Bilginin İslamileştirilmesi ve Çağdaş İslam Düşüncesi
Mevlüt Uyanık, Bilginin İslamileştirilmesi ve Çağdaş İslam Düşüncesi, Ankara; Ankara Okulu Yayınları, 2016, 231s.
Bilginin İslamileştirilmesi ve Çağdaş İslam Düşüncesi adlı eser, içerik olarak İsmail Raci Faruki’ye, günümüze uyarlaması bakımından Mevlüt Uyanık’a aittir. Asrımızın velut ulema kadrosunda yer alan Mevlüt Uyanık, bir anlamda, modern dönemde İslami bilgi teorisinin tecdidi sadedinde kullanılan Bilginin İslamileştirilmesi kavramını post-modern dönemde tekrar gündeme getirmiştir. Böylece meselenin ehemmiyetine dikkat çekmektedir. Bilginin İslamileştirilmesi ve Çağdaş İslam Düşüncesi kavramlarının etrafında genel olarak bilgi teorisinin tanımına, işlevine, problemlerine ve değer kavramıyla ilişkisine yer veren yazar, Bilginin İslamileştirilmesi kavramına yönelik geliştirilen eleştirileri de içeren geniş çaplı bir analiz yolunu tutmuştur. Bu anlamda eser, yazarın ele aldığı sıraya tabi olmak suretiyle temel tezleri ortaya koyacak şekilde özetlenecektir. Teorinin zayıf ve güçlü yönlerine dikkat çekilerek İslami Bilgi ya da Bilginin İslamileştirilmesi kavramının bugün bizlere hangi kapıları aralayabileceği sorusu üzerinde durulacaktır.
Bilginin İslamileştirilmesi kavramı bilginin mahiyeti üzerine sorular sormayı gerekli kılmaktadır. Bilginin ‘bir şeyliği’ ifadesinin kullanılabiliyor olması bilginin farklı anlamları kapsayan geniş bir kavram olduğunun ipucunu verir. Ontolojik ve epistemolojik açıdan bilgi kendi içerisinde bir hakikati haiz olup, farklı dönemlerde farklı şekillerde yorumlanmaya müsaittir. Bilginin İslamileştirilmesi kavramı da bu formülden hareketle belirli bir dönemin isimlendirmesi şeklinde anlaşılmalıdır. Bilginin İslamileştirilmesi kavramı Çağdaş İslam Düşüncesi olarak adlandırılan bir dönemin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda İslami bilgi teorisinin mahiyetinden önce bu kavramın dile getirilmesinde en büyük etken olan mahut dönemin mahiyetine temas etmekte fayda vardır. Nitekim yazarın da bu kavramı ele almadan önce Çağdaş İslam Düşüncesinin dönem olarak ne anlama geldiğini konu edinmesi oldukça isabetlidir. Çağdaş İslam Düşüncesi kavramı; çağdaş, İslam ve düşünce olmak üzere üç ayrı önemli kavramdan müteşekkil olmakla geniş bir anlama tekabül eder. Bu anlamda yazar, ilk olarak çağdaş kavramının anlamını ifade eden iki tarihi dönüm noktasını zikreder: Ümit Burnunun keşfi ve Fransa’nın Mısır’ı işgali.
