlar… Sıcağı hiç bitmeyen, güneşinin bir anda ortadan kaybolmasıyla beraber dakikalık sağanak yağmurlarla sizi severek ıslatan, yeşili hiç solmayan, kaybolmayan, baharatlı ve acılı yemeklere doyuran, üç öğün mecburi pilav yenilen, vakit namazları kalabalık cemaatlerle eda edilen bir diyardan, Malezya’dan sesleniyorum sizlere.
Toprağına ilk değdiğimde biraz korku beraberinde bolca merak ve saadet veren bu diyarın size ilk hissettireceği hakikatlerden birisi de yazıya başladığım ilk kelime gibi sıcağı olabilir. Ben zaten memleketin en sıcağından kopup gelmiş biri olarak bundan çok etkilenmesem de zaman zaman “Böyle bir sıcak yok” diye içimden geçirdiğimi itiraf etmeliyim. Hemen hemen her gün yağan yağmurla hiç yeşilliğini yitirmeyen bu toprakların insanları da bir o kadar sıcak. Kendilerine has konuşma sitilleri, renkli kıyafetleri, bembeyaz gülümsemeleri, misafirperverlikleri, sıcakkanlı tutumları ve hafif utangaçlıklarıyla tanımlayabileceğimiz Malay halkı özellikle Türkiye’ye, Türklere karşı oldukça muhabbetliler. Şaşırtıcı bir şekilde tanıştığım pek çok kimsenin Türkiye’yi ziyaret etmiş olduğunu ve henüz edemeyenlerin de böyle bir hedeflerinin olduğunu öğrendim.
Hemen hemen her gün yağan yağmurla hiç yeşilliğini yitirmeyen bu toprakların insanları da bir o kadar sıcak. Kendilerine has konuşma sitilleri, renkli kıyafetleri, bembeyaz gülümsemeleri, misafirperverlikleri, sıcakkanlı tutumları ve hafif utangaçlıklarıyla tanımlayabileceğimiz Malay halkı özellikle Türkiye’ye, Türklere karşı oldukça muhabbetliler.
Malezya’nın nüfus dağılımın yarısından fazlasını Malay halk, geri kalan kısmını ise çoğunlukla Çinli ve Hintli vatandaşlar oluşturuyor. Çoğunluğu Müslüman olan halkın yanı sıra ülkede Hristiyanlık, Budizm, Hinduizm, Konfüçyanizm, Taoizm gibi dinlere mensubiyette büyük bir yekun kaplamakta. Öyle ki camilerin sayısı azımsanamazken tapınaklar da her yerde karşımıza çıkmaktalar. Ülkenin öne çıkan başka bir özelliği de hemen hemen herkesin İngilizceyi anadilleri gibi konuşabilmesi oldu benim için. Hatta bu sebeple, ne yazık ki halkın anadili olan Malaycada birkaç kelime ve tabirden öteye geçemediğimi söyleyebilirim. Malezya’yı Malezya’da yaşadıkça öğrendim. Bu yüzden gitmeden önce olan bilgilerim çok sınırlı olmakla beraber hiçbir önyargım da bulunmamaktaydı. Ülkenin geçmişine dair ipuçları ise her an her şeyde önüme çıkıyor gibi hissediyordum. Yerli kıyafetlerde, çantalarda kullanılan Batılı ülkelere ait amblemler, yerli markaların isimleri ve genel olarak gençlerin Avrupa’ya olan merakı da geçmişin izlerini takip etmemde bana yardımcı olan ipuçlarıydı.
1641’de Hollanda’nın Malezya’nın Güney ucunda bulunan Melaka eyaletini yıllardır hüküm süren Portekizlilerden alması ve tabi Hindistan’ı sömürgeleştiren ve ticaret gemileriyle Güneydoğu Asya’ya seferlerde bulunan İngiltere’nin faaliyetleri ülkenin tarihini oldukça etkilemiş. Öyle ki özellikle Malezya’nın demiryolu ağı ve karayolu ulaşımının gelişmişliği 19. yüzyıla, İngiltere’nin ticari menfaatlerine dayandırılmaktadır. Kolonyalist devletlerin faaliyetlerinin yansımalarını çeşitli durumlarda görmek mümkünken Endonezyalı bir arkadaşım da bana dil üzerindeki etkisinden şöyle bahsetmişti: Endonezce ve Malayca birbirine çok benzeyen diller, hatta insanların bu iki dilde kolaylıkla anlaşabildiklerini söylemek mümkün. Bununla beraber birebir aynı olan ifadelerin telaffuzunda Malaylar bazı harfleri İngilizce Alfabesindeki telaffuz karşılığıyla okumaktalar. Hakikaten de öyle olduğunu sonrasında ben de fark etmiştim. Tabi bu iddianın geçerli bir kanıtı olup olmadığından emin değilim. Bu konuya değinmişken Malezya’nın iki büyük entelektüelinden bahsetmeden geçemeyeceğim.
