Avrupa’da İslam Damgası
Jack Goody, Avrupa’da İslam Damgası, çev. Doç. Dr. Şahabettin Yalçın, İstanbul, 2005, s. 224
İlk insan, Habil ve Kabil, topluluklar, aşiretler, kabileler, devletler ve medeniyetler. Âdemoğlunun dünyaya ayak basışından günümüze kadar hep var olmuş ve gelecekte de devam edecek olan rekabet ve çatışma. Doğu ve Batı, biri olmadan diğerinin izahı olmayan iki yön. İslam ve Batı; İslam’ı öteki kabul ederek kendini daha kolay ifade ve inşa edebilen Batı… Avrupa’nın gözünde 11 Eylül saldırılarıyla İslam’ın daha da ötekileştiği, bu saldırılarla ‘düşman öteki’ olarak algılandığı tarihlerde, 2005 yılında, İslam’ın Avrupa için ‘düşman öteki’ değil ‘Avrupa’nın geçmişinin ve mevcut durumunun ayrılmaz bir parçası olduğunu’ göstermek amacıyla Jack Goody Avrupa’da İslam Damgası eserini kaleme almıştır. 2005 yılının sonrasında tüm dünyayı dehşete düşüren IŞİD terörü ve Fransa Katliamı gibi olaylarla Avrupa’nın İslam’a karşı ‘düşman öteki’ algısının katmerlendiği günümüzde yazarın Batı’nın bu algısının kökenleri üzerine yaptığı tespitler daha da önem kazanmaktadır.
İslam hakkında yazılar yazan Diğer Batılı yazarların nevi şahsına münhasır bir duruşu olan yazar Jack Goody Avrupa’da İslam Damgası kitabını 4 ayrı bölüm olarak kaleme almıştır. İlk bölümde ‘Geçmişteki karşılaşmalar’ başlığı altında Müslümanlar ile Hristiyanlar arasındaki ilişkileri, savaşları, bağlantıları Endülüs’te, Balkanlarda ve Ukrayna’da olmak üzere üç faklı coğrafyada bazı kısımları genel bazı kısımları ayrıntılı şekilde sunmuştur. Hristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki ilişkilerin Müslümanların Endülüs’te uzmanlaştığı sulama ve tarım gibi konularda, diğer bölgelerde ise kâğıt ve ateşli silahlar başta olmak üzere çoğu teknik; şerbet, makarna gibi çeşitli yemekleri, içecekleri kültürel öğeleri Müslümanların Hristiyanlara aktardığını çeşitli kaynaklar göstererek izah etmiştir. Müslümanlar ile Hristiyanlar arasındaki tarihi savaşları ve ilişkileri de okuyucuya sunmuş Batı medeniyetinin oluşumunda Müslümanlardan aldıkları ve etkilendikleriyle; Rönesans ve reform hareketlerine başlatıcı faktör olmasıyla önemli bir katkıya sahip olduklarını savunmuştur. Müslümanların ilerleyişiyle geriye çekilen Avrupalıların haçlı seferleri ile doğudan çeşitli bilgiler öğrendiklerini, sonrasında Endülüs’ü Müslümanlardan aldıktan sonra kalan yerel halk ile iletişimlerinin ve çoğunlukta Venedikliler aracılığıyla Müslümanlarla yapılan ticaretin Hristiyanlar açısından çeşitli etkileşim araçları olmuştur. Ayrıca fetihler sonrası Endülüs’teki çok sayıda kitabı barındıran kütüphanelerdeki kitapların çevirisi ile Avrupalılar ilmi konularda da gelişmeler yaşamıştır. Bu etkileşimlerle İslam, Batı medeniyetinin oluşumuna, Hristiyanlara, Avrupa’ya aydınlanma geçişlerine katkıda bulunmuştur. İkinci bölümde Acı İkonlar ve Etnik Temizliği başlığı altında geçmişte yaşanan çeşitli etnik temizliklerin Batı ile İslam arasındaki keskin çizgi olan din faktörünün etken olduğunu belirtmiştir. Kıbrıs’ta Türkler ile Yunanlıların arasında 1974’te yaşananların, Kosova’da 1990’da yaşananların temelindeki etkenin din olduğundan bahsetmiştir. Üçünce bölümde İslam ve Terörizm başlığı altında terörist kavramını ele almıştır. Terörist kelimesinin ‘mevcut devlet ve otoritelerine