Bu tarihi dönüm noktalarının gerçekleştiği dönem yazarın da ifadeleriyle fiilen ve fikren İslam dünyasının sömürgeleştirilmeye başladığı ve bir anlamda Müslümanların kendi modernliklerini oluşturma süreci olarak ele alınabilir. Ümit Burnunun keşfi ile Hollanda bu bölge üzerinden Hindistan’ı istila etmeye başlamıştır. Bu bölgenin istilası ile medeniyet merkezinin Doğudan Batıya kaydığını söylemek mümkündür. Aynı yüzyıl içerisinde Mısır’ın Fransız Napolyon ordusu tarafından işgal edilmesi ise Orta Doğu bölgesinin kontrolünün Batılıların eline geçmesi şeklinde sonuçlandı. Fikri, siyasi ve iktisadi sömürgeye mahsur kalan bu bölgenin tecdid ve ihya çabaları hem sömürgeye başkaldırı ve alternatif oluşturma hem de Müslümanların sorunlarına çözümler geliştirme olarak zuhur etmiştir. Yeni çözümler üretme çabaları en genel şekliyle, Osmanlı, Hind-Pakistan ve Orta Doğu bölgeleri olarak üç ayrı bölgede geliştirilmiştir. Islahat çabaları bilginin Batılı olması, bilgi ve güç arasındaki ilişkinin pozitivist bir yaklaşımla ele alınması gibi sorunların çözümü olmayı hedeflemiştir. Islahat çabalarının meydana geldiği bölgelerde ortaya çıkan akımların hepsini açıklamak çalışmanın hacmine ağır geleceğinden ıslahatın fikrî öncüllerini zikrederek bunun üzerinden bir sonuca ulaşmak uygun olacaktır.
Fransız istilası ve dünya savaşları neticesinde fikri sömürgeleştirmenin de başlaması üzerine atılan en önemli adım İslam’da öze dönerek bidat ve donukluktan kurtulma ilkesini ortaya koymak olmuştur. Buna ek olarak akılcılığı benimsemek, mevcut bağlardan akıl ve Kur’an-ı Kerim rehberliğinde kurtulmanın yanında, Batı düşüncesinin epistemolojik temellerini iyi bilmek, aynı derecede önemli bir adımdır. Özellikle akıl kavramı üzerinden farklı yaklaşımların olduğunu görmek mümkündür. Bu akıl kimilerine göre Arap-İslam kişiliğini oluşturmak manasında Arap aklı; kimilerine göre ise çerçevesini İslam’ın belirlediği İslam aklı olmuştur. Bu dönemde bilgi kuramı açısından rasyonalizm; bilim anlayışı açısından empirizm hâkim olmuştur. Rasyonalizmin yöntem olarak belirlendiği bu dönemde, rasyonalizmin saf Batılı anlamda rasyonalizme tekabül ettiği anlaşılmamalıdır. Kendilerini Batıcı, laik ve liberal olarak isimlendiren bir kısım Müslüman aydınlar olsa da bu bize bütünü itham etme hakkı vermemektedir. Bir diğer grup ise gelenekçi denilebilecek çizgide aynı imar faaliyetinin önderleri olmuştur. Özetle Orta Doğu bölgesi Müslüman aydınlarının çağdaşlaşma eğilimleri dört yaklaşımda incelenebilir: Muhafazakâr ve klasik İslam yenilikçileri; laik, liberal ve Batıcı İslam yenilikçileri; laik, liberal ve Batıcı Hristiyan Arap yenilikçileri; İslam’ı siyasi bir ideoloji olarak teorize eden İslamcı yenilikçiler. Bunlardan birinci grup Müslümanların niçin geri kaldıklarının cevabını büyük oranda Hz. Peygamber dönemindeki Kur’ani bakış açısının kaybolmasında arar. Modern bilimin verilerini kabul ederler; ama sistemli bir çalışma yerine, söz ve savunmacılığı benimserler, fikirlerini modern terimlerle ifade etmek yerine geleneksel rasyonelleşme yöntemlerini kullanırlar.