Sık ağaçların arasında, bir an Endülüs’te El-Hamra sarayında olduğunuzu hissettiren mimarisiyle ISTAC’da (Uluslararası İslam Düşüncesi ve Medeniyeti Enstitüsü) İslam Medeniyetinde Düşünce ve Bilim, Malay takımadalarının kolonileşmesi üzerine kitaplar telif etmiş olan, acaba görebilecek miyiz diye arkadaşlarımla beraber düşlediğimiz Osman Bakar’ı gördüğümüz gün bir Cuma günüydü. Ayaküstü bir görüşmeydi. Türkiye’den geldiğimizi belirtmiş ve neler yapmakta olduğumuzdan bahsetmiştik. İslam Düşünce ve Medeniyeti üzerine araştırmalar yürüten bu enstitüde bahsetmek istediğim diğer bir isim Syed Muhammad Naquib al-Attas’ın önderliğinde 1991 yılında açılmış. İçinde büyük bir kütüphanesi de bulunmakta. Syed Muhammad Naquib al-Attas’ın ismini taşıyan bu kütüphane 70,000’e yakın matbu kitap ve beraberinde kitap formunda 3,000’e yakın ve dijital formda ise 10,000 küsur yazma esere ev sahipliği yapmakta.
Syed Muhammad Naquib al-Attas’ın ismini taşıyan bu kütüphane 70,000’e yakın matbu kitap ve beraberinde kitap formunda 3,000’e yakın ve dijital formda ise 10,000 küsur yazma esere ev sahipliği yapmakta.
Malezya’yı ve genel olarak Güneydoğu Asya’yı entelektüellerinin gözünden seyreylemek de benim için önemliydi. 16.yüzyılın sonlarında yaşamış olan Sumatralı mutasavvıf Hamzah Fansuri gibi bir değeri Syed Muhammad Naquib al-Attas’ın kitabından tanımıştım örneğin. Al-Attas, İslam düşünce geleneği, eğitim felsefesi, Malay dili ve edebiyatına dair teliflerde bulunmuştur. Özellikle al-Attas’ı okurken o an içinde bulunduğum coğrafyanın sosyolojik yapısına dair bazı ipuçlarını yakalayabildiğimi söyleyebilirim.
Şimdi ISTAC’dan biraz uzaklaşıp sizi Malezya’nın başkentiyle tanıştırma vakti geldi sanıyorum. Başkent Kuala Lumpur’un ismi iki nehrin, Gombak ve Klang nehirlerinin birleştiği çamurlu yer manasına gelmekte. Şehrin merkezinde tamda bu iki nehrin birleşim noktasında, 1909 yılına tarihlenen ve Hint-Sarasenik mimari tarzıyla inşa edilmiş olan, kırmızılı-pembeli tuğlalar ve onları ayıran beyaz alçı malzemesinin kullanıldığı, 2 ana minareli, 3 kubbeli bir cami Sultan Abdussamed Jamek en bilinen adıyla da Masjid Jamek bulunmakta.
Hazır camiden konu açılmışken Malayların kadın erkek çoğunun cemaatle namaz kılma alışkanlıklarının bulunduğunu, namazlarını uzunca tuttuklarını, kadınlarının genelde namazlarını belki çoğunuzun fotoğraflardan alışık olduğu “Kain Telekung” isimli kimi zaman rengarenk olan namaz elbiseleriyle eda ettiklerini, camilerin serin mermerlerinde çoğu zaman seccadesiz ve halısız namaz kıldıklarını söylemeden geçmeyeyim.