karşı illegal ya da gayri meşru güç kullananlara verilen bir etiket’ olarak tanımlandığı belirtse de dünyada ki çeşitli örneklerde aslında terörist kişiyi belirlerken referans alınan kişiye göre değiştiğini belirtmiştir. Yahudilerin, Filistin’de devlet kurmadan önce o topraklarda terörist denmezken, İsrail devleti kurulduktan sonra orda bulunan Filistinlileri terörist kabul etmesi; Amerika’nın Sovyetlere karşı desteklediği Talibanı Sovyetler yıkıldıktan sonra terörist ilan etmesi gibi örneklerde terörist algısının aslında devletlerin ideolojilerine göre şekillendiğinden bahsetmiştir. İsrail devletinin Suriye’ye olan saldırılarında gelmesi muhtemel saldırı açıklamasıyla saldırısını meşrulaştırmaya çalışırken dönemin Irak lideri Saddam Hüseyin’in ve diğer Arap devletlerinin İsrail’den gelmesi muhtemel saldırı gerekçesiyle İsrail’e saldırma hakkının oluştuğunu belirtmiştir. ‘‘Taliban, Bamiyan ve Biz: İslami Öteki’’ başlığındaki son bölümde Avrupa’ya göre terörist olan başka açıdan değerlendirince siyasi hareketler olarak değerlendirilecek olan Taliban’ın, kadınların okula gönderilmesi ve Buda Heykellerine yaptığı tahribatlar değerlendiriliyor. İlk olarak Talibanın farklı müfredat ihtiyacı gerekçesiyle kadınların okula alınmaması konusuna çok değinmese de bunun geçmiş Hristiyanlık, Yahudilik ve Hinduizm’de de var olduğuna değinmiştir. İkinci olarak çeşitli Heykellere zarar vermelerinin ise İslam’da bunların birer put olarak görüldüğü için yıkıldığını yine bu çeşitli heykellere zarar vermenin de eski Hristiyanlıkta var olduğunu Budizm’in ilk zamanlarında bu heykellerin olmadığının sonradan eklendiğini belirtmiştir. Protestanlık ’ta İslam gibi resmi ve heykelleri reddetmiştir. İslami siyasi hareketlerin günümüzde reddettiği unsurların Hristiyanlık, Yahudilik ve Hinduizm’de de geçmiş yüzyıllarda reddedilmiş, tartışma konusu olmuştur.
Yazar eserinde genel olarak Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında savaşlar ve ticaret ile geçmişten günümüze çeşitli etkileşimler olduğunu belirtmiştir. Aralarındaki din farkı nedeniyle sürekli bir çekişme olan iki medeniyetten Avrupa, İslam’ın Çin’den aldığı ilmi buluşları ve kendi geliştirdiği teknikleri alarak İslam’ın tetiklediği Rönesans ve Reform ile aydınlanma çağına ve günümüzdeki konumuna gelmiştir. İslam Batı için bir ‘düşman öteki’ olsa da bugün ki noktaya gelmesinde İslam medeniyetinden aldığı birikimler azımsanamayacak kadar çoktur. İslam’ın günümüzde hala devam ettirdiği cihat anlayışı sadece İslam’da var kabul edilse de aslında geçmişte Hristiyanların yaptığı haçlı seferleri de birer cihat hareketidir. Taliban ve Hamas gibi Müslüman siyasi hareketler ellerine silah aldığında terörist olması ancak İsrail kurulmadan önceki işgalci Yahudilerin terörist kabul edilmemesi Batı’nın olayları tek taraflı ve yalnızca kendi gözüyle değerlendirmesinden kaynaklanmaktadır. Geçmişte Müslümanlarla yapılan savaşlar, seferler, ticaret sonucu var olan etkileşim; günümüzde Afrika, Hint alt kıtası ve Türkiye gibi bölgelerden Avrupa’ya göç eden Müslümanlar vasıtası ile hala devam etmektedir. Müslümanların Avrupa’ya olan etkisi olumlu olumsuz hala devam etmektedir. Bu nedenle Avrupa toplumu Müslümanları düşman öteki olarak değil Avrupa’nın bir parçası olarak görmelidirler.