Bunlardan ikinci grup, Batı düşüncesini eksen alarak Arap-İslam dünyasının uyanışını, modernleşmesini gerçekleştirmek isteyen gruptur. Bir anlamda muhtaç olunan imar Batının benimsenmesi ile mümkündür. İkinci grubun nazarında birinci grup dogmatizmin tesiri altındadır ve zihinlerine mutlak itaat düşüncesi hâkimdir. Üçüncü grubun tamamına yakını, Batılı liberal, laik değerleri benimsemişlerdir, üstelik kavmiyetçi bir zihin yapısına sahiptirler. Dördüncü grup farklı şekillerde anlaşıldığı için açık bir tanımlama getirmek zorlaşmıştır. Köktencilik, Radikal İslamcılık, Fundamentalist İslam ve Militan İslam gibi kavramlarla tanımlanmaya çalışılan bu grup esasen klasik metinleri okuyup bu günün meselelerini çözmeye çalışırken, modern düşünce verilerinden ve ideolojilerinden de istifade eder. Bu dört gruptan hareketle, Orta Doğu imar faaliyetinde bir fikir birliğinin olmayışının imara yönelik sağlam temeller atılmasına engel teşkil ettiği söylenebilir. Hind-Pakistan bölgesinde ise İslami Yenilikçiler hareketi genellikle bir eğitim kurumu ya da bir cemaat dâhilinde olmuştur. Farangi, Mahal, Deoband ve Nedvet’l-Ulema gibi klasik ve muhafazakâr eğitimin hedeflendiği kurumlar ile S. Ahmed Han’ın Batılı-klasik eğitimi uzlaştırmaya çalıştığı Aligarh okulu bu topluluklara örnek olarak zikredilebilir. Yazarın ıslahat çabalarını bölgelere taksim ederek ele alması meselenin tahlilini bir hayli kolaylaştırmıştır. Ayrıca ıslahatların niteliğinin meydana geldiği bölge ile doğrudan ilişkisi bağlamında bölgelerin tarihi bilgilerine yer verilmesi zihinleri aydınlatıcı niteliktedir.
Bilginin İslamileştirilmesi kavramının kısa bir tanımı ile birlikte, Çağdaş İslam Düşüncesi bağlamında Orta Doğu, Hind-Pakistan ve Osmanlı bölgelerinin incelenmesinden sonra Çağdaş İslam Düşüncesinde İslam’ın uygulanabilirliği meselesi yazarın da üzerinde durduğu önemli bir meseledir. Bu meselenin özlü ifadesi, Grek-Roma medeniyeti üzerine kurulu Batı düşüncesinin hâkim olduğu günümüz dünyasında İslamiyet’in uygulanabilirliğinin olup olmadığıdır. Bu sorgulama esasen şu sorular üzerinden işler: İslamiyet çağımızın fikri, siyasi, iktisadi ve içtimai ihtiyaçlarını karşılayabilir mi? Ya da İslam âlemi niçin maddi açıdan gerilemiştir? Vahiy-akıl, din-bilim arasında bir tezat mı vardı da, Müslümanların hayat tarzları, bilgi düzeyleri modern dünyanın gerisinde kalmıştır? Bu sorulara verilen cevaplar çok çeşitlidir. Çağdaş dönemde ortaya çıkan yenilikçi grupların farklı cevaplar geliştirdiklerini söylemek mümkündür. Fakat burada üzerinde durulması gereken esas mesele o dönemin İslam anlayışını etkileme potansiyeline sahip akımların tespit edilmesidir. Bu bağlamda yazar, 19. yüzyıl Müslüman yenilikçilerinin Weberci bir üslup kullanan Avrupa Protestanlığının ve prütanizmin, mistisizm ve ayinciliğin din dışılık ve siyasi mutlakiyetçilik ile özleştirmesinden etkilendiğini ifade etmiştir. Bir anlamda dünya bilimsel aklın uygulanması ile büyüsünü kaybetmiş ve mistik bütün unsurlar saf dışı edilmiştir. İslam düşüncesinde bunun yansıması tasavvuf üzerinden fark edilebilmektedir. Tasavvufun insanları atalete ve kaderciliğe ittiği belirtilerek toplumun yaşadığı buhranın en önemli sebebi olarak gösterilmiştir. Bu buhranın sebebinin ortadan kaldırılmasının akabinde İslam düşüncesi rasyonel, gelişmiş ve ilerlemiş olacaktır.