Masjid Jamek’in huzurlu ve serin havasında bir miktar dinlendikten sonra hemen yakınlarda China Town ismiyle anılan Çin kültürünün yaşatıldığı kaotik ortama hızlıca bir göz atalım. Envai çeşit sokak lezzetleri, tabi bazıları pek lezzetli gözükmüyordu orası ayrı, yine bolca ucuz turistik eşyalar, ithal çantalar ve ayakkabıların bulunduğu dükkanlar ile karşılaşıyorsunuz ilkin. Sonrasında ise size, Çince kitaplar ile Çin kaligrafi sanatı malzemeleri, her biri oldukça merak uyandırıcı olan farklı kalite ve büyüklükte fırçalar, kalemler, ipek gibi kağıtlar satan kitabevleri ve tabi Çin kültürünün bir parçası olarak çay içilen ve çay satan mekanlar eşlik ediyorlar sokak aralarında.
Bir müddet yürüyünce önünüze Sri Maha Mariamman çıkıyor, başkentteki 1873 yılına ait en eski Hindu Mabedi. Şehrin arasında sıkışıp kalmış küçük sayılabilecek bu tapınağın özellikle giriş kapısının üzerinde bulunan 23 metrelik piramit şeklindeki heykellerle donanmış gopuram (kule) dikkatleri üzerine çekiyor. Yine tapınaklardan gidecek olursak Kuala Lumpur’un kuzeyinde Selangor eyaletinde bulunan ve bence istisnasız her Malezya gezi turu videosunda yahut ilgili internet sitelerinin “Mutlaka görülmesi gereken yerler” listelerinde denk geleceğiniz dünyanın en büyük mağara tapınağı olduğu söylenen, 272 basamağı içeriyi görme heyecanıyla bir solukta çıkabileceğiniz Batu Caves’den bahsetmek gerek.
Yaklaşık 43 metre uzunluğunda altın renkli “Siri Murugan” heykeli tapınağı meşhur kılan unsurlardan. Ve maymunlar… O kadar çok maymun vardı ki tapınakta ve hepsi birbirinden yaramaz, insan canlısı maymunlardı. Belirtmekte fayda var eğer maymunların bol olduğu bir yere giriyorsanız elinizdeki yiyecek paketinden çantanıza, cüzdanınıza kadar dikkatli olmanız gerekmekte. Özellikle yiyecek gören maymunların hemen yanınızda bitip yiyeceğinizin tadına bakmak istemesi an meselesi olabilir.
Başkentin merkezinden bahsederken şehrin belki de en popüler mekanından bahsetmeden ağaçların sıklaştığı mağara tapınağına geliverdik bir anda. Oysa pek çok turistin gözde mekanı sayılan, yanında yöresinde yüzlerce fotoğraf çekilebilen, 452 metre uzunluğuyla bir zamanlar dünyanın en yüksek gökdeleni olarak nam salmış Petronas İkiz Kuleleri’nden söz etmeden geçmek olmaz.
İkiz kuleler birbirlerine 170. metrede yapılmış bir köprüyle bağlanmakta. Devasa kulelerin ve önündeki su platformunun geceleri ışıklandırılmasıyla oluşan renk cümbüşünü görmek için bilhassa akşam vakitleri ziyaret edilmesi önerilmektedir.
Malezya sahip olduğu çeşitlilikle, üzerinde daha fazla durulması gereken kültürüyle, doğasıyla, yapılarıyla, insanlarıyla hatta yemekleriyle ufkunuzu elvan elvan bürümekte. Bittabi bütün bu farklılıkları anlatmakta kelimeler kifayetsiz kalmakta.
Malezya sahip olduğu çeşitlilikle, üzerinde daha fazla durulması gereken kültürüyle, doğasıyla, yapılarıyla, insanlarıyla hatta yemekleriyle ufkunuzu elvan elvan bürümekte. Bittabi bütün bu farklılıkları anlatmakta kelimeler kifayetsiz kalmakta. Dolayısıyla bu yazının Malezya’nın sayfalarca sürebilecek hikayesi için ancak bir girizgah olduğu kanaatindeyim. Bir giriş mahiyetinde de olsa okumuş olduğunuz satırlarla sizleri muhteşem Asya’nın yine bir o kadar muhteşem olan bir diyarına misafir etmiş olabilmekten ötürü bahtiyarım. Vesselâm.
Ayşe Nur Ekiz
Adana doğumlu, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi 2020 mezunudur. ÇAP öğrencisi olarak devam ettiği Bilim Tarihi Bölümünde son sınıf öğrencisidir. İLEM’in 2021 yılı mezunlarındandır.