Sonuç olarak ‘Avrupalı, Müslümanlara artık başka gözle bakmalı’ şeklinde özetleyeceğimiz kitap yazarın geçmişte yaşanmış ve halada devam eden etkileşim zincirine farklı bir açıdan bakmayı bize sunmuş ve hala Avrupa’nın içerisinde milyonlarca Müslüman’ın olması sebebiyle gerekliliğiyle de sonlandırmıştır. Müslümanların Avrupa’ya olan katkılarını gösterdiği birçok kaynaktan aldığı bilgilerle somutlaştırmıştır. Kitabın yoğun bir araştırma ile hazırlandığı sürekli gösterilen farklı delillerden anlaşılmaktadır. Yazar Müslümanlar ile Hristiyanlar arasındaki ilişkileri anlatırken tarihi geçmişlere de değinmek istemiş ancak kitabın bazı bölümlerinde bu ayrıntılı tarih bilgisi okuyucuyu tarihi olaylara boğmuş ve okuyucuyu genel akıştan koparmıştır. Yazar var olan ilişkileri, etkileşimleri anlatmış ve Avrupa’nın oluşumuna aslında Müslümanlarda katkı sağladı onlar düşman değil bizden bir parça demiştir. Yazarın sunduğu bu fikir Avrupalı okura Müslümanlara karşı olan düşman bakışları değiştireceğini düşünmüyorum. Çünkü Müslümanların Avrupa’ya geçmişten beri sunmuş olduğu katkılar iki medeniyetin arasındaki çekişme gerçeğini hiçbir şekilde ortadan kaldırmamaktadır. Bilim insanlığın ortak mirasıdır. Medeniyetler arasında kültürel ve bilimsel olarak çeşitli alışverişler yaşanmış bile olsa bu iki medeniyet arasındaki çekişme ve yarış Habil ile Kabil’den günümüze dek insanın yapısında olduğu gibi her zaman var olacaktır. Bu iki medeniyetin arasındaki ilişki ve yarışın nedeni çok daha derin dinsel sebeplere dayanmaktadır. İki medeniyetin dünyayı yorumlaması ve motivasyonu birbirinden farklıdır.
Batı geçmişte olduğu gibi bugünde kendini orijin kabul edip yapacağı değerlendirmelerde İslam hep öteki olacak bir tehdit olarak kalacaktır. İslam orjinli okumada ise Batı her zaman cihat edilecek, silah yoluyla olmasa da tebliğ yoluyla fetholunmayı bekleyen hedeftir. Avrupa’ya İslam’ın çeşitli katkıları Avrupa’ya İslam’ın bir mührü olsa da bunlar Müslümanların evrensel miras olan bilime katkılarıdır. Bugün Batı’nın ilerlettiği bilimi İslam medeniyeti alıp özümseyip gelecekte bilimin öncüsü olup katkılar sunabilir. Bu sunulan katkılarda Batı medeniyetinin getirdiği noktada İslam medeniyetine Batı’nın mührüdür. Ama yine de Batı ve İslam medeniyetleri arasındaki bağ ve çekişmeyi sona erdirmemektedir. Kitap Avrupalıları Müslümanlara hoşgörüyle kendilerinden bir parça olarak bakmalarını sağlamasa da Avrupalılara Avrupa orjinli tarih okumasından bir nebze uzaklaştırıp Müslümanların Batıya ve insanlığa olan katkılarını gösteren, Müslüman ve Hristiyanlar arasındaki ilişkiler yumağını objektif şekilde değerlendiren önemli bir eserdir.