Rasyonel yaklaşımın neticesinde modern dünyanın meydan okumalarına karşı durabilmek için inanç ve amelle ilgili anahtar kavramlar yeniden yorumlandı. Bunun sonucunda üç aşamalı yorumsama şeklinde isimlendirilen hermeneutik yöntemi kullanıldı. Bu üç aşama; metnin mahiyetinin anlaşılması, metni anlamaktan ne kastedildiği ve yorumlanan metnin yorumlayanın ve dinleyenin her ikisindeki ön-kabuller, varsayımları ve fikirleri çerçevesinde nasıl anlaşıldığı meselelerini ele almaktadır. Yorumsama yöntemi diğer bir ifadeyle, bütün anlama ve yorumlamalar tarihseldir, evrensel olan yorumsama kuralıdır ilkesini getirir. Yorumsama yöntemi ilk aşamada makul gelen fakat içerisinde modern dinamiklerin çokça beslendiği bir yöntem olarak karşımıza çıkar. Yazar bu bağlamda tutarlı ve haklı bir eleştiriyi nakletmiştir: “Araştırmacının içinde yaşadığı siyasal ve toplumsal sorun çerçevesinde ulaştığı anlama ve yorum, yorumcunun ulaşmak istediği hedeftir. Bu doğal bir süreçtir; ama son tahlilde, İslam’ın tek bir boyuta(sosyo-politik) indirgenmesi, paradoksal bir tarzda, Batı medeniyetine karşı direnecek fikrî silahlardan İslam’ı yoksun bırakacaktır.” Buradan hareketle yorumsama yönteminin Batıya uygun tashihler yapmak gibi bir yola girdiğini söylemek mümkündür. Böylesi bir yöntem İslami sistemin özgünlüğünü gölgelemektedir ve çözüm olmanın aksine yeni sorunların müsebbibi olma potansiyeline sahiptir.
Bilginin İslamileştirilmesi kavramına giden yolda basamakları uyumlu bir şekilde atan yazar, Çağdaş İslam Düşüncesi bağlamında en önemli sorunun bilgi teorisi olduğunu vurguladıktan sonra genel olarak bilgi kavramının tanımlarına yer vermiştir. Batı düşünce tarihinde sistematik olmamakla birlikte bilginin felsefesi hakkındaki ilk eser Platon’un Theaetesus diyaloğudur. Algı, doğru inanç ve kendisine bir tanımın eşlik ettiği inanç şeklinde aşamalı tezlerle bilgi konusu işlenir. Bilgiye dair birçok tanım zikredilse de genel anlamda bilgi, özne ile nesne arasındaki eylem sonucu hâsıl olan ürünün adıdır. Bu anlamda bilginin bazı problemleri mevcuttur. Bilginin doğruluğu, kaynağı ve sınırları üzerinden felsefi problemleri ele alınır. Sonrasında pozitivist bilgi ve manevi bilginin neler olduğu üzerinden İslami bilgi ile bu iki bilgi türünün ilişkisini kurmaya kapı aralanır. Batının bilgi anlayışı bağlamında rasyonalizm, empirizm, empirik idealizm, sensüalizm, rasyonel idealizm gibi yaklaşımlar ele alınır. İslam düşüncesinde bilgi meselesine gelindiğinde diğer meselelerde vaki olduğu gibi Müslüman aydınların farklı yaklaşımları karşımıza çıkar.
Çağdaş İslam Düşüncesinin oluşum sürecinde bilgi, bilim ve din ilişkisini ya da akıl-vahiy ilişkisini temellendirme hususunda muhafazakâr, modernist ve uyarlamacı yaklaşım şeklinde üç tür yaklaşım mevcuttur. İlki geleneği, ikincisi Batılılaşmayı üçüncüsü de bu ikisinin sentezini temel alır. İlk iki yaklaşım tek tarafa odaklı olduğundan ikisinin de çözümleri makbul karşılanmamıştır. Üçüncü yaklaşım diğer ikisine kıyasla daha makul görünmekle birlikte sorunları olan bir yaklaşımdır. Bu üç yaklaşımın ardından klasik bilgi tanımlarına alan açılmıştır. Batılı anlamda bilgi tanımlarının çokluğuna benzer şekilde birçok klasik bilgi tanımı mevcuttur. Zihni olarak var olan; nesnenin olduğu hal üzerine bilinmesi; bilenin nefsinde bir anlamanın oluşması gibi tanımlar örnek olarak zikredilebilir. Bilginin tanımı sorunu bilginin tasnifi meselesini gündeme taşıyan saik olmuştur.
Klasik anlamda bilgi akli, nakli ve huduri olarak tasnif edilmiştir. Fakat üzerinde durulması gereken odak noktası bizzat nakli bilginin kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in herhangi bir bilgi teorisini içerip içermediği sorusunu sormaktır. Bu sorunun cevabı evet olacaktır. Böyle bir bilgi teorisinin Bilginin İslamileştirilmesi projesine açacağı ufukların tespit edilmesi çok önemlidir. Kur’an bir felsefe ve bilim kitabı olmadığı için, bir bilgi teorisi geliştirme gayesi de olamaz. Fakat bilgi türlerine ve bilgi edinme yetilerine yapılan işaretlerden ve bunların kullanıldığı bağlamlardan bir bilgi kuramı çıkarılabilir. Ama bunu Kur’an’da bilgi teorisi gibi bağlayıcı bir şekilde isimlendirmek uygun değildir. Kur’an-ı Kerim lafzen böyle bir teoriye delalet etmese de her zerresinde içerdiği tevhid ilkesi ile bilginin olması gerektiği şeklini ortaya koymaktadır. Bilgi, bu tevhid ilkesi gereği olarak, asıldan furu’a doğru bir hiyerarşi içinde ele alınır. Buradan hareketle bilgi akli ve nakli şeklinde tasnif edilir. Bu sayede naklin akıldan, aklın nakilden ayrılmadığı bir bütünlük(tevhid) sağlanarak İslam’a özgü medeniyetin kurulmasının yapıtaşlarından biri tamamlanmış olur. Bunun yanı sıra Kur’an’ın bilgi anlamında kullandığı kavramlar, ilim-amel-edep üçlüsünün ayrılmazlığını ortaya koyar. Bir bilgi teorisi bu üçlemeyi sağladığı takdirde İslami olur ve bu sayede pozitivist bilgi kuramlarından sıyrılabilir. Kur’an’ın bilgiye atfettiği konumdan yola çıkarak bilgiye sahip olan kişinin ‘her bilenin üstünde bir bilen olması’ mucibince bilgiyi bir otorite addetmesi tehlikesi de ortadan kalkmış olur. Kısacası İslam’ın öngördüğü bilgi teorisi her bir idrak seviyesine(sağduyu, sezgi, müdrike, kalp, zekâ) hak ettiğini verir. Böyle bir bilgi teorisini benimseyerek çalışan âlim, ilmini fesad yaymak için kullanmayacak; doğal servetleri ve zirai bölgeleri tahrip edecek ve yeryüzünü ifsad edecek çalışmalarda bulunmayacak; tersine ıslahı hedef edinecektir.
Bir önceki bölümde klasik bilgi tanımlarına yer veren yazar, eserin ana başlığında yer alan Bilgininin İslamileştirilmesi kavramını yeni bir başlığın altında özel olarak incelemiştir. Yazar bu aşamaya kadar Bilginin İslamileştirilmesi kavramını anlama yolunda gerekli bilgilendirmeleri yaparak tutarlı bir yol izlemiştir. Bu kavramı da Çağdaş İslam Düşüncesi başlığı altında bahsi geçen yenilikçi, ıslahatçı âlimlerin çabalarından biri olarak zikretmiştir. Bilginin İslamileştirilmesi kavramı İsmail Raci Faruki’ye aittir. Bu terimin kavramsallaştırılması, Batılı bilim adamlarınca şekillendirilen yirmiye yakın disiplinin İslami temeller üzerine, İslami gayelere ve değerlere göre yeniden tanzim edilmesi için bilginin sorgulanması çabasıdır. İslamilik belirli bir inanca has olmayıp bütün yaratılanları kapsayan bir imar ve değişimin adıdır. İsmail Raci Faruki’nin bu kavramsallaştırmasına birtakım eleştiriler mevcuttur. Eleştiriler genel olarak İsmail Raci Faruki’nin gerçekleştirmek istediği formun Batı kaynaklı olması üzerinedir. Eleştirenlere göre Faruki’nin yaptığı şey İslam’ı modern olana kabul ettirmektir. Faruki’nin metodu üzerine eleştiri yapanlar Muhammed Nakıb el-Attas, Ziyaüddin Serdar, Seyyid Hüseyin Nasr ve Yasin Muhammed olarak zikredilmiştir. Faruki’nin metodu üzerine eleştiri geliştiren bu isimlere göre yapılması gereken ilk iş Batılı unsurlardan sıyrılmaktır. Aksi takdirde iyi niyetlerle girişilmiş bütün yenileme çabaları aynı kısır döngüde, çıkmaz sokakta dolaşmaya devam edecektir.
Bilginin İslamileştirilmesi ve Çağdaş İslam Düşüncesi kavramlarını yazarın tertibine mutabık olarak ele aldık. Bilginin İslamileştirilmesi kavramını İslam düşüncesinin çağdaş dönemi üzerinden tahlil etmeye gayret ettik. Akabinde Bilginin İslamileştirilmesi kavramının özüne dair birtakım açıklamaları eser bağlamında naklettik. Kanaatimizce yazar, böyle yaparak kendinde karışık olan bu kavramları tahlil etmenin ve anlamanın en isabetli yolunu tutmuştur. Günümüze verdiği mesajlar anlamında İslami bilgi teorisi, bilginin hikmete dönüştürülmesi anlamına gelebilir. Kur’an’a uygun bir bilgi teorisi, yalnız teorik tartışmalara hapsolmayıp, imara muhtaç olan avamın ve havassın her birine bir şeyler söylemelidir. Bunun gerçekte karşılığı ilk aşamada bilginin sınırları olduğunu bilmek ve her bilenin üstünde bir başka bilenin olduğu idraki ile yaşamaktır. Ancak böyle olduğu zaman medeniyetler yükselebilir ve dünya huzurun, refahın hâkim olduğu bir yere dönüşebilir.
Hazana mahsur kalmış bir medeniyetin evlatları olarak Bilginin İslamileştirilmesi ve Çağdaş İslam Düşüncesi eserinin bugün dahi bize söyleyeceği çok şey vardır. Dünyanın refah ve huzur eksikliği ahlak anlayışının değişmesindendir; ahlak anlayışı ise bizzat bilgiye biçilen değer ölçüsünde şekillenebilir. Bu anlamda bu eser, huzur ve refahın kaynağı olan İslam’ın ve ahlak müeyyidelerinin temeli bilgi kavramını bir çerçevede resmederek bizlere birtakım çıkış yolları tayin etmektedir. Kanaatimizce bu çalışma, çıkış yolarına talip olan her bir okuyucunun okuma serüveninde karşılaşması, hesaplaşması gereken bir eserdir. Eserin daha iyi anlaşılması ve sindirilmesi için Çağdaş İslam Düşüncesine dair genel bir çerçeveye sahip olmak elzemdir. Çağdaş İslam düşüncesi ile kadim İslam anlayışını karşılaştırabilmek için kadim düşünce havzasına da yabancı olmamak gerekir. Ayrıca İslam dininin hâkim olduğu coğrafyaların İslam ile olan serüveninden haberdar olmak da diğer bir gerekliliktir. Naçizane, okuyucuların eseri bahsi geçen meselelere paralel olarak okumalarını tavsiye ederiz.